Paylaş
Dünkü yazımı, sabah gazete eve geldikten sonra üç kez daha okudum.
Genelde bir kez okurum kendi yazımı gazete üzerinde.
Yazı bilgisayarda bence ölü duruyor, gazete sayfasında yaşamaya başlıyor.
Ben bazen gazeteyi koklarım da, eski bir alışkanlık bu.
Acaba daha farklı yazsa mıydım diye düşündüm.
Sonra farklı yazmak değil de aslında ikinci bir yazı daha gerekiyor konu ile ilgili, bunun farkına vardım.
Aslında baskı altında tutmaya çalıştığım düşünceler, hisler bunlar, ama ne yapayım durum ortada ve kendi kendimle de hesaplaşmam gerekiyor.
Belki argümanın ortaya biraz basit konulmuş gibi gelebilir, ama kusura bakmayın, biraz da sesli (yazarak) düşünüyorum da ondan öyle oluyor.
***
Dünkü yazının sonuna doğru aslında bilinçaltımdan çıkıp oraya yazılmış olan bir cümle vardı.
Türban meselesini tartışalım argümanının sonunda demişim ki, onları anlamak istiyorum ‘‘anlasam da yaşam biçimimi değiştirmeyeceğim, ama yine de bilmek istiyorum’’.
Böyle demişim.
Sonradan yazıyı tekrar tekrar okuyunca, aslında bu minicik cümlede acı bir çığlık yattığını da fark ettim.
‘‘Yaşam biçimimi değiştirmeyeceğim’’ derken sanki ‘‘ilke’’ uğruna, entelektüel dürüstlük uğruna, yıllardır inandığım şeyler uğruna savunmak zorunda kaldığım insanların beni duymasını ister gibiydim.
‘‘Yaşam biçimimi değiştirmeyeceğim’’ derken teorik düzeyde destek vermeye beynimin beni zorladığı insanların da buna inandıklarına inandırmak istiyordum aslında kendimi.
Yalan söylüyordum kendi kendime.
Çünkü biliyorum ki son günlerde bütün yapılanlar, ‘‘ilke’’ kılıfı altında yapılanlar, sonuçta benim yaşam biçimime bir saldırı amacına yönelik.
Ve benim ‘‘Hep birlikte yaşayıp, birbirimizi anlayalım’’ isteğim, ‘‘ilke’’ nedeniyle savunmak zorunda kaldığım insanlarca katiyen kabul edilmeyen ve hatta aşağılanan bir istek.
***
Türkiye'de bazı insanların yaşamak zorunda kaldığı trajedi işte burada yatıyor.
Bir yanda ‘‘benim yaşam biçimime’’ yönelik saldırıyı önlemeye çalışan güçler var.
Öte yanda da insan hakları, demokrasi, bireysel tercih, farklı fikirlere yaşam hakkı gibi benim bütün hayatım boyunca inandığım ilkelere inandığını söyleyen, ama sonuç itibarıyla da ‘‘yaşam biçimime düşman olan’’ güçler var.
Yaşam biçimimi savunan güçler, zaman zaman tedbirler alıyorlar.
Ben bunları ‘‘ilkelere’’ göre yanlış buluyorum, eleştiriyorum.
Ama sonuçta yine aynı kısırdöngü başlıyor.
Bu ikilem, bu ülkemin tarihi ve coğrafi koşulları nedeniyle yaşamak zorunda kaldığım ikilem, insanın vicdanını öldüren, düşünme sürecini kurutan bir şey.
Yıllardır okudum, yazdım, hayat hakkında doğru yanlış kararlar aldım.
Sonuçta 45 yaşına girmeye hazırlanırken bir de bakıyorum ki ilkeleri gönül rahatlığıyla savunacak ortam yok artık.
Zemin kaymış, deprem olmuş.
Hayal kuramıyorum artık. İnsanlar hakkında kendi kendime yalan söyleyip dolduruşa da gelemiyorum.
‘‘Yaşam biçimime düşman olan’’ insanların haklarını ‘‘ilke’’ uğruna savunmak teorik olarak doğru olabilir, ama pratikte imkánsız artık.
Kitaplarını defalarca okuduğum, inandığım, üzerinde düşündüğüm Batılı düşünürler, filozoflar kusuruma bakmasın.
Teoriye hálá daha inanıyorum.
Ama kolaysa onlar gelip Türkiye'de yaşasınlar da teorilerini pratiğe geçirsinler bakalım.
***
Bir kısım insan açısından son derece trajik bir şey bu ikilem.
Türkiye'deki asıl sessiz kalan insanlar orada, o grupta.
Bunlar çoğunluk filan da gayet tabii ki değiller.
Bir yanda inandıkları ilkeler var. Diğer yanda da gerçek var.
Gerçek, ilkeleri hep çiğniyor.
İsrar edip, tutarlı olmak için ‘‘ilkeleri’’ savunduğunuzda bakıyorsunuz ki, bir süre sonra savunduklarınız sizi yutup bitirecek.
Son analizde bizim yaşam tarzımızı savunan insanlar ile büyük bölümümüz yaşamımızın bir bölümünde ters düşmüşüzdür, bunu da biliyorum.
Onları eleştirmiş, onlara karşı çıkmışızdır.
Genelde ‘‘eski’’ solcular bu durumda olduğundan, bunu net olarak biliyorum.
Biz yıllarımızı bize sunulan ikilem nedeniyle sürekli entelektüel manevralar yaparak yaşamak zorunda kaldık.
Milli Demokratik Devrim tartışmalarını hatırlayın, Hasan Cemal'in kitabını okuyun, göreceksiniz ne demek istediğimi.
Geçmişte konjonktürler farklı koşullar getirdiği için ikilemi çözebiliyorduk bir şekilde.
***
Ama artık manevra alanı kalmadı.
Ya gerçek demokrasi, çağdaşlık, bireyin seçme özgürlüğü, farklı fikirlere yaşam hakkı gibi gerçekten bize ait olan kavramlara yine sarılıp, ‘‘yaşam biçimimize düşman’’ olduklarını bildiğimiz tavırları destekleyeceğiz...
Ya da bu ilkeleri zaman zaman çiğneyerek bile olsa bizim yaşam biçimimizi savunan insanlara, güçlere destek vereceğiz.
Çok acı bu çok.
Yazarken bile üzüyor beni, ama ne yapayım, ülkenin gerçeği bu.
Keşke lafını hiç sevmem, ama keşke diyorum, bütün bunları dünkü yazımda savunduğum çerçevede yıllar önce, ortam daha sakinken açıklıkla tartışıp bir şekilde çözseydik. Artık bu imkánsız. Belki bu ülkede demokrat olabilmek imkánsız, bunu da düşünüyorum.
Kayıp zamanın peşinden koşmayı ben artık bıraktım.
Paylaş