DEMOKRAT Parti iktidarı döneminde köylü sınıfı ilk kez siyasetin içine çekildi.
Tek Parti Dönemi'nde köylülük, toplumun diğer yönlerinde yapılan zorunlu yatırımların bir finansman kaynağı olarak görülürdü.
1946'dan itibaren ise demokrasinin bir gereği olarak köylülere de yaratılan değerlerden paylar verildi.
Ve tabanın da siyasetin içine belirleyici güç olarak çekilmesiyle Türkiye'yi hálá daha kapanına almış ve bırakmayan büyük çatışma da başladı.
Cumhuriyet tarihinin belgelerini dikkatle, sabırla okursanız, bu toplumun yöneticilerinin ‘‘din meselesini’’ nasıl çözecekleri konusunda muazzam bir kafa karışıklığı yaşandığını görürsünüz.
Bu da çok doğal zaten, çünkü hayli karmaşık bir konu bu.
Üstelik dine dayalı bir devlet kurma yanlılarının bu topraklar üzerinde her zaman var olduğu da hatırlanırsa, Tek Parti Dönemi'nin yöneticilerinin konuya hep kuşkulu yanaşmalarını anlayışla karşılarsınız.
Gerçi yapılan tartışmalarda fantastik çözüm önerileri üretenler de olmuştu, örneğin halkın dinini değiştirme gibi yazılırken bile insanı gülümseten komiklikte öneriler de ortaya atılmıştı.
Ne var ki bu tür uç görüşler dışındaki ağırlıklı kesim olaya daha soğukkanlılıkla bakarak çözüm bulmaya çalıştı bu meseleye.
İşleri çok zordu çünkü hele de az gelişmiş bir toplumda hem dini hislerin toplumun genel yapısını kontrol etmemesini sağlayıp hem de bu konuda özgürlükleri teminat almak zorundaydılar.
* * *
Dediğim gibi bu çok zor bir işti ve bu nedenle de yakın tarihimizin hemen tamamında gözle görülen tartışmaların, krizlerin temelinde bu çözülmemiş sorunun sancıları yatmaktadır.
Sorun çözülmemiştir çünkü ‘‘Türk modeli’’ olarak ortaya sunulan şey sonuçta yaşamını dini görüşüne göre yaşamayı seçen insanların kendinden sürekli tavizler vererek var olabilmelerini öngörmektedir.
Böyle bir şeyin bir model olamayacağı, toplumda huzursuzluklar yaratacağı belliydi ve böyle de olmuştur hep zaten.
* * *
Bu mesele Türk insanının bütün potansiyelini teslim alacak kadar ağır bir yük oluşturmaktadır toplumun üstünde.
Üstümüze çöreklenmiş olan bu yükten bir şekilde kurtulmalı ve bu konuda bir uzlaşmayı zorlamalar olmadan sağlayıp geleceğe doğru yürüyüşü başlatmalıyız.
İşte ben bunun önemine samimi bir şekilde inandığımdan dolayı olası bir AKP iktidarını korkarak değil, içimde bir umut taşıyarak beklemekteyim.
Bugün bu partiye karşı ittifaklar oluşturulmaya çalışılıyor yeniden. Ecevit net olarak konuşuyor, öcülere işaret ediyor, diğerleri arada yumuşak laflar söyleseler de kafalarında aynı öcü var ve bundan kaynaklanan korkuları kaşıyorlar.
Ben korkulara dayalı, sadece tepkisel olan bu tür ittifaklara destek vermeyeceğim. Çünkü çıkış noktası yanlış olan, tepkisel olan bu partilerle bir yere gidilemeyeceğini düşünüyorum.
Bence yanlış olarak ‘‘Beyaz Türkler’’ diye adlandırılan insanların hislerine hitap ettiklerini söyleyen bu tepkisel hareketlerin, Türk toplumunun temelinde Cumhuriyet döneminin ilk günlerinden bu yana derinde varoluşunu sürdüren yarayı çözebilecek ne güçleri vardır ne de samimi bir programları.
* * *
Bu konuda haklı hassasiyetleri bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri 28 Şubat hareketinin sonuçlarından ciddi bir biçimde hasar görme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bugüne kadar hasar olmamışsa bu sadece Türk insanının orduya olan güven ve inancının gücündendir.
28 Şubat süreci, bunu çok farklı biçimde yorumlayıp uygulayanlar nedeniyle, süreç içinde büyük servet ahlaksızlıklarının yaşanmasıyla, toplumun büyük bölümünün fakirleşmesiyle özdeşleşmiştir insanların kafasında.
Bu çok büyük bir tehlikedir ve öyle sanmaktayım ki ordu da meselelerin Erbakan'ın memlekete hiçbir yararı olmayan zorlamalarıyla ortaya çıkan başlangıçtaki haklı nedenlerinden sapıp bu şekle dönüşmesinden muazzam rahatsızdır.
Dolayısıyla hele şimdi, şu konjonktürde, ortada gerçekten bir tehlike filan yokken tepkici siyasi hareketlerin kendilerini kurtarmak için yine öcüler yaratmaya çabalamaları, laflarıyla ordu kademelerini yine rahatsız etmeye çalışmaları vatana yapılmış bir kötülükten başka bir şey değildir. Bunlar bizi sadece yıllardır sürdürülen kısırdöngüye yine iter, o kadar.
* * *
Bu vatan hepimizin. Herkesin kendisine özgü bir sevme biçimi var onu, herkes kendi kafasına uygun bir yaşam biçimi hayal ediyor kafasında.
Ama benim gördüğüm şu ki Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez ‘‘din meselesini’’ gerçekten çözme yolunda büyük adım atma ve suni olmayan, gerçek kökleri olan bir Türkiye modelini de yakalama şansına sahip olmuştur.
Çünkü yılların deneyimi sonucunda geçmişte yapılan yanlışlar tekrar edilmeyecektir.
AKP'nin Cumhuriyet tarihi içindeki sorumluluğu muazzamdır.
Onlar dediklerini tutarlarsa, bizleri içinden çıkıp geldikleri gelenek gibi yine kandırmazlarsa, Türkiye ilk kez belirli bir süreç içinde hem de kısa dönemde bu korkunç yükünden kurtulup kendini yeniden toparlamaya başlayabilir.
Açıkça söylemek gerekirse, bugün söylediklerinde samimilerse eğer, ben Türkiye'nin zaten uygulamaktan başka çaresi olmadığı bir ekonomik programla bir yandan da Avrupa Birliği'ne giriş adımlarını AKP hükümetiyle atmaya başlamasının bu memleketin nasıl zararına olabileceğini mümkün değil anlayamıyorum.