Paylaş
Biliyorum artık konu sıktı.
Başka şeyler yazmam gerekiyor.
Ancak ne var ki olayın etkisini üzerimden atmam mümkün değil.
Genel Yayın Yönetmeni'nin dünya hiyerarşik sistemini bozan davranışına kafayı takmış durumdayım.
Olayı unutayım diyorum, sinirimi bozan başka şeyleri düşüneyim diyorum.
Yapamıyorum.
Her gayretimde onun o salonun ortasında, dünya liderlerinin ortasında gülümseyen fotoğrafı aklıma geliyor. Bu fotoğraf ilginç bir sanat şaheseri.
Bir yandan fotoğrafa bakınca gülümseyen kişiye sempati duyuyorsunuz, hatta onu seviyorsunuz bile.
Başka bir taraftan bakınca da tamamen farklı hislerle doluyorsunuz. Gülen kişiyi bir fırsatını bulsam da boğsam diye düşünüyorsunuz.
Uzun lafın özeti bu durumumun hiç hoş olmadığını, bunun farklı bir sinir bozukluğu olduğunu biliyorum. Ama yapacağım da bir şey yok.
Siz emektar okurlarım bu köşe yazarının yıllardır farklı dönemlerde şiddeti her zaman değişiklikler gösterebilen farklı sinir krizlerine tahammül ettiniz.
Bu kez de lüften bana zaman tanıyın. Bu da geçer. Umuyorum geçer.
***
Aslında sarayda yaşanan skandalın en önemli boyutu Amerikan Gizli Servisi'yle ilgiliydi.
Genel Yayın Yönetmeni'nin saraya elini kolunu sallayarak girebilmesi şaşırtıcı değil.
Çünkü sonuçta onlar Arap ve Araplar ile her türlü düzen anlayışı arasında katiyen uzlaşması mümkün olmayan bir çelişki var.
Herhangi bir kuralı, en basitini getirin Arap ülkesine, bu kural en fazla 15 dakika içinde laçkaya döner.
Genel Yayın Yönetmeni de bu laçkalığı kullanarak girmiş olmalı saraya.
***
Girdi de nasıl sağ salim dışarıya çıktı bilemiyorum.
Halbuki Clinton ile tokalaşmayı başaramadan ya iki bacağının da kırılması, ya da boynunun kırılması sonucu ölmesi gerekirdi.
Amerikan Gizli Servisi önceden tanımadığı insanların Başkan'ın yanına yaklaşmasına katiyen izin vermez.
Hatta bazen tanıdığı insanları da yaklaştırmaz.
Benim bildiğim kadarıyla Gizli Servis, Başkan'ın hayatına yönelik bir tehlike oluşturduğunu düşündüğü an Başkan'ın karısını bile vurma hakkına sahiptir.
Bunu öğrendiğim günden beri Amerikan başkanı olamadığım için çok ama çok üzgünüm. Çünkü Rana benim hayatıma yönelik kesinlikle bir tehlike oluşturmakta. Yani orada olsaydım işi basit ve legal yönden çözme imkânına kavuşacaktım.
Tabii daha da ürkütücü olabilecek şey Amerikan Gizli Servisi'nin Genel Yayın Yönetmeni'ni ‘Dünya Büyükleri’ arasında tanıyıp bilmesidir.
Gerçek eğer böyleyse benim buna tahammül edebilmem mümkün değil, bunu da bilin.
***
Aslında galiba bu tuhaflığı açıklayacak bir başka teorem daha var.
Bence Amerikan Gizli Servisi elemanları karşılarında Türk gazeteci görünce geçici şoka giriyorlar.
Elleri ayakları korkudan tutmaz oluyor adamların. Ve bu geçici inme durumundan yararlanan Türk gazeteciler de o arada yapacaklarını yapıyorlar.
Bakın bunu nereden biliyorum.
Yıl 1993. Güzel bir Washington baharı yaşanıyor. Tansu Çiller o gün Beyaz Saray'da Başkan Clinton ile görüşecek. Türk gazeteciler ordusu Beyaz Saray'daki görüşmeyi izlemek için avluya doluşmuşlar.
Bir süre sonra bir yetkili yanımıza gelerek Türk gazetecilerin hayat tarzına tamamen uygunsuz olan ‘Sıraya girin’ talimatını verdi.
***
Sıraya girin talimatı verilir verilmez bir anda olanlar oldu.
40 kişi aynı anda görüşmenin başladığı yan taraftaki çalışma odasının büyük camlı penceresine hücum etti. Ben biraz geride kaldım, çünkü bu hücumda en azından bir on kişinin Gizli Servis elemanları tarafından vurulacağını düşünmekteydim.
Yemin ediyorum birkaçı silahlarına ellerini attı. Ancak bizimkiler onları katiyen takmıyordu.
Amerikan Gizli Servisi bu adamların kendi memleketlerinde ne belalardan kurtulduğunu bilmiyordu anlaşılan.
Ve size yemin ediyorum en azından üç televizyon kamerası ve beş altı foto muhabiri büyük bir gürültüyle içerde görüşmenin yapıldığı odanın büyük camlarına KÜÜÜÜT diye çarptılar.
Ben Amerikan Başkanı'nın kendi odasında ilk kez bu kadar korku dolu gözlerle dışarıya baktığına şahit oldum. Heyecandan titremeye başlayan Clinton ve Başkan Yardımcısı Al Gore'u Tansu Çiller sakinleştirdi.
***
Bu arada Amerikan Gizli Servisi kendi tarihinde ilk kez ne yapacağını şaşırmış haldeydi.
Türk kafilesinde bir bölüm İngilizce bilmediği bir bölüm ise bilse bile anlamazlıktan geldiğinden hiçbir talimatları yerine getirilmiyordu.
Gizli Servis'te panik başlamıştı.
Bir foto muhabiri arkadaş, kendisine ‘‘Bir adım daha atarsan seni vururum’’ diyen gizli servis elemanına bir omuz atıp geçmeyi bile denemişti.
Gerçi adam omuzu yediği halde yerinden tabii ki kımıldamadı ve arkadaş da geçemedi ama olsun, o çeşitli darbelerle geçmeye çalışıyordu.
En azından onun öldürüleceğine emindim artık ama bu da gerçekleşmedi.
Genel Yayın Yönetmeni'ni karşılarında gören Gizli Servis eminim o günü hatırlayıp geçici şoka girmiştir.
Paylaş