Serdar Devrim

Ellerin ölüme battıktan sonra…

Haberin Devamı

Shlomo Venezia, Selanikli bir İtalyan Yahudisi. 83 yaşında. Çocuklarına ve torunlarına, sol kolunda mavi mürekkeple yazılı olan 182727 sayısının eski bir telefon numarası olduğunu söylemiş. Elli yıldır evli olduğu karısı Marika’ya da ‘Savaşta esir düştüm’ demekle yetinmiş. Halbuki, Shlomo’nun korkunç bir sırrı varmış. 1992’de, İtalya’da futbol seyircisinin siyahlara ve Yahudiler’e küfretmeye başlaması üzerine dayanamamış. Sırrını artık ifşa etmiş.    


Shlomo Venezia, hayatta olan son birkaç SONDERKOMMANDO’dan biri!

Sonderkommando, yani Auschwitz’te ölüme giden Yahudiler’i gaz odalarına tıkmak, Zyklon B gazını açmak, sonra cesetleri tek tek fırına atmakla görevli… Yahudi tutuklular!

“Birkenau’daki gaz odaları 1400 kişiyi alacak şekilde inşa edilmişti. İyi yerleştirirseniz 1600 hatta 1700 kişiyi sıkıştırabiliyordunuz. Ölmeleri 10-12 dakika alıyordu.”

Haberin Devamı

Anlatıyor. Sanki bir cerahati boşaltmak ister gibi, elli yıldır midesinde tuttuklarını bir an önce kusmak ister gibi.

*

Shlomo öksüzmüş. Dul annesi ve 4 kardeşiyle Selanik’te yaşarken, 1943’te İtalyan ordusu silah bırakınca, Selanik gettosuyla birlikte Atina’ya gelmişler. Ancak Atina nazilerin eline geçince… kaderleri belli olmuş.

Shlomo ve ailesi, 2500 Yahudilik ilk konvoyda yer almışlar. Hayvan vagonlarındaki 11 günlük aç susuz yolculuğa sadece Shlomo, kız kardeşi Rachel, küçük kardeşi Maurizio ve iki kuzenleri dayanabilmiş. Annesi ve diğer kardeşleri yolda ölmüş.

Shlomo, Auschwitz’e gelişlerini, sağ kalanların arasından (sadece genç ve güçlü kuvvetli oldukları için) 328 kadın ve 320 erkeğin ‘seçilişini’, kalanların ölümünü anlatıyor. Bu ‘stücken’den (‘parça’) 80’ine… görevlerin en ağırı rast gelmiş.

Bir nazi subayı bağırarak sormuş:

- Mesleğin neydi senin?

‘İşsizdim’ dese öleceğini bilen Shlomo ‘Berberim’ demiş. On bir yaşındayken ölen babasının mesleği… Ve Sonderkommando’ya ayrılmış. İlk kez duyduğu bu kelimenin ne anlama geldiğin dahi bilmeden. Görevi : Gaz odasında ölen kadınların, fırına atılmadan önce saçlarını kesmek ve torbalara doldurmak. Bu saçlar, Alman denizaltılarına yer halısı yapımında kullanılırmış…

Haberin Devamı

Kamptaki ilk gün - siyah bir duman çıkan uzun bacası sebebiyle tuğla fabrikası zannettiği - Krematorium III adlı binaya götürmüşler. Yığılı cesetleri görünce dehşete kapılmış. Oysa altı ay boyunca, günde 12 saat, 500-600 cesedi hazırlayıp, fırına atması gerekecektir.

“Cesetler demir teskerelerin üzerine atılıyordu. İki adam bunları uzun bir odun kullanarak kaldırıyor, bir üçüncüsü de, teskerenin sapından tutup cesedi fırına itiyordu. Teskereyi çabucak çekmek gerekti, yoksa ateşten kıpkırmızı oluyordu…”

*

1944’te girdiği Auschwitz-Birkenau’dan 9 ay sonra, 1945’te mucize eseri kurtulmuş. (Naziler, Sonderkommando’yu belli aralıklarla yeniliyorlar, eskileri kurşuna diziyorlarmış. Sonuncuları öldürmeye vakit bulamamışlar…)

Haberin Devamı

1956’da evlenmiş. Ve 36 sene boyunca, karısına, çocuklarına… Auschwitz hakkında tek kelime etmemiş. ‘Bir ara esir düştüm’ demekle yetinmiş.

Ve 1992’de, İtalyan futbol sahalarında ırkçılık başgösterince artık dayanamamış. Konuşmuş. Anlatmış. Anlatmış. Anlatmış…

‘Sonderkommando. Dans l’enfer des chambres à gaz’ (Sonderkommando. Gaz odalarının dehşeti) adlı kitabında anlatıyor.

