Paylaş
Her pazar aynı şey oluyor, tarih tekerrür ediyor. Tam ciddi konulu, benim de fikir adamı olduğumu cümle áleme ispat edecek bir yazı yazmaya karar veriyorum...
Örneğin dün hukuk nosyonunun önemi ve bu nosyondan yoksun insanların katiyen başsavcı yapılmamaları üzerine bir yazı yazmak üzereydim.
Bu gibi durumlarda birden ‘derin medya’ harekete geçiyor, gereken tedbirleri alıyor.
Genel Yayın Yönetmeni bir pazar yazısı yazıyor. Konuyu bilerek seçiyor. Öyle ki bunu okuduğum anda cevap yazısı yazmaya mecbur hissediyorum kendimi.
Örneğin bir süre önce üst düzey yöneticilerin seks bağımlılığı üzerine bir pazar yazısı yazmıştı.
Bunu cevabını formüle etmem ve konuyu tüketmem tam bir haftamı almış, halkın hasretle ve belki de gözü yaşla dolu olarak beklediği ciddi konulardaki ciddi fikirlerimi bir hafta sonraya ertelemek zorunda kalmıştım.
*
Dün de aynı şey oldu.
Gayet tabii bu kez durum çok daha vahimdi, zira Ertuğrul Özkök'ün -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- pazar yazısının tümü benimle ilgiliydi.
Rana, cevap yazacağımı bildiği için ‘‘Uzatma meseleyi, tek yazıda bitir bu kez, dizi yazınca sıkıcı oluyorsun’’ talimatını verdi.
Ancak meselenin temizlenmesi tek yazıyla bitecek gibi değil, çünkü hemen her cümlede neredeyse ayrı bir roman yazacak kadar malzeme var.
Bu nedenle yazmayı planladığım konuları ileriye iterek başlayacağım bu yeni yazı dizisi nedeniyle herkesten baştan özür diliyorum.
*
Genel Yayın Yönetmeni dün yazısında benim ‘aslında’ ‘normal’ bir insan olduğumu kamuoyuna açıkladı.
Ancak bu açıklamanın zamanlaması bence hatalıydı. Örneğin dört yıl önce bunu söyleseydi o zaman kariyerim bitmiş olacak ve ben şu anda büyük ihtimalle müteahhitlik filan yapıyor olacaktım.
O zamanlar insanlar, ‘‘Bu yazıları yazan kişi mutlaka anormal olmak zorundadır’’ diye düşünüyordu.
Bugün gelinen noktada ise halk artık ‘‘Bu sıkıcı derecede normal ve tekdüze olan adam nasıl olup da bu anormal yazıları yazıyor’’ diye düşünüyor.
Bunun tespitini beni son derece iyi tanıyan Uğur Cebeci çok eskiden yaptı.
Benimle ilgili bir karara varmak istiyorsanız Uğur'la konuşun.
Uğur bende ‘Gündüz insan, gece hırt’ sendromu olduğunu söylemişti.
Ona göre ben bilgisayar ekranının başına geçince tuhaflaşıyormuşum. Sadece o anda anormalleştikten sonra yazı bitince yine normal hale dönüşüyormuşum.
Bir düşündüm, doğru olması gerekiyor bu tespitin, çünkü olan bitenin başka makul açıklaması yok.
*
Açıklamasında zamanlama hatası büyük olan Genel Yayın Yönetmeni'nin yazısında büyük bir çelişki de vardı.
Diyor ki: ‘‘Ama çok geçmeden onun içindeki ‘muazzam normal insanı' keşfettim.’’
Sonra devam ediyor, aynen aktarıyorum:
‘‘O zamanlar (Serdar) ekonomi muhabiriydi. Çalışmayı katiyen sevmezdi.
Durmadan science-fiction ve polisiye romanlar okurdu. Bir ara science-fiction roman yazmaya kalkıştı.
Sonra ondan da sıkıldı.
Arada sırada trip'e girerdi. Yukarıda bir odaya çekilir, insan içine çıkmazdı.
Bir şeylere küser, ama biz neye küstüğünü bir türlü anlamazdık.
Sonra barışırdı.
Niye barıştığını da anlamazdık.’’
Şimdi arkadaşlar Allah’ınızı severseniz burada anlatılanlar normal bir insanın yapacağı şeyler midir?
Soruyorum size açık yürekle cevap verin.
Dedikleri aynen doğru ve tabii ki cevabınızın kocaman bir ‘Hayır’ olduğunu duyabiliyorum.
*
Bu çelişkiye sadece dikkatleri çekmek istedim.
Dediğim gibi ortada bir zamanlama meselesi var, o zamanlar öyleydim şimdi böyleyim.
Belki de o zamanlar öyle olduğum için şimdi böyleyim, bilemiyorum.
Benim meselem başka.
Genel Yayın Yönetmeni yıllardır ısrarla benim o dönemde çalışmayı hiç sevmediğimi anlatır durur.
Üç yıl önce yine bu meseleyi insanlara anlatırken ondan öcümü harika bir şekilde aldım. Bunu ille de anlatmak zorundayım.
O zamanlar bir atama hatası nedeniyle dış haberler müdürüydüm.
Ben, Genel Yayın Yönetmeni ve Almanya'da Hitler'den sonra en az sevilen kişi olan yurtdışı yayınlar müdürü Ertuğ Karakullukçu, Frankfurt Hürriyet'e gittik.
Hürriyet matbaasında müdürlerin odasına doğru giden koridorda her yılın bir mayıs Hürriyet'lerinin birinci sayfası asılıdır.
Kalabalık heyet halinde bu yolda yürürken Ertuğrul Özkök'ün -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- nedense yine benim aleyhimde konuştuğunu duydum.
Eski Ankara dönemimizde nasıl da hiç çalışmadığımı anlatıyordu insanlara.
Ve işte Allah o anda bana yardımcı oldu.
Galiba 1987 Mayıs Hürriyet Gazetesi'nin ön sayfasıydı tam hatırlamıyorum.
Onu duvarda gördüm. Genel Yayın Yönetmeni'nin omzuna vurdum.
Heyet durdu. Sadece duvardaki gazeteye işaret ettim.
Bir sürmanşet haber. Altında iki imza var. Ertuğrul Özkök-Serdar Turgut.
Ortak haberimiz yani.
O anda suratı maaşıma zam istediğimde aldığı ifadeye büründü ve yaklaşık iki saat kadar sessiz kaldı.
(Yarın: Washington'dan neden döndüm? Potomac'da o gün neler oldu?)
Paylaş