Sema Denker

Tehdit edildik, Asım’ı korumak için evlendim

28 Mayıs 2004
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kızı Zeynep Özal ‘Bir Kadın Birkaç Hayat’ adlı kitabında ikinci eşi Asım Ekren ve üçüncü eşi Adnan Güngör’le ilgili hatıraları da geniş yer tutuyor.Zeynep Özal, Asım Ekren’le evlenirken çok tehdit aldığını itiraf ediyor...

Asım Ekren giriyor hayatınıza...

Bodrum’da tesadüfen tanıştık. Herkesin bildiği gibi çok büyük bir aşk yaşayarak evlenmedim Asım’la. O bir flörttü. Biz biraz daha flört etmiş olsaydık zaten ayrılırdık. Çünkü yapı olarak anlaşamayan iki insandık. Ancak iş öyle bir yerlere geldi, öyle tehditler aldım, öyle sorunlar yaşadım ki, mecburen evlendim. Bir insanı korumak durumundaydım. Böyle bir evlilikti.

- Yani Asım Bey mi tehdit edildi?

Tabii. Sonra evlendik, bari çocuğumuz olsun dedik. Böyle bir ilişkiydi.

- Kim tehdit ediyordu? Bundan ailenizin haberi var mıydı?

Babamın haberi yoktu. Ona tehdit edildiğimi söylediğim zaman, bana inanmamıştı. Ayrıca Asım’a karşı çıkmıyorlardı. Daha sonra olaylar patlak verdi. Kimin tehdit ettiğini bilmiyorum. Dolayısıyla böyle bir durum altında Asım’ı yalnız bırakamazdım, evlendim.

- Evlenmeseydiniz Asım Bey’in akıbeti ne olurdu?

Hiç bilmiyorum. Asım, bununla ilgili bütün bilgileri, yazıları, o gece yaşadıklarını rahmetli magazin gazetecisi Haluk Aktar’a yazmıştı, imzalamıştı. Haluk Aktar da hiçbir gün bunu kullanmadı. Çok önemli bir olaydır. Haluk Aktar bize geldi, bizimle çok şeye şahit oldu, tehditlere şahit oldu. Asım da yazılı olarak bilgileri verdi ona. ‘Bana bir şey olursa, bunları sen ortaya çıkaracaksın’ dedi. Benim kitabımda yazılıdır bu.

- Sizi ölümle mi tehdit ediyorlardı?

Tabii böyle çok oldu.

- Yani siz Asım Bey’le evlenerek onu koruma altına almış oldunuz?

Öyle olmak zorundaydı. Ben onun yanında olduğum sürece bir şey yapamazlardı. Asım evdeydi, ‘evden çıkar’ diyorlardı...

- Bu tepki niye?

Kraldan çok kralcılar var. Aile ilk başta istedi, daha sonra istemedi gibi çok şey söylendi. ‘Baba, anne istemiyor mu, biz halledelim, destek olalım’ diyen kişilerdi bunları yapanlar. Halbuki ailem Asım’ı çok sevseydi, ‘Asım ne kadar iyi’ diyeceklerdi. Bütün olay bu. O dönemlerde bir takım nedenlerden dolayı Asım istenmediği için herkes, ‘Nasıl ayıralım’ diye araya girdi. Her türlü tehdidi yaptılar. Ama bunlardan asla babamın haberi yoktu. Çünkü bu konuda bana bile inanmadı babam. ‘Olmaz’ dedi. Çok kişinin de bazı şeylerden haberi yoktu.

- Tehditler telefonla mı geliyordu?

Evet. Bir gece telefonumdan çıkış dahi yapamadım. Kimse de beni arayamıyordu. Bir tek bu kişiler arayabiliyordu.

- Saklandınız mı?

Evet Asım’la beraber günlerce saklandık. Ondan sonra binbir zorlukla da evlendik.

- Korkmadınız mı?

Ben bu camianın içinde olan bir insanım. Neyin olduğunu biliyorum. Asım bir müzisyen. Hiç hayatında böyle bir şey yaşamadığı için çok şaşkındı ve çok korkuyordu. O da kendine göre haklı.

- Evlendikten sonra her şey bitti mi?

Bütün olay evlenene kadardı. Kimse ayırmaya kalkmadı. Birkaç ay sonra hamile kaldım. Sonra da Asım’dan iyi olmadı. Bütün karşı çıkanların hepsi Asım’a kucak açtılar. Maalesef olay bu. Ama hayatımda Asım olmasaydı, Ahmet, Mehmet de olsaydı, aynı şey olacaktı.

ASIM’IN BİRLİKTEOLDUĞU ASSOLİST ‘M’

- Geçtiğimiz günlerde Hasan Celal Güzel, babanızın Asım Ekren ile evliliğinizi onaylamadığını, hatta sizi tokatladığını yazdı. Bu doğru mu?

Bizim ailemizde şiddet olmadı. Biz ne babadan bir şiddet gördük, ne de kardeşlerimiz arasında böyle bir şey yaşadık. O yüzden olayın ne olduğunu anlamadım. Okudum, güldüm geçtim. Cevap bile vermedim. Babam böyle bir insan değildi.

- Asım Bey’le beraberliğiniz sırasında ‘yuva yıkan kadın’ olarak da gündeme geldiniz. Asım Bey, sizin yüzünüzden mi eşinden ayrıldı?

Hiç böyle bir şey yok. Onların evliliği bittiği bir dönemde tanıştım Asım’la. Benim o yuvayı yıkmak gibi bir durumum yok ama basında öyle çıktı. O yüzden benim babam evlenmeme ‘Hayır’ dedi. Aslında müzisyen olduğundan değil. ‘Sen yuva yıkan kadın olamazsın’ dedi.

- Asım Ekren çapkın mıydı?

Çapkın mıydı, değil miydi bilmiyorum. Olabilir de olmayabilir de.

- Ama bu kitapta ‘M’ adında bir assolistten bahsediyormuşsunuz? Bu kişiyle bir ilişki yaşadığından...

Bunu bana söyleyen de eski ortağım. Geçen gün onu arayarak bunu yazdığımı söyledim. O da bana, ‘Beni dedikoducu yaptın’ dedi. ‘Vallahi sen dedikodu yapmadın. Bizim ilişkimiz zaten bir yere gelmişti, bitme noktasındaydı’ dedim. Dolayısıyla o zamanlar bunu bana söylemesi benim için hiçbir şey ifade etmemişti. Çünkü evliliğimiz dediğim gibi bitme noktasına gelmişti.

- Kim bu ‘M’?

- Bilmem...

- Bu ‘M’ arkadaşınız mı? Ona kızdınız mı?

Yok hayır. Görüştüğüm bir arkadaşım. Bunu kocam da bilmez. Herkes kitaptan öğrenecek. Ben tabii ki gözlerimle görmedim ama bunu bana söyleyen insanın doğru söylediğine inanıyorum.

Kasetleri biliyordum ama seyretmemiştim

- Sonra hayatınıza Adnan Güngör girdi zaten. O sizin için büyük bir aşktı...

Büyük bir aşktı. Ama ben burada bir hata yaptığıma inanıyorum. Ayrıldıktan sonra tekrar bir adamla beraber olmamak gerek. Çünkü biz Adnan ile Asım’la evlenmeden önce tanışmıştık. O benim çok büyük bir aşkımdı. Sonra kavga edip ayrılmıştık. Asım’dan boşandıktan sonra da yeniden bir araya geldik. O özlediğim heyecanı, elektriği bulmuştum. Ama sonrası çok iyi olmadı. Belki ilk tanıştığımızda evlenseydik mutlu bir evliliğimiz olurdu.
- Adnan Güngör’den boşandıktan sonra çok skandallar yaşadınız. Mesela kendisi, ‘Beni konuşturmasın sokağa çıkamaz’ dedi.

