Paylaş
Pazar günü Taksim'den Sarıyer'e minibüsle gittim.
Üstelik ayakta durmak zorunda kaldım yol boyunca.
Bu yolculuk esnasında kazanmış olduğum deneyim, dört aylık bir komando eğitimine eşit zenginlikteydi.
Bu 45 dakikadan sonra vücudum artık bir canlı ölüm makinesine dönüşmüş durumda.
İstenilen yerde, istenilen düşmanla çarpışmaya hazırım şu anda.
***
Hayır, minibüsle seyahat ederek gazete yönetimine bir mesaj filan vermek istemiyorum.
Bu tür konularda karar verme yetkisi bende olsa, ben tercihen Taksim'den Sarıyer'e helikopterle giderim.
Ancak Rana büyük ihtimalle bana hayat bilgisi dersi vermek istiyor.
Eline fırsat geçtiği an beni abuk bir ortamın içine itiveriyor.
Üstelik orada oturacak yer de olmuyor çoğu zaman.
***
Onun bu tavrı, ben son seçimde ÖDP'ye oy vereceğimi açıkladıktan sonra daha da sertleşti.
Size bir şey söyleyeyim mi, Marksist teoriye inananların aynı zamanda halkı da sevmek zorundaymış gibi algılanmaları bu çağın en büyük haksızlıklarından bir tanesidir.
Bu bir trajedidir.
Halbuki Marksistler, okullar olmadan milli eğitimi yönetmek isteyen bakan gibi halktan bağımsız olmalılar.
Özellikle Türk Marksistleri için geçerlidir bu; çünkü Marksist teori temelinde rasyonaliteye dayanır, bizim vatandaşlar ise bilindiği üzere birey olarak dünyanın en irrasyonel insanları arasında yer alıyorlar.
İkisini bağdaştırmak mümkün değil.
Eğer bana inanmıyorsanız solun tarihini okuyun.
Hemen her durumda bu çelişkiden doğan trajedinin yaşandığını göreceksiniz.
Rana, teori ile pratiğin mutlaka uyumlu olmasına inandığından beni her fırsatta vatandaşla temasa zorluyor.
Son minibüs olayı da bundan çıktı işte.
***
Ayakta seyahatimin ilk 10 dakikasında kendimi Disneyland'deki Uzay Macerası reyonunda zannettim.
Minibüs her fırsatta yeni yolcular almak içi manevra yaptığından ve yollarımız da değil manevra yapmak düz gitmeye bile uygun olmadığından, üstelik ben de bu tür şeylere eğitimli olmadığımdan, beş kez ağır yaralanma tehlikesi geçirdim.
Bu arada hafiften azar da işittim.
Sadece düşmemeye konsantre olduğum için şoförün sesini duyamamışım. ‘‘Şu arkada duran beyin parasının üstü’’ diyordu şoför.
Onu duyduktan sonra bile bir süre parayı almamak için var gücümle direndim.
Çünkü bana göre, İstanbul'da hiçbir yerde, hiçbir zaman iki kişi için bir milyon lira ücret verip de bunun üstünü almak mümkün değildi.
Şoförün uzattığı parayı kademeli olarak geriye taşıyan zincirin son halkasında duran bayın elinde ise 500 bin liraya yakın para vardı.
Acaba zeká yaşım küçük gösterdiği için bana acıyıp sadece Rana'ya mı para aldılar diye de düşündüm.
Minibüste parayı almamakta ısrarlı olmam tansiyonu bir anda yükseltmişti.
İnsanlar gerginleşmeye başlamıştı.
Birkaç kişinin beni dövmeyi planladıklarına bile eminim.
Rana'ya baktım, başıyla al işaretini yaptığı için parayı sonunda aldım.
Sonradan öğrendiğime göre Taksim-Sarıyer arası adam başı 275 bin liraymış.
Taksiyle 4 milyon liraya gidilen bir mesafenin 275 bin lira olması, bu memlekette üstü örtülü bir sosyalizmin yaşandığının en belirgin deliliydi bana göre.
Bu da ikinci trajediydi, çünkü bir Marksist için halktan sonra en rahatsız edici şey kendisinin sosyalist bir sistemde yaşamak zorunda kalmasıdır.
Minibüste bir anda soğuk terler dökmeye başladım.
***
Sonra Rana'nın istediği tam anlamıyla oldu, halkla tam anlamıyla, dört dörtlük bir dayanışma içine girdim.
Ben bugüne kadar bir minibüse, ayakta taş çatlasa iki veya üç kişi alırlar zannediyordum.
Oysa gelenek, yolda ne kadar yolcu varsa onların tümünü içeriye doldurmakmış.
Yolcu sayısı önemli değil; çünkü minibüsün kapısı hemen her durumda içeride kaç kişi olursa olsun kapanmayı başarıyor.
Bunun size sağladığı bir avantaj da var tabii. Bir süre sonra minibüs 90 kilometre hızla manevra yaparken bile bir yere tutunma ihtiyacını hissetmiyorsunuz.
Gizli sosyalist sistemde halk dayanışması öylesine mükemmel ki bu dayanışma tam vücutsal dayanışma şekline dönüşüyor.
Bir sınırdan sonra minibüste isteseniz de düşmeniz mümkün değil.
Tabii bu benim gibi utangaç insanlar için bir sorun yaratabilirdi.
Yani Allah'tan son durakta inecektik o gün. Arada bir yerde benim, şoföre o kalabalık içinde sesimi duyurabilmem, sonra da o kalabalığı yarıp inebilmem mümkün değildi.
Varacağım yere hiç gidemeden, durmadan Taksim-Sarıyer arasında gidip gelmek ise, bu iş ne kadar ucuz olursa olsun benim ‘‘Harika bir pazar geçirdim’’ kavramından anladığım şey değildi.
Yarın: Minibüste üstüne üstlük bir de çocuk vardı ve dahası o parmağımı tuttu. Ayrıca IMF neden Türk ekonomisini mümkün değil düzeltemeyecek, bunu da açıklayacağım.
Paylaş