Paylaş
Bugün yeniden doğmuş gibi hissediyorum kendimi. Toplumsal konulardan kendimi tamamen sıyırdım. Vicdanım rahat. Teorik doğruların Türkiye'de yanlış olduğunu anladığım andan itibaren titredim ve kendime geldim. Suç toplumun benim değil.
Bir süredir ciddi ve de hüzünlü yazılar yazmaktaydım. Sonuçta bunca yıldır doğru olarak bildiğim tek bir şeyin bile Türkiye'de geçerli olamayacağını fark ettim.
Fena canım yandı aslında.
Ama sonra birden büyük bir özgürlük hissetmeye başladım.
Farkına vardım ki artık hiç kimseye karşı vicdani bir sorumluluğum olması gerekmiyor.
Hiçbir düşünceye fazla saygım da kalmamış.
Siyaseti tuvalet káğıdından daha düşük bir düzeyde görüyorum.
O kadar çok tiksinmişim ki artık eşiği aşıp duyarsız hale gelmişim.
Umurumda değil ne olacağı öyle ya da böyle.
Çünkü önceden biliyorum ki ne olursa olsun mutlaka ona da karşı olacağım.
Ezenler de umurumda değil, ezilenler de.
‘Hak ve hürriyetlerden’ bahseden insanları da sahtekár olarak görmeye başladım.
Karşımdaki insan geçim sıkıntısından bahsederken ben onun hakkında ‘Acaba borsada ne kadar parası vardır bunun’ diye düşünüyorum.
Harika bir his bu.
Mutlak sorumsuzluk durumuna nihayet kavuştum.
Bir çeşit Nirvana yemin ediyorum.
Evet, başlıkta da okuduğunuz gibi bu benim ikinci dönüşüm aslında.
Eskiden de bir ara Türkiye'de toplumsal diyalog olabileceğini varsayıp, bazı konularda ciddi yazılar yazmıştım.
Bir süre sonra pes edip normale dönmüştüm.
Bu ikinci dönüşüm ve size teminat veriyorum ki ikincisinden çok daha muhteşem olacak bu.
Çünkü radikal bir nihiliste dönüştüm ve de şimdi mutluyum.
* * *
Artık ciddi yazı yok.
Bugün size bir vücut organımdan bahsedeceğim.
Aslında son derece ciddi bir organ bu.
Yok Yok korkmayın o değil canım.
Konu GÖBEĞİM.
İnsanlarla sınırlı temaslarımdan anladığım kadarıyla Türk halkı benim fiziksel görünümümle çok ama çok ilgili.
Örneğin adamı dört yıldır görmemişim.
Bundan sonra ölünceye kadar da onu görmesem hiç umurumda değil.
Mecburen merhaba diyorum ve onun bana ilk lafı ‘Yahu ne kadar şişmanlamışsın sen öyle’ oluyor.
Fiziksel görünümümle neden bu kadar ilgili bunu anlamam mümkün değil.
Onu tatmin edecek kilonun kaç olduğunu bile bilmiyorum.
Diyelim adamın hobisi bu. Göbeğimdeki gelişmeleri yıllar itibariyle takip ediyor.
Peki ama bu hobisine benim de neden aktif katılımım gerekiyor bunu da anlamıyorum.
İncelemelerinin sonuçlarını bana söylemesini istemiyorum ki ben!
* * *
Sanki ben fiziksel görünümüyle övünen ve katiyen şişmanlamama iddiası olan bir adamım da görenler şaşırıyor.
Veya zannedersiniz ki işim yazı yazmak değil de sinema sanatçılığı filan.
Jön rolüne talibim üstelik de. Öyle kötü ve çirkin adam rolleri de kesmiyor beni katiyen.
Yahu kendi köşemde kimseye görünmeyerek ve bundan da çok ama çok büyük mutluluk duyarak yazılar yazıyorum.
İstersem büyütürüm göbeğimi, istersem 200 kilo olurum size ne!
Ayrıca benimle samimi olmayan insanın benim fiziksel özelliklerim hakkında yüksek sesle konuşmasını dört dörtlük bir terbiyesizlik olarak da görüyorum.
Yani ben de o zaman karşımdakine ‘Yahu senin de suratından aptallık akıyor. Ayrıca sapsarı suratın. Kötü bir hastalığa tutulmuş olma sakın’ desem...
Sonra da ‘Kilo rejim yapınca gider ama aptallık kalıcıdır bunu da bil’ desem.
Veya bana hitap eden kişi kadınsa ‘Bayan ben şişko olabilirim ama siz de çirkinsiniz. Üstelik kilo rejimle gider ama sizin çirkinliğiniz sadece kapsamlı bir estetik operasyonla yok olabilir. Ondan da pek emin değilim ya’ diye konuşsam.
İyi mi olur yani?
* * *
Şimdi açıklıyorum kardeşim. Dikkatle okuyun beni.
Ben Türkiye'nin yeni Orson Welles'i olmaya karar verdim.
Hayat amacım bu.
110 kiloyu kendime uygun görüyorum, o hedefe doğru gideceğim.
O kiloyu bulduğumda gazeteden atılırsam ne iş yaparım korkum da kalmayacak.
Çünkü atıldığım gün Maraş dondurması satan bir dükkánda üzerime aşçı kıyafetleri giyerek müşterilere dondurma satacağım.
Benim küçüklükten beri hayalimde yatan meslek dalı budur aslında.
Ayrıca kilom arttıkça dans etmenin bana daha çok yakıştığını da fark ettim.
‘John Travolta sendromu’ diyorum ben buna.
O da kilo aldıkça harika hareket ediyor müzik eşliğinde.
Eğer bana inanmıyorsanız ‘Michael’ adlı filmi alın da bir izleyin bakalım.
Hareketimi aynen onun gibi yapıyorum. Kollarımı göğsümün üzerinde çapraz hale getiriyorum.
Hafif öne eğiliyorum.
Bir omuz öne, sonra öbür omuz öne.
Adımlarım ufak ufak.
I LOOK SO COOL (Çok harika görünüyorum.)
Göbeğim de güzelce sallanıyor, dans ederken vücudumun tümünün hakkını tamamen verebiliyorum.
En sevdiğim müzik de THAT'S THE WAY AHA AHA I LIKE IT AHA AHA THATS THE WAY AHA AHA I LIKE IT
Tamam mı ben kendimi böyle seviyorum.
Yorumlarınızı kendinize saklayın.
Eğer kendinizi bu konuda katiyen tutamayacak haldeyseniz bari arkamdan konuşun.
Çünkü dediğim gibi ben böyle seviyorum.
Paylaş