Yaptığım bir röportajdan dolayı kızgındı.

- O dönemler Adnan Bey’in elinde birçok ünlüyle çekilmiş porno kasetler olduğu, böyle bir fantazisi olduğu gündeme gelmişti. Siz de bir röportajınızda, ‘Bana söyledi, biliyorum. Hatta bir tanesini birlikte izledik’ demişsiniz.

Evliliğimiz sırasında bir gazeteci böyle bir kasetten söz etti. Ve o dönem Adnan bunu anlatmış, zamanında kendisinin çektiğini söylemişti, biliyordum. Ama ben kaseti görmedim, izlemedim. Bu bir kere aramızda konuşulmuş bir olay. Sonra da kapandı zaten. Yıllar sonra bu olay, birkaç tane evli mankenle tekrar gündeme geldi. ‘Adnan onu mu çekti, bunu mu çekti’ diye haberler yapıldı. Ama Adnan’ın hiçbirisiyle alakası yoktu. Hepsi evli olduğu için kimse zan altında kalmasın diye açıklama yaptım. Birkaç kaseti var, oturup beraber izledik gibi hiçbir şey söylemedim. Fakat öyle bir yazı çıktı ki, Adnan çok insanın kasetini çekmiş, grup arkadaşlarını çekmiş falan gibi bir yazıydı bu. Ben böyle bir şey söylemedim. Ama öyle çıkınca doğal olarak kendisi çok sinirlendi, hırsını da bir takım yanlış açıklamalarla çıkardı. Aramızda böyle bir tatsızlık oldu. Aslında hiç alakası yoktu. Aslında onu korumak istemiştim.

- Sizi çok dövdüğü yine o tarihlerde gündeme gelen bir başka konu...

Kıskanç bir adamdı. Dayak olayına gelince; birkaç posta attı bana. İçkili olduğu dönemlerdi. Ama ertesi gün kendine geldiği zaman hatırlamazdı, hatırladığı zaman da çok üzülürdü. Babamın hiçbir şeyden haberi yoktu. Zaten babam vefat ettikten bir süre sonra ayrıldık. Annem bazı şeyleri biliyordu ama karışmazdı.

- Yine bir gazete küpüründe okudum, sizin bir röportajınızdı. Adnan Bey size silah çekmiş. Ayrılmak mı istemiyordu?

Yok hayır. Kıskançlıktan dolayı yaşanmıştı bu olay.

‘M’ Muazzez Abacı mı?

Zeynep Özal’ın kitabında bahsettiği, ‘M’ baş harfli assolistin, Muazzez Abacı olduğu iddia ediliyor. Abacı’nın o yıllarda Zeynep Özal ile arkadaş olduğu ve Asım Ekren’le birlikte sık sık turneye gittiği biliniyor. Ancak Zeynep Özal, bu konuda ser verip sır vermezken, ‘O yılları araştırın, kim olduğunu hemen bulursunuz’ demekle yetiniyor.

Şu an emlak işi yapıyorum ve cafe işletiyorum

- Çocuklarınız kocaman olmuştur...

Büyük oğlum 18, küçük ise 17 yaşında... Büyük oğlum davul çalıyor. Bir orkestrası var. Kendileri bir rock müzik CD’si hazırlamışlar, çok yakında onu piyasaya çıkaracaklar. Ayrıca üniversiteye hazırlanıyor. Küçük oğlum aşçılığı çok seviyor ve tiyatro ile ilgileniyor.

- Babaları Asım Bey’le görüşüyorlar mı?

Çok uzun zamandır görüşmüyorlar. Bunlar kendi istekleri. Ben hiç karışmam. Babaları da aramıyor...

- Bir de yıllar önce evlatlık edindiğiniz kızınız Ayşe var. O nasıl?

Çok iyi. Ayşe 1,5 yıl önce evlendi. Damadım da çok iyi. Her an anneanne olabilirim. Çünkü çocuk sahibi olmak istiyorlar.

- Sizin hayatınızda biri var mı?

Evet var. Ama hakkında hiçbir şey açıklamam. Kimsenin tanıdığı birisi değil zaten...

- Şu an ne iş yapıyorsunuz?

Emlak işi yapıyorum. Ev, arsa alıp satıyorum. Bir de Üsküdar’da işletmesini yaptığım kafem var...

Ahmet beni Engin Civan’la evlendirmek istemişti

Ahmet sürekli olarak bana ‘Bak düzgün bir çocuk var. Seni tanıştırayım onunla’ diyordu. Beni evlendirmek istiyordu. Tabii ben bu konuşmaların hiç üstünde durmuyordum. Sonra bir gün Engin’le (Civan) evde karşılaştık. Ahmet bana, ‘İşte sana bahsettiğim çocuk bu’ dedi. Arkası dönüktü. Gördüğüm tek şey çok zayıf bir adam olmasıydı. Onun Engin Civan olduğunu bilmiyordum. Sonra çok uzun bir aradan sonra karşılaştık Engin’le. Bana, ‘O beğenmediğin adam bendim’ dedi.

Annem oğullarına daha yakındı

- Semra Hanım kitabınız konusunda size destek oldu mu?

Hatırlamadığım birçok şeyi annemle paylaştım. O da bana çok destek oldu. Bir çok şeyi teybe söyledi.

- Peki anneniz, babanızın anılarını yazmayı düşünüyor mu?

Babamın kendi ağzından yazdığı var. Kendisi teybe okumuş, sonra bir tarihçi kaleme almış, babam onun üzerinden yeniden düzeltmiş. Bütün hayatını, politik ilişkilerini, başbakan olması, parti kurması, askerle, devletle ilgili her şey var bu yazdıklarında. En sonunu da, ‘Ben istifa edeceğim, yeniden parti kuruyorum, şunların, şunların yapılması gerek’ diye bitirmiş. Kitabı bitirdiği yıl kendisi vefat etti. Ben o kitabı okudum. Bu kitap, herkesin evinde bulunması gereken, ansiklopedi gibi bir kitap. Şimdilerde annemle konuşuyorum. Ben bir an önce yayınlanmasını istiyorum. Belki bu yıl sonuna kadar o da yayınlanır. Şu an baskıya hazır halde bekliyor. Ama annem önce yurtdışında çıksın istiyor.

- Semra Hanım’la nasıl ilişkiniz? Babanızı arıyor musunuz?

Babamı çok özlüyorum. Ben onunla bir arkadaş gibiydim. Babam yaşadığı dönemde annemle birçok şeyimi paylaşamadım. Flörtlerime kadar her şeyi babama anlatıyordum. O anlamda babam çok iyi bir arkadaştı. Annem biraz daha prensipliydi. Onu aşmak daha zordu. Ama babam çok yufka yürekli. Bizim her şeyimize ‘Evet’ demiş bir insandı. Ölümüne kadar her şeyimi ona anlattım. O bana yol gösteriyordu. Öldüğü zaman ilk söylediğim, ‘Ben arkadaşımı kaybettim’ oldu. Daha doğrusu dertleşeceğim arkadaşımı kaybetmiştim. Ben annemle babam öldükten sonra yakınlaştım. Ondan önce asla yakın değildim. Çocukluğumda da durum aynıydı. Annem iki oğluyla daha yakındı ben de babam ile. Babam da bana çok düşkündü.

