Paylaş
12 Eylül'e giden günlerden bir gün Ankara'da Hukuk Fakültesi'ndeki odamda oturuyordum.
Son sınıfa geçmeye hazırlanan öğrenci geldi odama.
Devrimcilerin çok saygı duyduğu bir gençti. Sıcak günlerdi o günler ama o meselelere hep soğukkanlı bakmayı başarırdı.
Yaşça ondan büyük olmama rağmen beni de zaman zaman sakinleştirdiğini hatırlarım onun.
Bir süre sohbet ettik onunla.
İşi olduğunu, gitmesi gerektiğini ancak sohbete pazartesi devam edebileceğimizi söyledi. Çok sevineceğimi, pazartesiye mutlaka görüşmemiz gerektiğini söyledim.
Öpüştük, ayrıldı. 15 dakika sonra silah sesleri geldi.
Fırladım odadan. Caddeye çıktım. Siyasal ile Hukuk arasındaki yokuşun caddeyle birleştiği köşede kanlar içinde yatıyordu. Ölmüştü.
Bu beni derinden yaralamış olayı eski kinleri ortaya dökmek için filan yazıyor değilim.
Ancak o anda elimde silah olsa ve onu vuranı veya arkadaşlarından bir tanesini karşımda görsem hiç düşünmeden katil olurdum.
***
Darbe oldu, yedi ay kadar geçti.
O aralar benim de ilk partide aralarında yer alacağım öğretim üyesi kıyımı henüz başlamadığından görevleri sürdürüyorduk.
Siyasal'da yaptığımız toplantıda ben hocalara ‘‘İstifa edelim, çünkü bu işin sonu yok bizi burada tutmazlar’’ dediğimde bu da birkaç kişi dışında taraftar bulmamıştı.
(Yılmaz Güney meselesiyle başlayan tartışmaya meseleyle sadece alay ederek yaklaşmayı tercih ederek beni şaşırtan Tuğrul Eryılmaz'ı bu toplantı nedeniyle tekrar sevgiyle hatırladım.)
Memlekette tam bir baskı yaşanıyor, biz o arada imtihan filan yapmaya çalışıyoruz.
Çok sevdiğim bir kız öğrencim aylardır ortada yoktu, baktım o gün sınavda salonun üst kısmında oturuyor.
Hemen yanına gittim. O bakışı unutabilmem mümkün değil. Bitirmişlerdi kızı işkencede.
Gözünün feri sönmüştü, gülümsemek istedi gülemedi.
Aynen o gün de hiç düşünmeden katil olabilirdim işkenceciyi bulabilsem.
***
Dediğim gibi bir dönemi bu acıklı yönleriyle tekrar hatırlayıp kin beslemek filan değil niyetim. Kini rasyonel düşünce eleğinden geçirip, içimde uyanan isyanı daha yapıcı yönlere kaydırmayı öğrendim.
Ancak o dönem toplu bir çılgınlık yaşanıyordu. Hepimiz çok farklı insanlar olmuştuk. Hayatın bizi nerelere sürükleyeceğini bilmiyorduk ve dahası sürükleneceğimiz yer de fazla önemli değildi.
Karşılıklı bilenen kin duyguları ön plandaydı ve bunlar da hemen her şeyi belirliyordu.
***
Yılmaz Güney eğitimli bir insan değildi. Yetişmiş olduğu ortam da kabadayılığa iyi gözle bakan bir kültüre sahipti.
Kitaplar devirmiş, bilimsel düşünceyi içselleştirmiş insanların bile en küçük bir provakasyonda öç alma havasına girebildiği bir Türkiye'de Yılmaz Güney'in cinayet işlemiş olması sürpriz değildir.
Nedeni şöyleydi, böyleydi önemli değil. Önemli olan çıldırmış bir ülkede, kalpleri iyi olmakla birlikte ne yapacağını şaşırmış insanların da çılgınlığa her an düşme potansiyelleri olduğunu görmemizdir.
***
Güney'in yaşam biçiminin, filmlerinin mesajlarının yanlış olduğunun vurgulanması bu nedenle bir insana saldırı olarak algılanamaz.
Çünkü en azından ben o dönemde bu hisleri paylaşıyordum ve kötü niyetle saldırı planlamış olsam ilk başta bunun kendi geçmişime saldırı olacağını görüp bundan vazgeçmem gerekirdi.
Ama kendi yaşamıma olduğu kadar başka insanların yaşamına yaklaşımda da acımasızım.
Türkiye'de bir insan tipi var. Güzel sözlere, soyut fikirlere sahip çıkmaya her an hazırlar, ancak bu sahip çıktıkları fikirlerin nelere yol açtığını da hiç duymak, görmek istemiyorlar.
Üstelik bu insanların olanca güçleriyle sahip çıktıkları fikirlere inanan insanların yediği darbelere de muhatap oldukları pek söylenemez.
Bunların çoğu izleyici konumunda.
Yılmaz Güney'in bugün de aynen 20 yıl önceki kadar önemli olduğunu söylemek ancak benim ve konuyu sakin tartışmaya çalışan başkalarının ortaya koyduğu konuları tartıştıktan sonra mümkündür. O filmlerde verilen mesajlar, çizilen sosyalist tipi, mücadele yöntemleri tartışılır ve yanlışların bir daha yapılmayacağı sağlam bir teorik çerçeve kurulursa Yılmaz Güney'in önemli olduğunu söylemenin bence hiçbir sakıncası yoktur.
Paylaş