Paylaş
Ya, Allah'ınızı severseniz şu Meclis'i bir daha pazar günü filan açmayın, olur mu?
Daha da ötesi ilkbahar aylarında seçim de yapmayın. Gidin sonbaharda yapın seçiminizi.
Düşünsenize, İstanbul'da dün tam bir yaz vardı.
Attık kendimizi sokaklara.
Akşamüstü serinliği gelirken rakı içeceğim, kararlıyım daha yataktan kalkarken bile.
Çengelköy'e gittik. Harika her şey.
Ve ben o durumda bir kızcağızın kafasıyla ilgili ne yapıp yapmadığını düşünmeye başlıyorum.
Bana ne ya, şu havanın içine böylesine lüzumsuz bir şekilde edilir mi, yazıklar olsun.
Yani insan bazen lanet ediyor, her şeyden uzaklaşıp gitmek istiyor.
Mutluluk aslında hep detaylarda ve insan onları zorlayarak bulup çıkarmak zorunda.
Pazar günü Çengelköy'de rakı içmek de benim mutluluğum ve bunu yaparken de başka bir şey düşünmek istemiyorum. Hele Meclis'i hiç aklıma bile getirmek istemiyorum.
Ama yok öyle, izin vermeyecekler kafamızı biraz olsun dinlememize.
***
Eğer çevrenizde pazar günü bilinçli tercihiyle evde oturup, televizyonda Meclis'in açılış törenini izlemeyi tercih edenler varsa...
Bilin ki onlar ağır bir ruh hastalığı geçirmektedirler.
En yakın doktora hemen başvurun ve onların acilen tedavi edilmesini sağlayın.
***
Cumartesi günü sokağa çıktım.
Ben Türkiye'de bu kadar fazla sayıda polis bulunduğunu bilmiyordum.
Güzel bir bahar sabahı sokaklarda yürürken etrafta bu kadar silahlı insanın dolaşması, panzerler bulunması insanın sinirini bozuyor.
Yani yanlış anlamayın beni, orada bulunmaları gerekiyor bunu biliyorum.
Ama yine de insan baharın keyfini o ortamda çıkaramıyor.
O anda New York'ta olsaydım keşke dedim.
Bu hava da benimle orada olsaydı.
İlk önce uzun bir yürüş yapardım Washington Square Park'a kadar.
Sonra gider, kendime bir Cafe Americano alırdım Starbucks'dan.
Yanına da bir güzel kek. Ben o muffin'ları seviyorum, taptaze olurlar sabahları.
Sonra New York Times'ı alsam.
Cumartesi günleri bu fazla riskli bir olay değil. Aynı şeyi pazar yapmaya çalışırsanız başınıza kötü bir kaza gelebilir.
Pazar günleri New York Times öylesine çok sayfadan oluşuyor ve öylesine ağır ki bir elinizde kahve varken onu da taşımak mümkün değil. Hatta iki kişi bile gerekebilir pazar günü Times'ı taşımak için.
Sonra gitsem parka.
Arka tarafta, üniversiteye yakın tarafta insanların köpeklerini oynamaya saldıkları park var.
Orası pek şenliklidir. Köpekler birbirleriyle arkadaş olur.
New York'ta hatırı sayılacak sayıdaki aşk da burada başlamıştır.
‘Ah ne de güzel köpek o, cinsi nedir’ diye başlar aşk ve öyle gider işte.
Orada otursam. içtikçe bitmeyen kahvemi içsem, gazeteyi okusam.
Nasılsa akşam olur hemen. O gazete okumakla da bitmez. Hem içinde sinir bozan haber de fazla yok onun. Türkiye ile ilgili bir haber varsa okumadan atlar geçerim.
Sonra da gitsem Il Mulino'da bir akşam yemeği yesem. Yesek demem daha doğru çünkü Rana ile SOHO'da o güzel barmen kızların hazırladığı martinileri içmek için buluşsak mesela.
Sonra gitsek Mulino'ya.
***
Böyle düşünmeye başladım yürürken.
Az daha yanlışlıkla polisin yürümeyi yasakladığı bölgeye giriyordum.
Polise kızmadım baharı rezil etti diye.
O eli sopalı serserilere kızdım. Hani azgelişmiş beyinlerindeki nefret hislerini, insanların zar zor aldıkları arabalardan, ekmek parasının çıkacağı dükkánlardan alan ve bunun adına da sosyalizm diyen serserilerden nefret ettim aniden.
Ulan sizin her yeriniz sosyalist olsa kaç yazar. Sosyalist olabilmek için kitap okumak, düşünmek, insan sevmek, baharı sevmek gerekir.
Nerede ulan onlar nerede ha! Sizin yüzünüzden 1 Mayıs'ın bile içine yapıldı, buyrun bakalım.
Öyle ‘sosyaliste’ böyle de polis.
Arada olan bahara oldu.
***
Dikkat ediyorum etrafta çok mutsuz insan var.
Depresyon geçiriyorlar resmen.
Kafası çalışmayan insan kolay kolay depresyona düşmez.
İyi şeyler olsun diye uğraşan didinen insanlar bunların çoğu.
Ve mutsuzlar.
Cumartresi, pazar günü hissettiklerimle daha da iyi anladım onları.
Olay ha çıktı çıkacak diye diken üstünde otururken.
Havada helipkopterler uçarken.
Polis telsizinin sesinden kuş seslerini duymak mümkün değilken.
Bir kızcağızın kafası pazar gününü kaplamışken.
İnsan tedirgin oluyor ister istemez.
Tedirginlikler birikiyor, birikiyor.
Ve birden bir gün bakıyorsunuz ki içiniz kararmış. Açılamıyor bir türlü.
***
En iyisi ben yine Proust'uma döneyim.
Balkonda Proust okumak.
Her şeyi unutmak o konuşurken.
Bahar yağmuru yağarsa o da umurumda değil.
Geçerim içeriye, alırım kediyi kucağıma, o mırıldanırken okurum ‘Kayıp Zamanın İzinde’yi.
Size bir şey söyleyeyim mi, bu romanın adı kadar Türkiye'yi iyi anlatan başka bir şey de yok.
Paylaş