Babam zehirlendi mi

Zeynep Özal, babası Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili kafasında soru işaretleri olduğunu söyledi. O gün kitapta şu cümlelerle anlatılıyor:

Bulgar Sefaretinde, Bulgar ressamın sergisinin açılış kokteyli var. İki saat sonra köşke döndüğünde keyifsizlenmiş (Turgut Özal). Akşam yemeği için hazırlanan eşine, yemeyeceğini söylemiş. Semra Hanım da kızmış... ‘Yoksa dışarıda bir şey mi yedin?’ Turgut Özal bir şey yemediğini, sadece içki içmediği için hazırlanan limonatayı içtiğini söyleyince Semra Hanım’ın tepkisi şöyle olmuş: ‘Ben sana açıkta gelen bir şeyi içme demiyor muyum?’ Turgut Özal, ‘Aman hanım bir şey olmaz. Biraz dinlenmek istiyorum’ diyerek yatmış. Ve Özal ertesi sabah fenalaşarak vefat eder.
Yazının Devamını Oku

İlk aşkını Haftasonu Gazetesi’nden buldu

27 Mayıs 2004
Birkaç ay önce, ‘Bir bakanla flört ettim’ diyerek ortalığı karıştıran, ardından yaptığı estetikle gündeme gelen Zeynep Özal, ’Bir Kadın Birkaç Hayat’ adlı kitabıyla da fırtınalar yaratacak. Kitabı bu hafta piyasaya çıkacak olan Zeynep Özal, her şeyi Sema Denker’e anlattı...

Aylardır konuşulan ‘Bir Kadın Birkaç Hayat’ isimli, sizin hayatınızın anlatıldığı kitap, bu hafta piyasaya çıkıyor. Neler yazıyor bu kitapta?

Babamdan dolayı 10 yaşından itibaren devletin içindeyim. Hayatım hep bu çevre içinde geçti. Sonra evliliklerim ve yaşadığım ayrılıklar ile basınla tanıştım. Yani 1983 yılından itibaren basının odak noktası halindeydim. Benim babam başbakan ya da cumhurbaşkanıydı ama ben herkes gibi yaşamak istedim. Bu yüzden de bazı noktalarda eleştiri aldım. Bu eleştiriler benim hayatımda bir şey değiştirmedi. Çünkü her zaman doğru bildiğimi yaptım. Görünüşte inatçı, dik kafalı bir kadın oldum. Benim babam bu konumda olmasaydı da yine ben bunları yaşayacaktım. İşte bu kitapta bütün bunları, en önemlisi Zeynep Özal’ı anlattım. Çünkü birçok kişi beni suratsız, ukala, farklı insan olarak algılamış. Oysa ben de herkes gibi çocuklarının annesi, iş kadını, evinde yemeğini yapan, dikiş diken, örgü ören bir kadınım.

- Ama bir başbakan ya da cumhurbaşkanı kızı olarak yaşantınıza dikkat etmeniz gerekmiyor muydu? Sonuçta siz sıradan bir insan değildiniz...

Geriye dönüp baktığım zaman yanlış bir şey yaptığıma inanmıyorum. Benim ailem çok tabii bir aile. Benim babam başbakan ya da cumhurbaşkanı olduktan sonra hayatımızda bir şey değişmedi ki. Babam da aykırı bir insandı, ‘Alışacaksınız’ denildi. O da çıktı halkla sohbet etti, korumalarından kaçtı, yürüdü, orduevinden kaçtı, annem ile el ele dolaştı. Böyle biriydi. Demek ki o da aykırı bir insandı. Bu yüzden ben de bu şekilde yaşadım hayatımı. Yani doğal...

İlk flörtünü gazeteden buldu, sözlendi

- İlk flörtü nasıl yaşadınız?

Bunu kitapta anlattım. Benim gençlik yıllarımda flört falan yoktu. Bizim gezmemiz, Ankara’da Çankaya Sineması vardı, oraya öğlen matinesine gidilirdi, bir de oturduğumuz yerdeki pastaneye, çay, kahve içmeye, o kadar.

- 14 yaşındayken yaşadığınız çok ilginç bir olay var. O yüzden ilk flörtünüzü sordum...

Nereden duydunuz! O yıllarda Haftasonu Gazetesi’nde bir köşe vardı. Bu köşenin bir sütunu evlilik, diğeri ise arkadaşlık sütunuydu. Arkadaş bulmak ya da evlenmek isteyenler buraya yazı gönderirdi. Ben de okurdum. Fakat hep arkadaş sütununu okurdum. Oradaki bir yazı dikkatimi çekti. Niye o kişi bilmiyorum. Mektup gönderdim. Mesela ona da bir sürü mektup gelmiş, seçimi benden yana olmuş. Kitabımın arkasında bir resim var, 14 yaşındaki resmim. İşte o resim, ona gönderdiğim fotoğraftır.

- Ayrı şehirlerde miydiniz?

O İstanbul’da, ben Ankara’daydım.

- Mektuplaşmanız ne kadar sürdü?

Amerika’ya gidene kadar... 2 yıl kadar. Ben liseyi okumak için Amerika’ya gittim.

- Evlenmeyi düşünüyor muydunuz?

Her şeyi kitapta anlattım.

- Tanıştınız değil mi?

Tabii. Sözlendik bile... Bu köşeleri hálá okurum. Kim ne yazmış diye merak ederim. O günkü çocuk aklımla, ben de böyle bir şey yaptım. Ama o zamanki şartlar bu idi. Şimdiki gençlere bakıyorsunuz, geziyor, flört edebiliyor. Benim de çocuklarımın kız arkadaşları var.

- Sözlendiniz ama Amerika’ya gittiniz. Yüreğiniz burada kaldı. Zor oldu mu?

Bir mektup arkadaşlığımız vardı ve sadece birkaç kez görüşmüştük. Sonuç olarak platonik bir aşktı. Oraya gittiğiniz zaman aklınız burada kalıyor ama farklı bir dünyanın içinde yaşamaya başlıyorsunuz.

- Neden ayrıldınız?

Olmadı. Kısmet değilmiş demek ki...

- Rahmetli babanız flört konularında tutucu muydu?

Evet tutucuydu. Öyle gezmeme falan izin vermezdi. Erkek kardeşinle gezersin derdi. Ben erken evlendim. 18 yaşında ilk evliliğimi yaptım. Ya evde kalacağım diye korktum ya da rahat etmek için evlendim. Bunu bilmiyorum. O tarihlerde 20 yaşındaki kıza ‘Evde kalmış’ denilirdi. Belki de o yüzden evlendim...

- İlk eşiniz Sait Göneç’le nasıl tanıştınız?

Amerika’dan döndükten bir yıl sonra tanıştık. Bir arkadaşımın kuzeniydi. Görücü usulü gibiydi yani. İki ay içinde de evlendik. Ve dokuz yıl evli kaldık. Kendisiyle hálá görüşüyorum. Daha doğrusu ben bütün eşlerimle görüşüyorum. Çünkü hiçbiriyle sorunum yok.

- İlk eşiniz Sait Bey’den boşandığınız sırada babanız başbakan mıydı?

Evet. Babam başbakan olduktan bir hafta sonra boşandım. Ve hemen gündeme geldim. O günden sonra da hiç inmedim. Çünkü bekar ve dul bir kadındım. O ana kadar hiçbir başbakanın çocuğu yoktu. Benim kardeşlerimden Efe çok ufak, Ahmet ise yurtdışındaydı. Dolayısıyla bir başbakan çocuğu olarak ben ön planda olduğum için, herkes benimle igilendi. Bir de rahat, hayatını yaşayan ve hiçbir şeye aldırmayan bir kadın olduğum için de çok göze battım. Bir sosyal hayatım vardı. Babam başbakan olduktan sonra Kadıköy Belediyesi’nde Başkan Yardımcılığı yapmaya başladım. Daha sonra festivallerin başkanlığını yaptım. Antalya’ya, Bodrum’a, Çeşme’ye gittim.

