Paylaş
İNSAN, yaptığı iş ne olursa olsun, hayata gerektiğinde alaycı bakabilme yeteneğini kaybetmemelidir.
Hayata derken, burada bunun insanın kendi kendisiyle alay edebilme hissiyatını da kapsaması gerektiğini düşünüyorum.
Kendiyle alay edebilmesi insana güç verir bence.
Yapılan iş ne olursa olsun, dedim ya aslında bu kendisiyle kafa bulabilmek, alay edebilmek, kendisine gülebilmek yeteneği mi, yoksa adını başka ne koyarsınız bilemem, onu kaybetmek en fazla yazarlık mesleğinde çok tehlikelidir.
Bunun örneklerini hemen her gün çeşitli gazetelerde görmekteyiz. Öyle yazarlar var ki adeta ciddiyet krizine yakalanmış gibiler. Kasılmışlar ciddi olacağız diye. Tamam, demiyorum ki laubali olsunlar, saçma konularda yazsınlar veya illa da insanı gülümseteceğiz diye cümleler kurmak için uğraşsınlar.
Herkesin yazıya ayrı bir yaklaşımı var, öyle yazan da var böyle de tabii ki.
Ancak o demin bahsettiğim, kendine ve dünyaya karşı alaycı olabilme yeteneğini tamamen kaybetmiş insanları yazılarından hemen tanıyabilirsiniz.
Kendileri gibi kasılmıştır o yazılar da ve teorik düzeyde bakarsak meseleye şunu bilin ki en önemli hataları da bu tür kalemler yaparlar hep.
***
Konumuz gazete köşe yazıları değil. Konumuz romanlarını hep zevkle okuduğum, Hürriyet günlerinden tanıdığım, müthiş bir kültür, bilgi birikimi olduğunu bildiğim Ahmet Altan.
Onu neden yazı konusu yaptığıma gelince, çıkış noktam yeni romanı değil. Aslında o konuda da rahatsızlığım var; çünkü yine romanın kendisi, iç yapı tutarlılığı, kalitesi, ustalık düzeyi tartışılmıyor, yine bir tarihi vaka tartışılıyor.
Konulara böyle yaklaşmaya devam edersek sonunda Türkiye'de romanı sırf zevk almak için okumak diye bir yaklaşım da kalmayacak. Beyin polisleri onu da ayıp hale filan getirecekler ve ortada sadece tarihi romanlar kalacak diye korkuyorum.
Ama bu başka bir yazı konusu olur belki ilerde.
Ben geçenlerde Ahmet Altan'ı çok ama çok beğendiğim ve müthiş zeki yapılmış bir progam olarak gördüğüm Okan Bayülgen'in Zaga'sında seyrettim.
İlk önce, açıkça söylemeliyim ki, Ahmet Altan'ın Zaga'da misafir olacağını öğrendiğimde hayli şaşırdım.
Galiba bizde de yazarlar ABD'de olduğu gibi yeni çıkan kitaplarını tanıtmak, onun daha çok satılmasını sağlamak için böyle yollara başvurmaya başladılar.
Şaşırdım ve ilk önce biraz tepkili oldum, ama sonra bu meselede yanlış düşündüğümü de kabul ettim.
Çünkü bir yazarın çok satılmak, okunmak istemesi en doğal hakkıydı ve Zaga gibi kaliteli bir program bunun platformu olacaksa, olsundu yani.
***
Olsundu da, bunun bir yöntemi vardır.
Bir insan davet edildiği programa çıktığında o programın havasına uymalı bence.
Yani benim iyi bildiğim örnek olan ABD'de çok önemli bir düşünür, örneğin Dave Letterman şova çıkar, ama gayet tabii profesör ciddiyetiyle oturmaz orada. Programın akışına uyar, espriler yapar, sululuk da yapar gerekirse, kendisiyle ilgili yeni gelişme neyse onu insanlara duyurur ve herkes memnun olmuş bir şekilde program biter.
Ahmet Altan ise o gece maşallah ciddiyetinden hiç taviz vermedi.
Okan Bayülgen ona zeká oyunları yapılarak müthiş espriler patlatabileceği sorular attı, kanallar açtı, o Nuh dedi Peygamber demedi.
Dedim ya kendisini az çok tanırım; benim bildiğim Ahmet Altan istese izleyiciyi kırar geçirirdi.
Eskiden bu gazetede bir ‘‘Bir Günün Hikáyesi’’ köşesi vardı, bilmem aranızda hatırlayanlar var mıdır? Ahmet Altan o kalemiyle hayata alaycı bakışın ne olduğunu orada her gün gösterirdi.
Acaba dedim, onu seyrederken kendi kendime, o bir yazar için olmazsa olmaz sayılan kendisine ve hayata alaycı bakabilme hissiyatını kaybetmek üzere mi ki?
Eğer öyleyse çok üzücü bu, öyle olabilir de yani. Çünkü Türkiye bazen insanlarda bu yeteneği öldürecek yaralar açabiliyor yüreklerde.
Üzücü ve yazar için de çok tehlikeli bu. Bu kadar fazla ciddiyet, güzel yazılar, romanlar yazılmasını, güzel fikirler oluşmasını da engelleyebilir insanda. Ben buna gerçekten inanıyorum ve diliyorum ki Ahmet Altan'ın o akşamki ciddiyeti, alışık olmadığı bir ortamda bulunmasından kaynaklanan çekingenlikten ibaret olsun.
Promosyon falan filan tamam da bence insan ortama uyamayacağını hissediyorsa bu tür programlara katılmamalı.
Katılındığında genelde güzel olan program da kötüleşmeye başlıyor doğal olarak; bu da onu çağıranlara bir haksızlık oluyor sonuçta.
Paylaş