ÖNCEKİ gün memleketim hakkında derin düşüncelere dalmıştım.
Türkiye'nin bu durumdan nasıl kurtulacağı, ekonomik krizin nasıl aşılacağı, Irak savaşının bize nelere mal olacağı ve laisizmin meselelerini kafamda evirip çeviriyordum.
Tam son derece ciddi sonuçlara varmak üzereydim, hemen her konuda çözümler net olarak önümde gözükmeye başlamıştı ki....
Tüm düşünce sistematiğim Rana'nın ‘‘Haydi çarşıya gidiyoruz’’ cümlesiyle tamamen çöktü. Rana ile birlikte çarşıya çıkma fikri bile düşüncelerimin hemen tamamını öldürmeye yetiyor.
Çarşı fikri fiiliyata dökülünce de düşünce düzeyinde intihar beni kesmemeye başlıyor artık, fiziksel intihar fikri de hemen her zaman güzel gözükmeye başlıyor gözüme.
*
Yine aynı düşüncelerle doldum dolmasına ama itiraz etmeden de gittim.
Bu dünyada fazla yorulmadan yaşamanın tek yolunun ona mantıki gerekçelerle de olsa karşı çıkmamaktan geçtiğini artık deneme yanılma yoluyla anlamış durumdayım.
Zaten kaşarlıydım da böyle alışverişlere, dolayısıyla olabilecek yeni bir tahribatın fazla olmayacağını düşünüyordum.
Yanılmışım.
Bu kez yeni bir vukuat ile karşı karşıya kaldım.
Beni bebek eşyalarının satıldığı adına dükkán denilen ama aslında üçüncü dünya savaşı çıktığında dev uçakların gizlenmesi için kullanıma açılacağına emin olduğum bir hangara götürdü.
*
Takriben bin civarında kadın vardı içerde.
Kadınların yaşı 8 ay ile 95 yaş arasında değişiyordu.
Önemlice bir bölümü hamileydi ve hamile kadınlara özgü olan ‘‘Ben ne yaparsam haklıyım, kimse bana karşı çıkamaz; çünkü ben hamileyim’’ tavrındaydılar, öyle hareket ediyorlardı.
Açıkçası, anlayacağınız tek motoru arızalanmış eski Alman denizaltıları gibi hareket ederek dolaşıyorlardı etrafta.
Hamile kadınlar dışında şişko kadınlar da vardı, onlar hamile olmadıkları halde aynı hamileler gibi sinirliydiler.
Rana bana bir köşede durmamı söyledi. Zaten bunu söylemese de ben saklanmak için bir köşeye çekilecektim.
Ve bunu söyledikten sonra da elimde tutmam için bazı minik kıyafetleri tutuşturdu ve biraz sonra bunlar arasında seçim yapacağını belirtti.
Ve ben bir anda geçici bir portmanto haline dönüştüm oracıkta ayakta.
*
Cisimleşmiş olmama, tamamen hareketsiz ve sessiz durmama, kimseyi sinirlendirmemek için elimden geleni yapmama rağmen birçok kadın çarptı bana o gün.
Ve istisnasız hepsi de çarpan tarafın kendileri olmasına rağmen benden özür dilememi beklediler.
Ben de özür diledim gayet tabii ki.
O anda yaşamdaki en büyük dileğim; bunun bir mucize olduğunu, gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bile bile istediğim tek şey Rana'nın bir an önce işini bitirmesiydi.
Ancak bu da imkánsız görünüyordu; çünkü o en basit gibi görünen bir şeyi bile seçmekte zorlanıyor gibiydi.
Örneğin bebek için çorap alınacak değil mi, Rana başlıyordu düşünmeye.
Size bir şey söyleyeyim mi, Wittgenstein hayatta bu kadar uzun süre düşünmeye başlasaydı büyük ihtimalle Tractatus'u baştan aşağıya yeniden yazmaya da girişirdi.
Hayatta kimsenin bu kadar uzun düşünme lüksü bence olmamalı ama Rana bu tür benim hayatla ilgili gözlemlerime pek aldırmadığından hızla geri gelmesi de mümkün değildi.
*
Bütün bunlar olurken iki şeyi daha fark ettim.
Bir kere hangarın çeşitli yerlerine dağılmış, aynı benim gibi sessiz ve hareketsiz duran bazı adamlar vardı etrafta.
Bunların hepsi de dehşet ifadesiyle bakıyorlardı etrafa, gözleri faltaşı gibi açılmıştı.
Etraflarında olan bitenle ilgili en ufak bir nosyonları yoktu ve tamamen katatonik vaziyettelerdi.
Ben durumu biraz daha tahammül edilebilir kılmak için orada değil de tamamen başka bir yerde olduğumu hayal etmeye başladım bir ara.
Miami'de deniz kenarındaydım, yanımda soğuk Sancarre şarabım vardı, kitaplarım da diziliydi şezlongun yanındaki masada ve deniz de harikuladeydi.
Bakın sizi ikaz ediyorum; bu müthiş hayalimi de, yanında bir kadın var mıydı gibi bir soruyla bozmaya yeltenirseniz kesin kafa atarım, bunu da bilin!
Miami'deki kadınların tümü o gün Key West'e alışverişe gitmişti tamam mı, hayalim o kadar mükemmeldi yani.
Bunu düşünürken elimde olmadan gülümsemişim, zaten korkunç şişman olan, bir de üstüne üstük mucizevi şekilde hamile kalmış bir kadın bana kızgın şekilde bakmaya başlamıştı, onu fark ettim.
Kendisiyle alay ettiğimi sanıyordu büyük ihtimalle, aslında ediyordum da ama bu gülümsemem onunla bağlantılı değildi. Alayımı içime atmıştım ve şimdi bu kadın büyük ihtimalle üstümde zıplayıp beni öldürecekti. Öldüremese bile sakat kalacaktım.
*
Bunlar olurken başka bir şey daha dikkatimi çekti.
Dedim ya orada bin kadın vardı. Sayı yüz bin olsa da bir şey fark etmezdi; çünkü bu kadınların her biri tuhaf bir şekilde hareket etmelerine ve çoğu da sinirli olmalarına rağmen o kalabalık içinde bile birbirleriyle en ufak bir tartışma yaratmadan, çelişki filan olmadan alışveriş yapıyorlardı.
Onlar alışveriş yaparken mağaza tahrip de oluyordu bir yandan ama birbirleriyle en ufak bir temas bile olmuyordu.
Bu bir mucizeydi bence. Orası spor eşyaları satan bir dükkán olsaydı ve bin kadın yerine bin adam alışveriş yapmaya çalışsaydı, iki saat içinde en azından 20 ölü, 40 küsur ağır yaralı verilmesi işten bile değildi.
Neyse üç saat kadar sonra Rana geri geldi.
Satın almaya değer fazla bir şey bulamamıştı dükkánda.
‘‘Yarın başka dükkánı deneriz’’ dedi bana.
Bu arada ayaklarım uyuştuğundan ben yürüyemiyordum ve bu tahribatın kalıcı mı yoksa geçici mi olduğunu zaman gösterecekti büyük ihtimalle.