İki çocuğumu da babasız büyüttüm

- İşte hayatınızın o döneminde sizi çok üzen bir olay yaşadınız, kürtaj olayı...

Olabilir... Çok çocuk seven bir insan, dokuz yıllık evliliği boyunca çocuk istemiş ancak çocuk sahibi olmamış bir insan, yıllar sonra hamile kalıyor. Ve bu çocuğu aldırmak zorunda kalıyor. Bu tabii ki çok acı bir olay...

- Neden aldırdınız? Evlilik dışı bir çocuk, babanızın durumu, bunları mı düşündünüz?

Hayır, babamdan dolayı değil. O günkü şartlar öyleydi. Zor bir karardı, bir daha çocuğum olmayabilirdi. Hep kız çocuğum olsun istiyordum. İsmini Nazlı koyacaktım. Mesela 90’lı yıllarda olsaydı aldırmazdım. Babam cumhurbaşkanıyken bir insanla nikahsız olarak aynı evi paylaştım ve sonra evlendim, o ayrı. Ama benim babam bunu kabul etti. Benim için şu önemli, nikahsız çocuk olmaz. Hayır ben buna hiç karşı değilim. Nikahlı olsa ne oluyor? Ben iki tane çocuk doğurdum. Sonra boşandım. Nikahla amaç babasız çocuk büyütmemekse, ben ikisini de babasız büyüttüm.

- Peki bu kitapta babanın kim olduğunu yazıyor musunuz?

Var ismi. Ancak sadece baş harfini yazdım, o kadar...

Tüm kabineyle ismim anılmıştı

- ‘Bir bakanla flört ettim’ dediniz ortalık karıştı. Çok isim akla geldi. Mesela Gökberk Ergenekon...

Gökberk benim çok sevdiğim bir insan. Onunla hálá görüşüyorum da. Biz onunla çok iyi arkadaştık. Mesela Amerika’dan döndüğüm yıllarda çok büyük bir kaza geçirdim. Bacağıma 58 dikiş atılmıştı. Onun babası o yıllarda bakandı. Annesi Zemzem Teyze ile bir arkadaşımızın evine gidiyorduk. O gün de apartman kapısına cam takılmış. Koşarak oradan geçerken fark etmedim, dizim parçalandı. 3,5 saat süren bir operasyonun ardından eve geldim. Babam geldi, Gökberk’in babası Yılmaz Amca geldi. Gökberk ise evde bekliyordu. Çok ızdırabım vardı ve sabaha kadar başımda beklemişti. Dostumdu benim. O yüzden bir flört söz konusu bile olamazdı. Annesi Zemzem Teyze de beni çok severdi. Dolayısıyla iki aile çok iyi arkadaş olduğu için Zemzem Teyze’ye göre, ‘Bu kız yabancıya gitmesin’ durumu yani beni isteme durumu vardı ama böyle bir şeyin olması mümkün değildi.

- Yıllar önce Veysel Atasoy’la gündeme gelmişsiniz. Bu kişi Veysel Bey miydi?

O yıllarda bu dedikoduyu da gazeteciler çıkarmıştı. Bekar bir kadın olduğunuz zaman, kabineye bakıyorlar, bekar bir bakan varsa hemen bir yakıştırma yapıyorlar. O yıllarda da gazetelere bir baktım, böyle bir yakıştırma yapmışlar. Aslında biz Veysel’le birbirimizi tanımıyorduk bile. Bir gün resmi bir davette tesadüfen aynı masaya oturmuştuk. O da ulaştırma bakanıydı. ‘Veysel, gazeteler sürekli bizi evlendiriyor. Bari tanışalım’ demiştim ve çok gülmüştük. Bu anlattıklarım ilk eşimden ayrıldıktan sonra yaşananlar. Veysel’le hiçbir şey olmamıştı aramızda.

- Peki Cavit Kavak?

Bu konuda çok fazla soru sormayın. İnsanlar kitaptan okusun...

- Sonuçta birkaç gün sonra çıkıyor kitap. Cavit Bey miydi flörtünüz?

Kimsenin de aklına gelmedi. Adnan Kahveci’yle bile yazıldım. Halbuki Adnan benim canım, ciğerim, o kadar çok sevdiğim bir insandır. Bakan olduğu dönemlerden önce de sabaha kadar oturup dertleşirdik onunla. Böyle bir insandı. Asla böyle bir şey düşünmem. Yani o kabinenin içinde hiç kimse flörtüm olmadı. Ama herkesle yazıldım. Bir tek Cavit yazılmadı. Neden bilmiyorum, ki o zaman ikimiz de bekardık.

- Size evlilik teklifinde bulundu mu?

Evet, hem de iki kez. Ama kabul etmedim. Flört ettiğim birisiydi üstelik. Onunla çok iyi arkadaştık. Flört dönemimizde de çok iyi arkadaş olduk. Keyifli zaman geçirdik. Ama ben evlilik düşünmüyordum. Evlilik çok farklı bir olaydı çünkü. Şu an bile düşünmüyorum evliliği. Gerçi asla büyük konuşmuyorum. Yarın ne olur bilemem. Çünkü büyük konuştuğum her şey başıma geldi. Fakat o dönemde de böyle bir şey düşünmüyordum.

- Ailenizin haberi var mıydı?

Tabii vardı. Bu konuda hiç sesleri çıkmadı. Çünkü bildikleri ve tanıdıkları bir insandı. Cavit’le de bir aile yemeğinde tanışmıştım. Onunla aramızda arkadaşlık adına bir elektrik vardı. Bunu evliliğe taşıyacak bir elektrik olmadı. Ben aşksız, elektriksiz bir beraberliği asla düşünmezdim. Çünkü o elektrik olmadığı zaman, hiçbir şey olmaz ki. Bir kıvılcım olacak. O kıvılcım olsaydı, belki evliliği düşünürdüm.

YARIN:

DAHA EVLENMEDEN ÖNCE ASIM EKREN’İ ÖLÜMLE TEHDİT EDEN KİMLERDİ?

EVLİYKEN, ASIM BENİ BAŞ HARFİ ‘M’ OLAN HANGİ ASSOLİSTLE ALDATTI?

SON EŞİM ADNAN GÜNGÖR İKİ POSTA DÖVER, SABAH HATIRLAMAZDI.
Yazının Devamını Oku

Anarşist ruhlu bir kadınım

18 Mayıs 2004
Cengiz Abazoğlu’nun 10 Mayıs’taki defilesinde ilk kez podyuma çıkarak bir kez daha gündeme gelen Esin Maraşlıoğlu’yla Baltalimanı sahilindeki muhteşem Boğaz manzaralı evinde konuştuk. Moda ve sosyete dünyasının en gözde ve seksi kadını, beş yıl aradan sonra verdiği bu ilk röportajında, kızıyla ilişkisinden özel yaşamına kadar her şeyi anlattı.

Çocukluk yıllarınıza ait ilk neler geliyor aklınıza?

Çok şanslıydım. Allah tarafından büyük hediyelerle geldim bu dünyaya. İyi, varlıklı ve sevgi dolu bir ailenin üyesi olarak doğdum. Sonra sınavlar ve Alman Lisesi’ni kazanmam. IQ’m yüksekti. O zamanlar altın çocuklar seçilirdi. Ben de hep altın çocuk olurdum. Sonra da bir anda büyüyüp, serpilmem geliyor aklıma. 12 yaşında bugünkü fiziğime sahip oldum. Yani yaşım ile fiziğim arasında bir tuhaflık vardı ve bunu nasıl idare edeceğimi o yaşlarda bilemiyordum. Herkes deli gibi bana bakardı. Ancak ben, neye baktıklarını hiçbir zaman anlamazdım. İçinde küçücük bir kız, fakat dışarıda ise kocaman bir kadın silüeti vardı.