Benim gibi, bu konuda anlatılabilecek herşeyi okuduğunu zanneden, ‘artık hiçbir şeye şaşmam’ diyenleri bile dehşete düşürecek şeyler anlatıyor.

Ölüme giden masum insanları soymakla, elbiselerini, özel eşyalarını toplamakla, kadınları, çocukları, yaşlıları gaz odalarına tıkmakla, çatıdaki kapağı açıp Zyrkon B gazını içeri atmakla, boğularak ölmelerini bekledikten sonra, cesetlerin saçlarını kesmek, altın dişlerini sökmekle ve fırına atıp yok etmekle görevli Sonderkommando’yu anlatıyor.

Haberin Devamı

Muhtemelen anasının memesini emmekte olduğundan, zehirli gazın etkisinden kurtulan iki aylık bebeği anlatıyor. Sonderkommando ağlama sesinden çocuğu fark ediyor. Ancak bir Alman subayı da bebeği görüyor. Belinden tabancasını çıkarıp beynini havaya uçuruyor.

Lodz’tan gelen konvoydaki bir ana oğlu anlatıyor. Artık nasılsa, gaz odasına girmemişler, yazın uzamış otların arasına saklanmayı başarmışlar. Nazi subayı anneyi ve dehşet içindeki oğlunu enselerine sıktığı bir kurşunla öldürdükten sonra, emir veriyor:

- Şu otları hemen kesin!

Sonderkommando’da görevli bir arkadaşının, çıplak (kemikleri çıkmış, yara bere içinde) cesetleri elleriyle fırına atarken birden cinnet getirişini, subayın bağırıp çağırmalarına rağmen olduğu yerde çakılıp kalışını ve kafasına sıkılan bir kurşunla öldürülüşünü anlatıyor.

Dayanılmaz şeyler anlatıyor.

Haberin Devamı

Bir gün, ölüm mahkûmları arasında… kuzeyi Leo Venezia’yı görüşünü anlatıyor. Kendisiyle birlikte Atina’dan gelen ilk konvoyda yer alan ve nasılsa o güne kadar sağ kalmayı başarmış ama kemikleri çıkmış, hasta ve daha da kötüsü dizinden sakatlanmış yani artık… ‘işe yaramaz’ kuzenini. (Hastalar revirde ancak 3 gün tutuluyormuş. Dördüncü gün iyileşti iyileşti, yoksa fırına…) barakasına koşup ona biraz kuru ekmek getirişini; korkudan tirtreyen ve ‘ne olur beni kurtar’ diye yalvaran kuzeninin, gaz odasına girerken dönüp:

- Shlomo, çok canım acıyacak mı? diye soruşunu anlatıyor.


*

4 aralık 1992’de, kamptan kurtulan bir arkadaşı ve elli kadar öğrenciyle birlikte, 36 sene sonra ilk kez Birkenau’ya dönmüş. Karlar altındaki kampı tanıyamamış. 36 senedir Auschwitz konusunda ne tek kelime etmiş, ne tek satır okumuş. Nazilerin kaçmadan önce fırınları davaya uçurduğunu bile bilmiyormuş.

92’den beri tam… 45 kere gitmiş Birkenau’ya. Boynunda, her seferinde, toplama kampından kurtulanların mavi-beyaz fularıyla. (Yanda, Krematoruim II'nin yıkıntıları önünde)

Anlatıyor…

Susmamacasına anlatıyor.

Nazi canilerinin katliamlarına - zorla - suç ortağı yaptığı, soykırımın en yakın şahitleri olan Sonderkommando’dan sağ kalan çok az. Hemen hepsi Almanlar tarafından öldürülmüş.

Galiba burada sözünü etmiştim, ölmeden önce bu talihsiz insanların yaşadıklarını anlattıkları ve sağa sola gömdükleri kağıtlar yakın bir geçmişte bulunmuş ve haber olmuştu.

Böylece ‘iki dilim fazla ekmek için, canlarını kurtarmak için nazilerle iş birliği yapmış iğrenç akbabalar’ sanılan Sonderkommando’nun aslında ölüm kampına düşenlerin en talihsizi olduğu anlaşılmıştı.

Gerçi, bu kampları yaşadığı için çok iyi bilen Simone Veil onları yıllarca önce hoş görmüştü:

“Biraz istirahat, iki dilim etmek… ellerin ölüme battıktan sonra neye yarar!”

 

Yazarın Tüm Yazıları