Paylaş
Her mart ayı başında içimi bir heyecan kaplar.
Çünkü bilirim ki bu sevimsiz ay içinde ‘Kadınlar Günü’ kutlanacaktır.
Dolayısıyla en azından martta yazacak konu bulma mücadelem daha bir hafif geçer.
‘Gün’ ile ilgili düşüncelerimi siz sevgili halkıma sunmak zorunda olduğum için bir yazı konusu da otomatikman çıkmış oluyor.
Sırf bu nedenden dolayı kadınlara sonsuz teşekkür ediyor ve onlara başarılar diliyorum.
Ayrıca sırası gelmişken yaklaşmakta olan kurban bayramlarını da kutluyorum.
***
Anti-kadın bir yazı yazacağımı düşünenler yanılıyorlar.
Çünkü bir şeye ‘anti’ olabilmek için ilk önce onu anlamak gerekiyor.
Örneğin Engels ‘Anti-Dühring’i yazabilmişti çünkü Dühring'i iyi anlamayı başarmıştı.
Ben ise kadınları anlama iddiasında değilim. Ve hatta beni bu konudaki fikirlerimi söylemem konusunda illa da zorlarsanız onların anlaşılabilmesinin mümkün olabildiğine de katiyen inanmıyorum.
Bunun nedeni konusunda bence en güzel tespiti aynı zamanda part-time filozof olan Jack Nicholson yapmıştır. ‘As Good As It Gets’ filminde bir hayranı romancı Nicholson'a kitaplarındaki kadın kahramanları nasıl olup da bu kadar iyi tanımlayabildiğini sorar.
Nicholson'un cevabı bence son derece derin bir dünya görüşü ve tecrübe içeriyor.
Şöyle cevap verir:
‘‘Gayet basit.
İlk önce bir erkeği düşünüyorum.
Sonra onu her türlü toplumsal sorumluluk ve rasyonaliteden muaf tutuyorum.
Kadın böylece mükemmel biçimde tanımlanmış oluyor.’’
Eh, durum böyle olunca onları anlamaya çalışmak da abes gayet tabii.
***
Aslında tahmin ediyorum ki kadınların erkeklere tuhaf gelen bütün davranışlarının ve düşüncelerinin temelinde de mutlaka ama mutlaka kendilerine özgü bir mantık silsilesi vardır.
Vardır da bunu erkeklerin bulabilmesi mümkün değildir.
Durum böyle olunca da hayatta erkeğin işi çok zorlaşıyor aslında.
Çünkü erkek katiyen anlamadığı, bilemediği, tanımadığı bir kadına hayat boyu uyum sağlamaya çalışmak zorunda kalıyor.
Sonuç ise tabii ki büyük bir fiyasko oluyor ve üstelik erkek bu nedenle de kadın tarafından suçlanıyor.
***
En küçük olayda bile durum böyle.
Örnek vereyim size.
Geçen akşam eve balık aldım.
Rana'ya ‘‘Bürodan çıkarken haber ver, fırını yakayım’’ dedim.
Büro ile ev arası taksiyle 10 dakika.
Bunun değişmesi fizik kurallarına göre mümkün değil.
Tam çıkarken aradı. Fırını yaktım.
10 dakika sonra eve girer girmez, ‘‘Balık hazır mı, çok açım’’ dedi.
Dünyada fırında 10 dakikada pişebilecek lüfer yok. Fırında 10 dakikada pişiyorsa lüfer o aslında büyük ihtimalle tedbili kıyafet dolaşan bir hamsidir. Rana da bunu biliyor. Bunu bile bile planı kendisi yapıyor. Plana tamamen uymamı bekliyor.
Sorun çıkmasın diye onun hazırladığı planın kurallarına kesin bir şekilde uyuyorum. Ama sonuçta yine ben yanlış yapmış oluyorum.
Şimdi diyeceksiniz ki neden karşı çıkmıyorsun bu duruma.
Arkadaşlar, kardeşlerim.
Ben temelde bir bilim adamıyım. Bilim adamı olduğum için de tabiat kurallarının benim onlardan hoşlanıp hoşlanmamamdan bağımsız olarak işlediklerine inanırım. Bu yüzden evliliğimiz de pürüzsüz gidiyor. Çünkü ben her türlü irrasyonaliteyi kabul etmeye hazır durumdayım.
Yenilgimin tadını çıkarmayı öğrendim anlayacağınız.
***
Kadınlar erkeklerden ne isterler? Beklentileri nedir?
Bu konuda binlerce kitap yazıldı. Daha da yazılacak.
Kitap yazarak bu konuyu çözmek mümkün değil.
Konu erkeklerin kadınlardan ne istediği olsaydı, öyle binlerce kitap filan yazmaya da gerek kalmazdı. 10-15 sayfalık, büyük bölümü resimli bir broşürle halledebilirdik bütün meseleyi.
Erkeklerin kadınlardan ne istediği konusunda kafaları nettir.
Alın mesela Woody Allen'ı
‘Deconstructing Harry’ (Bizdeki korkunç adıyla ‘Yaramaz Harry’) filminde Allen evine bir fahişe çağırır.
Kadın ona ‘‘Benden ne yapmamı istiyorsun’’ diye sorar.
Woody Allen gayet nettir bu konuda:
‘‘Beni ilk önce bağlayacaksın, sonra biraz döveceksin sonra da oral seks yapacaksın' diye cevap verir.
İşte bu noktada ‘Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten Gelir' kitabında anlatılan türden grotesk bir komünikasyon problemi yaşanmaya başlanır. Kadın ‘‘Anladım ilk önce oral seks yapacağım, sonra bağlayacağım, sonra döveceğim’’ der. Woody Allen müthiş panikler. Haklıdır da paniklemede. Yani bu sıralamanın Woody'nin yaptığı şekilde yapılmaması durumunda ne büyük felaketler olabileceğini anlamak için erkek olmak gerekiyor. Kadınlar bunu anlayamaz.
Neyse, yine tekrarlar sıralamayı.
Kadın bu kez de ‘‘Peki neyle bağlayayım seni’’ diye sorar.
O noktada da Woody erkekliğini, erkeklerin kadınlardan beklentileri konusunda netliğini ortaya koyar. Kadının çıplak bacaklarına bakar ve:
‘‘Vallahi aslında çorap giyecek olduğunu ummuştum, ama’’ diyerek diyaloğa noktasını koyar.
***
Söz konusu fahişe erkek olsaydı, kadına soracağı ‘Benden ne istiyorsun' sorusuna ‘Seviştikten sonra televizyon seyretmemeni istiyorum' cevabı alacaktı.
Sadece bu cevap bile iki cins arasında komünikasyonun ve anlaşmanın imkánsızlığını ortaya koyar.
Son söz ise Marilyn Monroe'nun: ‘Benim popom çok ama çok büyük. Erkekler bundan hoşlandığını söylüyorlar. Ne kadar aptalca değil mi?'
Bilmem ki Marily, öyle herhalde ya, ne bileyim ben?
Paylaş