Paylaş
Yılbaşı ve bayramlar yaklaşırken herkes mutlu olur...
La, la, la diye şarkılar söylerler.
Ben ise aynen o günlerde acı çekmeye başlarım.
Çünkü yılbaşında ve bayramlarda tabiatın tuhaf bir cilvesi nedeniyle babam olan kişi bize gelir.
Yılbaşına on gün kaldı ve acı günler tabii ki yine yaklaşıyor.
O nedenle bugün dört yıl kadar önce yazmış olduğum bir yazıyı tekrar yayınlıyorum.
O günlerde Washington'daydım. Babamla 15 ay kadar görüşmemiştik. Ne yazık ki o mutluluğum da uzun sürmedi ve beni ABD'de ziyaret etmeye kalktı.
Aşağıdaki yazı ziyaretin birinci haftasında yazılmıştı.
***
Mayıs ayının 17'sinde, yaklaşık 22 yıldır kafamı meşgul eden şu soruların cevabını aniden keşfettim:
1- Stalin ve Mao Tse Tung ‘‘Diyalektikte uzlaşmaz çelişki’’ kavramıyla neyi anlatmaya çalıştılar?
2- Beni doğduğumda hastanede başka bir çocukla karıştırdılar mı?
3- Amerikalı gençler 18 yaşına geldiklerinde neden alel acele evden kaçıyorlar?
Her şey babam Hamit Turgut'un bir aylığına Amerika'ya gelmesiyle başladı.
Daha gümrük çıkış kapısında onu gördüğümde her şeyin bir ay boyunca son derece sorunlu ve kaotik olacağını fark ettim.
Uçakta pipo içmesine izin vermedikleri için çok sinirliydi ve gördüğü her ırktan insanın aleyhine bağırarak konuşarak, kavga çıkartmaya çalışıyordu.
Karşılıklı olarak bütün özlemimizi tam tamına yarım saat içinde tamamen giderdik.
Bana bu yarım saatin sonunda ‘‘Biletimi neden bir aylık yaptırdın, ben 15 günde dönmek istiyordum, sana daha fazla tahammül edemem’’ dedi.
O anda kendimi öldürmek istedim, çünkü ben onun iki ay kalmak isteyebileceğinden korkarak bileti bir aylık yaptırmıştım.
***
Birinci saat sonunda 15 aydır sanki hep aynı evde yaşıyormuşçasına birbirimize sinirlenmeye başladık.
İşte ben o anda ‘uzlaşmaz çelişki’ kavramıyla babalar ve oğullar arasındaki ilişkinin anlatılmak istendiğini fark ettim.
Mao ve Stalin'in de babaları benimki kadar tuhaftı anlaşılan.
İkinci saatte eve yeterli miktarda rakı stoku yapmamışsam, bana karşı şiddet kullanacağı tehdidini savurdu.
Gerekirse büyükelçiliği basarak onların rakılarına el koyarız dedi.
Yolculuktan yorgun olduğu için uyuduğu takdirde düzeleceğini umuyordum.
Ancak dinlendikten sonra çok daha tuhaf hale geldi.
Sokakta yürürken neden taşıdığını anlamadığım bastonu ile çeşitli insanları göstererek onların aleyhine sürekli yorumlar yapıyordu.
Bir ara ‘‘Beni bıçakçı dükkânına götür’’ diye tutturdu.
Dükkândaki bütün öldürücü aletleri tek tek, büyük titizlikle inceledi.
Daha sonra da bu dükkânda ateşli silah satılmadığını öğrenince mutsuz oldu.
***
Bu yazının yazıldığı akşam da doğduğum hastanede beni başka bebekle karıştırmadıklarını kesinlikle anladım.
Çünkü babamda gözlemlediğim davranış bozukluklarının hemen hemen aynıları bende de vardı.
Ayrıca aynı zevksizlikleri de paylaşıyorduk.
Eve gelmeden önce çıplak kadınların dans ettiği bara gitmiştik.
Sahneye birbiri ardına şahane vücutlu kadınlar çıkıyordu.
Bir ara babam ve ben bunlara değil de evrensel birçok kritere göre çirkin diye nitelendirilebilecek servis yapan kadına şehvetle bakmakta olduğumuzu fark ettik.
Zevkleri böylesine birbirine benzeyen şekilde deformasyona uğrayan iki insan ya ikiz kardeş ya da baba-oğul olabilirdi. Ve biz kesinlikle ikiz değildik...
***
Bir sabah kalktığımda mutfağın düzeninin tamamen değiştirilmiş olduğunu gördüm.
Yemek yeme, yatma, yıkanma, içki içme, yürüme biçimimde ve kadınlara yaklaşımımda kendine göre tamamen yanlış gördüğü noktaları bana sürekli olarak yüksek sesle sayıyordu, bunları düzeltmeye çalışıyordu.
İşin son derece vahim yanı bunları beni gerçekten sevdiği için yapmakta oluşuydu.
Tabii tahmin edersiniz ki sinirlerim karaya alınmış deniz anasının can çekişme anındaki gibi laçka olmuştu.
Bir ara sokakta yürürken sürekli ağzında taşıdığı pipoyu aniden içeriye doğru itsem acaba beyinciğini parçalamayı başarabilir miyim diye düşündüm.
Bu düşüncemi kendisine açtığımda bana döndü ve ‘‘Bir dene şansını. Ancak başaramazsan da hemen kaç, çünkücüm çok kanlı olabilir’’ diye gülümseyerek konuştu.
Sonradan düşünüyorum da, o bir ay boyunca baba-oğul ortak paylaştığımız en güzel an televizyonda izlemekte olduğumuz filmde Van Damme'ın bir adamın kulağını makasla kestiği sahneydi. Baba-oğul buna katılarak gülüp, şerefe içmiştik.
Paylaş