- Alman Lisesi’ndeki Esin nasıldı?

Çok popülerdi. Okulda 1200 kişi vardı. Yürürken kalabalık yol açar ve hepsi bana bakardı. Bu durum bana çok normalmiş gibi geliyordu. Çünkü hep böyle yaşıyordum. Öbür türlü bir yaşamı bilmediğim için ilgi odağı olduğumun farkında değildim. Ne zaman ki resmin dışına çıkıp, uzaktan bakmaya başlıyorsunuz, o zaman hayatı anlamaya başlıyorsunuz.

Kendi elbisemi yapardım

- Babanız Kahramanmaraşlı. Nasıl bir ilişkiniz vardı?

Rahmetli babam benim için idoldü. Aramızda çok güçlü bir bağ vardı. Ve birbirimizin zekasına hayrandık. Çok entelektüel olmasına rağmen standart bir babaydı. Doğulu olmasından dolayı geleneklerine bağlı ve hayata karşı bir tavrı vardı. Mesela, ‘Seni çok seviyorum kızım’ diye sarılan bir baba değildi. Bunu sonradan kırabildik. İstanbul’a okumaya gelmiş, üniversite eğitimini tamamladıktan sonra tekstil sektörüne girmişti.

- Baba mesleği mi sizi etkiledi. O yüzden mi modacı olmaya karar verdiniz?

Alman Lisesi’ne giderken babamın iş yerine çok sık gidip gelirdim. İlk kumaşlarla tanışmam o yıllardır. İlk gördüğüm şey ise, iplik, iplikten kumaş ve kumaştan neler yapıldığıydı. İşte bu yapım aşamaları benim yaratıcı tarafımı çok geliştirdi. İpliğin, elbiseye dönüşümünün yolculuğunu izlerken, kumaşı elime alıp ‘şunu yapalım’ gibi müdahale etme yaşım 12’dir. ‘Modacı’ gibi isimler neye göre veriliyor bilmiyorum. Ama ben, 12 yaşından itibaren kendi elbiselerimi, hep kendim yaptım. Canım ne giymek istiyorsa onu kendime uyguladım ve giydim.

- Sonra üretmeye mi karar verdiniz?

Üzerimdekileri görenler, ‘Biz de bundan istiyoruz, nereden buldun’ gibi sorular sormaya başlayınca, üretmeye başladım. Ve mağazalar açtım. Bu 8 yıl sürdü.

- Sonra ne oldu?

Bu işten yeteri kadar alkış alınca devam etmek istemedim. Hayat boyu aynı şeyi yapmak bana göre değil. Ticari bir kaygı ile yapmak istemediğim bir döneme gelince de bıraktım. Şu an geldiğim noktaya, bir ara olarak bakıyorum. Aile şirketiyle ilgileniyorum, mağazalar var. Ancak üç, dört yıldır sadece kendimleyim ve hayatı keşfetmeye çalışıyorum. Hayatın o çok hızlı akar halinde fark edemediğim bir çok şeyi, hayatı biraz yavaşlatıp fark etmek istedim. Bu biraz da, babamı kaybettikten sonra oluştu. Keşke herkesin hayatı yavaşlatmak gibi bir lüksü olsa. Koşuşturmayı durdurduğum andan itibaren, hayatı yaşadığımı anladım.

Evlenmek istedim, evlendim

- 12 yaşında bugünkü fiziğe sahip olduğunuzu söylediniz. Hiç mankenlik ya da oyunculuk teklifi aldınız mı?

Çok teklifler geldi. Özellikle de tatillerde. Mesela kaldığımız tatil köyünde defileler yapılırdı. Ben bayıla bayıla katılırdım bu aktiviteye. Çünkü sahne üzerinde olmayı seviyordum. Beni heyecanlandırıyordu. Orası benim için uçma noktasıydı. İşte bu dönemlerde herkes anneme, ‘Bu kızı manken yapalım, oyuncu olsun’ diye teklif getirirdi. Ancak kimse babama bir şey söyleyemezdi. Onun öyle bir duruşu vardı ki, söylemeye cesaret edemezlerdi. Ben ise hem sahnede olma duygusunu seviyordum hem de ‘Ne işim var’ diyordum. Sonra evlendim zaten.

- Kaç yaşında evlendiniz?

17 yaşındaydım. Her zaman olduğu gibi yapmak istediğim şeyi yaptım ve evlendim. İyi ki yapmışım. Benim hayatta yapmak isteyip de yapamadığım hiçbir şey olmadı. Bu çok büyük bir tatmin. Evlendikten bir yıl sonra da kızım Melissa dünyaya geldi. Evcilik oynar gibi Melissa ile 24 saat oynadım. Müthiş bir keyifti.

- Kendinizi tam ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz? Çünkü sürekli sizden, ‘güzel ve seksi’ kadın diye bahsediliyor...

Açıkçası ben de bu kadarının bilinmesini istiyorum. Çünkü geri kalan özelliklerimin bilinmesine gerek yok. Türkiye’nin o kadar çok problemleri var ki. Moda, yaşam stilleri ya da trendler, ekmek olmayan yerde pasta konuşmak kadar abes. Ben kendimi ifade etmeyi estetikle buldum. Ama bu, hayatımın ta kendisi değil. Ayrıca bana bakılan biçim değil, benim baktığım yer önemli. ‘Biliyor musunuz ben akıllıyım, ben zekiyim’ gibi şeyleri söylemeye gerek yok. Onu görebilen görüyor. Çevremdeki insanlara verdiğim his önemli. Orada da hiç problem yaşamıyorum. Ama tabii ki güzel olan her şeyi severim.

Objektifler beni transa geçiriyor

- Birkaç yıl önce pantolonunuzdan çıkan g-string’inizle günlerce konuşuldunuz...

Standart olan hiçbir şeyi sevmiyorum. Vasat olmak bana göre değil. Tabii ki çok konuşuldum çünkü kimse dünyanın trendlerini takip etmiyor. Nitekim Madonna ve Kylie Minoque da kullandı bu stili. Ayrıca ben bir bankada çalışmıyorum.

- Biraz da anarşist ruhlu bir kadınsınız...

Evet anarşist ruhlu bir kadınım. Okulda da böyleydim. Standart bir yolda, koyun sürüsünün içinde olmak istemem. O koyun sürüsü beni rahatsız etmez ama herkes sola giderken benim canım sağa gitmek istiyorsa, bir saniye bile düşünmeden giderim. Hayat çok kısa. Kim ne der diye yaşanmaz. İstediğimi yapmazsam benim canım ağlıyor. Ben canımı ağlatmak istemiyorum. Yapabildiğim kadar, canımın istediği her şeyi yaşamaya gayret ediyorum hayatta. İstemediği hiçbir şeyi de yapmamaya.

- Yani modelliği ya da mankenliği de canınız istediği için yapıyorsunuz.

Evet canım istiyor ve seviyorum. Aslında 15 yaşındaki Esin’in yüreğinin bir kenarında kalan bu işi, bir kulbunu bulup, babamın da gururunu incitmeden yapmayı başardım. Hayatta en mutlu olduğum yer, objektif karşısı. Bir nevi aşk yaşıyorum orada. Transa geçiyorum.

- Cengiz Abazoğlu son koleksiyonunda, ‘İlham kaynağım Esin Maraşlıoğlu’ dedi. Neyinizden etkilenmiş olabilir?

