Paylaş
27 Nisan 1999 tarihli Hürriyet'te yer alan Ertuğrul Özkök'ün yazısı son derece çarpıcı ve düşündürücüydü.
Genel Yayın Yönetmeni'nin verdiği bilgiye göre Dünya Gazeteler Birliği 12 Haziran günü İsviçre'nin Zürih kentinde toplanacak.
Dünya Gazeteler Birliği, dünyanın önde gelen yayın kuruluşlarının sahiplerini biraraya getiren bir kuruluş.
New York Times'ın başkan yardımcısı, The Guardian gazetesinin editörü, Die Zeit'ın genel yayın yönetmeni gibi insanlar orada sektörü tartışacaklar.
Türkiye'den ise toplantıya bir tek isim davet edilmiş.
Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir.
Sayın Bir'in davet edildiği panel tartışmasının konusu ise ‘‘Basın Özgürlüğünün Sınırları Var mıdır?’’
*
Genel Yayın Yönetmeni, Çevik Bir'in bu toplantıya katılmayacağını yazdı.
Doğru olan budur.
Katılsaydı dünyaya rezil olurduk.
Konu Çevik Bir'in şahsı ile ilgili değil. Gazetecilerin katıldığı bir toplantıya Türkiye'den orgeneralin davet edilmesi zaten yeterince bizleri üzmesi gereken bir gelişme.
Bir de katılsaydı sizi bilemem ama ben utançtan yerin dibine geçerdim.
Mesele Türkiye'nin dışarıdan nasıl algılandığıyla ilgili ve bu davet de gösteriyor ki durum pek parlak değil.
*
Peki ama Dünya Gazeteciler Birliği neden Türkiye'den bir tek onu davet etmeyi tercih etti.
Bu sorunun bütün gazetecilerce sorulması, cevabın da açıkça tartışılması gerekiyor.
Acaba bu yabancılar bizim bilmediğimiz bir şeyler mi biliyorlar?
Bizden gizlenen bir şey varsa, neyse açıklasınlar da öğrenelim.
Türkiye'den böyle bir platformda yer alıp da konuşmasıyla insanları etkileyecek en az 10 medya insanını hiç zorlanmadan sayabilirim.
Yoksa yabancı meslektaşlara göre Türkiye'de böyle bir toplantıda konuşacak kalitede bir gazeteci, bir medya sahibi mi yok?
Bunu mu söylemek istiyorlar acaba suratımıza?
*
Nereden bakarsanız bakın olay Türk basını açısından son derece üzücü.
Şimdi kendimizden saklamamıza gerek yok.
Yabancı meslektaşlar bu davetleriyle Türk basınına ‘‘Sizin ifade özgürlüğünüz sınırlı. Bunun sınırlarını da askerler çiziyor’’ diyorlar.
Bu davetin anlamını görmemekte ısrar etmek devekuşunun tehlike karşısında başını kuma sokmasıyla eş değerdedir.
Eğer böyle görüyorlarsa hem onlara cevap vermeliyiz hem de bu tür algılama nereden çıktı onu da sorgulamalıyız.
Acaba geçen yıllarda Türk basını manşetleriyle, yazılarıyla bu tür bir izlenim mi yarattı?
Bu tartışılmalıdır.
Eğer bu imajın çıkmasında bizim de suçumuz var ise, bunun üzerine gidilmeli bir daha hata yapmamak veya böyle bir algılamanın doğmaması için ne gerekiyorsa onu yapmak gerekiyor.
Ben askerlerin böyle bir Türk basını imajı sunulmasından son derece rahatsızlık duyduklarına eminim.
Ancak biz kendimizi eleştirirken onların da ‘‘acaba böyle bir imaj doğmasında bizim de bazı sorumluluklarımız oldu mu’’ diye düşünmelerinde ülke açısından yarar var.
Şunda hemfikir olalım: Tarafsız basın ülkenin geleceğinin garantisidir.
Bunu el birliğiyle zedeler ve son davet olayında görülen türde imaj hatalarının ortaya çıkmasına yol açarsak bunun cezasını hep birlikte çekeriz.
Paylaş