Öncelikle bu benim için çok güzel bir duygu. Önemli bir modacıya ilham kaynağı olmak, gerçekten insanın gururunu okşuyor. Kendi deyişiyle, hayattaki duruşumdan, cesaretimden, derinliğimden ilham almış. Podyuma da Cengiz istediği için çıktım. Ayrıca bir hayır işiydi. Seve seve yaptım. Ve çok zevk aldım. İyi ki de çıkmışım. Fakat ‘Modellik mi, mankenlik mi’ derseniz... Kesinlikle modellik. Çünkü orada daha çok sensin...

Kızımla, hayatlarımıza ipotek koymadan yaşarız

- Kızınız Melissa ile ilişkileriniz nasıl?

Her şeyi paylaşan, birbirlerinden gizlisi saklısı olmadan yaşayan, iki tane insanız bu hayatta. Burada annelik, kızlık, çocukluk falan yok. Yaşantımızda herkes üzerine düşen vazifeyi yapıyor. Kimse, kimsenin hayatına ipotek koymadan yaşıyor. Melissa bu dünyaya gelecekti ve benim vücudumda geldi. Onunla muazzam bir anı birikimim var. Onu büyütmek bana çok büyük bir keyif oldu. Dediğim gibi ben kızımın bu dünyada büyümesine vesile oldum. Kendi egomu tatmin ettim. Bu kadar basit. Burada durumu o kadar ulvi yerlere taşımaya hiç gerek yok. Ancak onun saçının teline zarar geleceğini hissettiğim an, bir saniye bile düşünmeden canımı veririm. Ama o, o anda olacak bir şey. Yoksa normalinde iki tane insan bir arada, birbirinin hayatına ipotek koymadan düzgün bir şekilde yaşıyor. Aramızda muazzam bir sevgi bağı var. İşte bir nevi aşk...

- Erkek hayranlarınız çok. Kadınlar, kocalarından ya da sevgililerinden kıskanıyordur sizi. Bunu hiç hissettiniz mi?

Beni kadınlar daha çok beğeniyor gibi hissediyorum hep. Ayrıca kıskanan kadınlar da kapsama alanım içinde değil. Zaten çok yakınlarımla görüşürüm. Hayatımda çok hoş, çok kıymetli insanlarım var biriktirdiğim. Onlarla çok mutluyum.

- Peki aşık olduğunuzda... Yani nasıl bir erkek sizi etkileyebilir?

Benim dünyamı durdurabilen, beynimi ve ruhumu sürekli meşgul eden... Ve tabii ki aşkı etkiler. Daha doğrusu onun bana değil, benim ona aşık olmam beni etkiler. Beş yıl önce buna farklı bir cevap verirdim. Şimdi öyle düşünmüyorum.

- Hiç aşık oldunuz mu?

Evet, adı bende saklı...

-Siz hissettiğiniz zaman, yani aşık olduğunuz zaman ne oluyor?

Rüyada gibi oluyorum, büyüleniyorum. Dünya duruyor. Her şey onun ekseni etrafında dönüyor. Ben çok mutlu oluyorum. Çünkü her şey aşık olunca güzelleşiyor, hayatımda her şey bir anlam kazanıyor. Yoksa benim için güven, huzur falan önemli değil. Adrenalin, heyecan, aşk önemli.

- Sizi neden eşlerinizin dışında kimseyle yan yana görmedik?

İşte budur, bu adamdır hayatımın erkeği, dediğim gün göreceksiniz.

-Peki tekrar evlenmek...

Çoook olağanüstü bir durum olmadıkça, hayır...

- Nedir bu olağanüstü durum...

Aşk, heyecan, adrenalin, kreativite, kahkaha. Bunlar olursa belki...
Yazının Devamını Oku

Kamyon şoförü kızı olarak buralara geldim, gururluyum

5 Mayıs 2004
İki yıl önce sevgilisi İlker İnanoğlu ile birlikte Amerika’ya giderek mankenlik kariyerini orada sürdüren Güzide Duran, kısa bir tatil için geldiği İstanbul’da sadece Kelebek’in sorularına yanıt verdi. Yurt dışındaki podyum macerasını, İlker İnanoğlu ile yılan hikayesine dönen evlilik hikayesini, Cengiz Abazoğlu ve Deniz Akkaya ile olan tartışmasını anlatan Güzide Duran, ‘Bir kamyon şöforünün kızı olarak bu noktalara gelmekten gurur duyuyorum’ dedi.

Amerika’da bir yerlere gelmek için çok sabretmeniz gerekiyor. Çünkü dünyanın dört bir tarafından gelmiş, o kadar güzel kızlar var ki. İş bulduğunuz zaman da sizi inanılmaz çalıştırıyorlar. Ancak bu çalışmanızın da karşılığını alıyorsunuz. İki yıldır oradayım, çalışıyorum açıkçası iyi para kazandım ama eğer Türkiye’de kalsaydım orada kazandığımdan daha çok para kazanırdım. Mesela burada bir saatte aldığın ücreti, Amerika’da sekiz saatte çalışıp alıyorsun. Bir de zaten New York çok pahalı bir şehir. Çok hesaplı yaşamak zorundasın. Böyle yaşamazsan, hemen bitersin.

KENDİMCE ŞÖHRETİM VAR

Ben şu an Amerika’da yüzde 60 tanınan bir modelim artık. Ama bu sokakta yürüyen insanların tanıması, şöhret anlamında söylemiyorum. Beni firmalar tanıyor. Artık bir ‘Güzi’ oldum. Görüşmelere gitmeden, işe gidiyorum. Bu da tanındığım anlamına geliyor. Yani firmalar arasında bir şöhretim var, inşallah dünya çapında bu şöhrete sahip olurum.

Burada şöhret olmak için sansasyonlara adı karışan manken nasıl popüler olup, iyi para kazanıyorsa, Amerika’da da aynı şey geçerli. Orada da ne kadar çok magazin dergilerinde yer alıp, ne kadar çok magazin programlarına çıkarsan, üst üste teklifler alıyorsun. Sistem aynı. Farklı olan tek şey, magazin programlarının sunuluş biçimleri. Görüntüler, yorumlar kimseyi rahatsız ediyor.

YÜRÜRKEN BİR HAVAM VAR

Ben, Amerika’da da havalıyım. Öyle ki İlker bana, ‘Artık bıktım senden’ demeye başladı. Çünkü Amerika’da ve Avrupa’da, bakmak ne kelime, neredeyse insanların bana bakarken boynu kopacak. Kendimi çok güzel bulmuyorum. Klasik bir güzelliğim yok. Yürürken bir havam var, karizmam var. Kimse bana ülkemde bu kadar çok, ‘Çok güzelsin’ demedi. Amerika’da bu lafı o kadar çok duyuyorum ki. İlker bu durumdan ne yazık ki çok mutlu değil.

DOĞRU DAVRANMADIM

İki yıl önce yapılan Cengiz Abazoğlu defilesinde bir takım şeylerden rahatsız oldum, bu doğru. Ve bir daha Abazoğlu değil, hiçbir modacının defilesine çıkmayacağımı da söyledim. Bu kızgınlığım, bir yıl sürdü. Sonra Cengiz’le yurtdışında karşılaştık, konuştuk. Hayat kısa. Kimseyle küs kalmanın anlamı yok. Sonuçta Deniz Akkaya da her modacının kullanmak istediği bir kız. Profesyonelce davranmadım. Kimin ne kıyafet giyeceğine, ne kadar ön planda olması gerektiğine karar verecek kişi modacıdır. İşte ben, Amerika’da bunu öğrendim. Ben bu konuda hatalı olduğumu kabul ediyorum. Deniz Akkaya’yı çok seviyorum ve beğeniyorum. Çektirdiği resimlere, görüntüsüne bayılıyorum. Çok güzel ve iyi bir kız. Ancak aramızda ne yazık ki bir şeyler oldu. Ne yazık ki bazı şeyleri basına yansıttık.

DENİZ’E DÜŞMAN DEĞİLİM

Gala dergisi için Cengiz Abazoğlu ile bir çekim yaptım. Çok güzel vakit geçirdik, çok güzel eğlendik. Yalnız benim Cengiz’in defilesine çıkacağım kesin değil. Çünkü Amerika’da bir işim var. O yüzden defileye çıkıp, çıkmayacağım belli değil. Zaten onun defilesi için de gelmedim. Sonuçta ben bu defileye çıkarsam, Deniz Akkaya’nın da olması beni asla rahatsız etmez. Eski günlerimi yaşayacağım için çok da mutlu olurum. Kendime çok güveniyorum artık. İşimi yaparım, çıkar giderim. Deniz’le problemim yok. Benimle konuşmayan o. Bu arkadaşlığı bozarak doğru mu yaptım, yanlış mı yaptım diye düşünmesi gereken biri varsa, o da Deniz’dir.

GEÇMİŞİNİ UNUTMAYACAKSIN

Mersin, İstanbul ve Amerika. Bu benim için inanılmaz bir olay. Her şey bir rüya gibi. Bundan on yıl önce, geleceği belli olmayan, Mersin’de yaşayan sıradan bir kızdım. Hayat gerçekten sürprizlerle dolu. Ben hiçbir zaman geçmişimden utanmadım. Bir kamyon şoförünün kızı olarak, buralara gelmekten, gurur duyuyorum. Ailemle gurur duyuyorum. Bakın birçok sanatçıya, hepsinin geçmişinde bir sıkıntı, yokluk var. Geçmişini unutmayacaksın. Ben yokluğu, açlığı, varlığı ve tokluğu da biliyorum.

Amerika’da rahatız, sokakta birbirimizin poposunu çimdikliyoruz

Buradaki kıskançlıklardan, dedikodudan bıkmıştım. İlişkimde de huzuru buldum. Çok güzel flört ettik, hala da ediyoruz. Sokakta yürürken onun sırtına çıkıyorum, boynunu öpüyorum, o beni öpüyor, yolda yürürken birbirimizin poposunu çimdikliyoruz. Burada bunları yapamayız. Bu anlamda inanılmaz özgürüz ve rahatız. Mesela kırmızı ışıkta durduğumuz zaman, yeşil ışık yanana kadar öpüşüyoruz. İşte bütün bu rahatlık, ilişkimizi de huzurlu yapıyor. Eğer biz Amerika’ya gitmemiş olsaydık, kesin şimdiye kadar birçok kez ayrılmıştık. Çünkü sürekli çıkan haberler, dedikodular bizim bu ilişkimizi yıpratacaktı.

İLKER’SİZ YAPAMAM

Bundan iki yıl önce İlker İnanoğlu ile Los Angeles’a tatile gitmiştik. Bu tatil sırasında İlker’in ısrarıyla oradaki ajanslarla görüşmeye gittik. Yurtdışında iş yapabileceğimi düşündüm ve heveslendim. Türkiye’ye geldik. Birkaç ay burada kaldıktan sonra İlker ile düşündük ve artık Amerika’da şansımı denemem gerektiğine karar verip, buradan ayrıldık. İlker’in desteği ve yardımı beni acayip cesaretlendirdi. Tek başına bir şeyler yapabilmek çok zor. İlker’in benimle beraber olması, orayı çok iyi bilmesi, 14 yıldır orada yaşaması bana çok artı getirdi. Hatta ona daha da bağlandım, aşık oldum. Çünkü sonuçta hiçbir erkek benim için böyle bir şey yapmazdı. O, benim kariyerim için, benimle birlikte Amerika’ya geldi.

Haziranda evleniyoruz

Biz İlker’le kısa bir ayrılık bile yaşamadık. Üç yıldır birlikteyiz ve çok mutluyuz. Biz birbirimize hala aşığız. Güle oynaya ülkeme geliyorum ama dedikoduları duyunca bir an önce gitmek istiyorum. Huzur yok burada. İlker’in bana taktığı bir yüzük var. Ben de o yüzüğü sol parmağımda taşıyorum. Yüzüğü gören herkes evlendiğimi düşündü. Soranlara da herhangi bir açıklama yapmadım. ‘Hayır evlenmedim’ demedim, çünkü bir ay sonra evleniyoruz. Bütün işlemlerimizi yaptık. Biz zaten evliyiz. Sadece bir imzamız yok, o kadar. Haziran başı gibi Miami’deki evimizde, kumların üzerinde bir nikah yapacağız. Çok az dostumuzu çağıracağız. Filiz Anne de (Akın) nikahımızda bulunacak. Gelinlik falan giymek istemiyorum. Beyaz, saten, sade bir elbise giyeceğim. Ve birkaç yıl sonra da çocuğum olmasını istiyorum. Bu arada Filiz Anne’in de sağlığı gayet iyi. Ciddi bir problemi yok. İlker ile şu an Houston’dalar.
Yazının Devamını Oku

Artık eteğimi açmam

14 Nisan 2004
Tam iki yıldır hiç kimseyle röportaj yapmıyordu Sibel Can. Sadece dizi film çevirip, çok özel gecelerde sahne alıyor, sonra yine derin sessizliğine gömülüyordu. Sulhi Aksüt’le evlendikten sonra çok fazla gözönünde olmamaya özen gösteren ünlü sanatçı, meydanı çok boş bıraktığına inanarak yeniden kolları sıvıyor. İşte, ‘Uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim. Pırlantanın rengi biraz solmuştu şimdi yeniden parlamaya başladı’ diyen Sibel Can’ın uzun suskunluk döneminden sonraki ilk röportajı...

Bu yıl Maksim Gazinosu’nda sahne alacaktım. Ancak İbrahim Tatlıses’in olmasını çok istedim. Çünkü kendisiyle inanılmaz bir elektriğimiz var. Bu kez kendisiyle zamanı bir türlü tutturamadık. Çünkü onun daha önceden organize edilmiş konser programı vardı. Ben de başka kadroda yer almak istemediğim için, buluşmamızı önümüzdeki sezona bıraktık. Aslına bakarsanız Maksim’i, Maksim’de şarkı söylemeyi çok özledim. En önemlisi Türk sanat müziği icra etmeyi çok özledim. Dolayısıyla önümüzdeki yıl mutlaka Maksim’de sahne almak istiyorum. Fahri Bey, İbrahim Tatlıses olmayınca Yavuz Bingöl’le görüştü ama sanırım fiyatta anlaşamadılar. Fakat Yavuz olsaydı bile benim yine de gönlüm Tatlıses’ten yanaydı. En güzel okuyan, sahneye en çok yakışan, farklı bir insan. Bir gazino ortamında Tatlıses’siz çalışmak, yarım iş yapmak demektir.

MUSİKİ BİLMEYENİ DİNLEMEM

Babam yıllarca Maksim Gazinosu’nda çalışmış. Bu yüzden 6 yaşından itibaren benim çocukluğum Maksim’de geçti. Fasılla, Maksim solistleriyle büyüdüm. Ben de müzik hayatım boyunca hep bunu uygulamaya çalıştım. Şu an gazinoda Türk sanat müziğini dinleyebileceğim insan olmadığı için, musikinin tadını, lezzetini alamayacağım için gitmek istemedim. Ben gazinoya gittiğim zaman, Dede Efendi, Itri, Saadettin Kaynak gibi ustadların bestelerini dinlemek isterim. Dolayısıyla şimdiki Maksim kadrosunda bunları duyamayacağım için gitmek istemiyorum. Geçtiğimiz gün Fahri Bey’le (Aslan) konuştuk, ona bu düşüncemi aktardım. Kendisi de, ‘Haklısın kızım. O zaman gel fasıl dinle’ dedi. Fasıl dinlemeye giderim ama sonra kalkarım.

CİDDİYETTEN UZAKLAŞTILAR

Bu işler o kadar kolay oldu ki. 10 tane, 20 tane şarkı ezberleyen hemen sahneye çıkıyor. Bizler bu yerlere çok kolay gelmedik. Gerçekten bu işe emek, gönül vermek gerek. Bana bir şarkı öğreten insanın elini, ayağını öperim. Türk sanat müziği benim için bu kadar önemli ve değerlidir. Ama şu anda işler, ne yazık ki bu ciddiyetten uzak. Bakın Petek benim çok sevdiğim bir kızdır. Çok şeker. Küçük oğlum Emir, ‘okşa, okşa’ şarkısını söyler. Kızım Melissa onun taklidini yapar. Annesini, ailesini de tanırım. Benim ona karşı bir tavrım yok. Ben herkesin iyi olmasını isterim. Benim sadece şikayetim sistemin yanlışlığına. Sistem çok yanlış. İşte bu yanlışlıktan dolayı da elim eteğimi bir süreliğine piyasadan çektim. Tabii bir de çok yorulmuştum.

KOŞUŞTURMAMIN KARŞILIĞINI ALAMADIM

Beş yıl önce hayatıma yepyeni bir sayfa açtım. Bu yüzden az, öz ve keyifli işler yapmak istedim, yaptım da. Yıllarca çok koşuşturmamın, ne yazık ki karşılığını da alamadım. Hiçbir şey bu kadar yorulmama değmedi. Çok acı çektim. Bu yüzden aileme, çocuklarıma ve kendime yöneldim. Bu değerlerin altını çizdiğim andan itibaren de huzuru yakaladım. Hiç bir zaman sahneden uzaklaşmak gibi bir niyetim olmadı. Müziği ve şarkı söylemeyi çok seviyorum. Uzaklaşmam gibi bir şey de olamazdı. Güzel şarkı söylüyorum. Ben bırakmak istesem de insanlar beni bırakmazdı, bunun da farkındaydım. Şu an da keyifli bir şekilde yeniden işime sarıldım. Önümüzdeki günlerde yeni kaset çalışmalarım başlayacak. Bununla birlikte Libresse’in halk konserleri de olacak. Ancak yine deli gibi koşuşturmak istemiyorum.

ÖZLENEN BİR SANATÇIYIM

Biliyorum meydanı çok boş bıraktım. Ben mutluyum, çünkü değerim ortaya çıktı. Dolayısıyla bu uzaklaşmayı bir avantaj olarak görüyorum. Ortak düşünce ise, ‘Mutlaka sahnelerde olmalısın. Bu kadar güzel söyleyen sanatçılar çok az’ diyorlar. Ama dediğim gibi az çalışma kararını ben aldım. Allah kimseye muhtaç etmesin. Maksim dışında hiçbir gazino çalışması yapmak istemiyorum. Çünkü Fahrettin Aslan’ın benim üzerimde çok büyük emeği var. O yüzden Günay gibi yerlerde sahne almam Fahri Bey’e çok büyük saygısızlık olur. Günay’da bile çıksam gider Fahri Bey’in onayını alırım.

HÜZÜN KALKTI

Farkındayım... Herkes o hareketli, cıvıl cıvıl Sibel’i çok özledi. Açıkçası ben de çok özlemişim. Şimdi bir reklam filmi çektim. Bu filmde o eski Sibel’i ön plana çıkardık. İşte ağır ağır üzerimden o hüzünler kalkmaya başladı. Üst üste hiçbir kadının kaldıramayacağı o kadar ağır şeyler yaşadım. Yıllar geçmesine rağmen bu ağırlık benim üzerimde hüzün olarak kaldı. Ben buna da şükrediyorum. Allah hastalık vermedi. Dediğim gibi bu hüzün üzerimden artık kalktı. Bundan sonra her şey çok güzel olacak. Ben güzel işler yapmak için yeniden kolları sıvadım. Biraz insanlar tedirgin olsun bakalım.

ARTIK ETEĞİMİ AÇAMAM

Yılar önce iyi ki polis gecesinde eteğimi kaldırarak şarkı söylemişim. Bu kare herkesin kafasına yerleşmiş. Ancak artık eteğimi o kadar açmayı düşünmüyorum. (Gülüşmeler) O, bir anlık bir refleksti. Ben bile farkında değildim. Ama yine de çok dozundaydı, çok güzeldi ve harikaydı. Bazen yayınlandığı zaman izliyorum da, ‘Of ne kadar güzel bir hareket. İyi ki yapmışım’ diyorum. Bundan sonra daha dikkatli olmak zorundaydım. Ama o kadar keskin çizgilerim yok. Tabii ki yazın bikinimi, mayomu giyeceğim. Şu an hayalini kurduğum tek şey, çocuklarım ve eşimle birlikte Miami tatili yapmak. En çok da orada bikini ile araba kullanmayı özledim. Son yıllarda bunları yapamıyordum. Beni çok seven ve bunu hissettiren bir eşim var. Çocuklarım da büyüdü, kendilerini kurtardılar. O yüzden kendimi gerçekten iyi hissetmeye başladım. Çok mutluyum. Pırlantanın rengi biraz solmuştu ama pırlanta, her zaman pırlantadır. Onu yeniden parlatmaya başladım. Şimdi pırıl pırıl oldu.

HÜLYA MAESTRO

Hülya Avşar çok önemli bir kişi. Onu çok severim, benim için önemlidir. Ve her şey ona yakışıyor. Hülya, magazin dünyası için çok önemli bir insan. Çünkü bir hareketi, bir sözüyle anında gündemi değiştirebiliyor. Dolayısıyla, ‘Ben maestroyum’ demekle çok doğru söylemiş. Çünkü gerçekten magazin dünyasının maestrosu o. Mesela bir süre önce bir ödül törenine gitti. Protokolde otururken jartiyeri gözükmüştü. Çok hoşuma gitti. Aykırı bir durum. Zaten bunu da sadece Hülya yapar ve dediğim gibi ona da çok yakışıyor. Ancak ben o camiada maestro olmak değil de, birinci keman, birinci müzisyen olmayı tercih ederim. Şef olup da çok önde olmayı istemem. Baş müzisyen miyim? Ben iyi bir şarkıcıyım, yorumcuyum. Gönlümü, ruhumu, beynimi vererek şarkı söylüyorm. Herkes bunu takdir de ediyor. Bugüne kadar birinci keman olmak için çalıştım ve öyle olduğumu da biliyorum. Ben hayatım boyunca aykırı olamam. Çok sakinimdir. Her şeyi alttan alarak, şirinlikle hallederim. Bütün ilişkilerimde böyleyim. Zaman zaman deli gibi çıkışlarım oluyor ama yine de çok uç olmak istemiyorum.

BARIŞACAKLARINI BİLİYORDUM

Hülya ile Gülben’in barışması çok hoşuma gitti. Zaten çok büyük bir kavga da yoktu. Karşılıklı tatlı tatlı atışmalar olmuştu. O dönemlerde aslında ben bu barışmanın olacağını biliyordum. O yüzden çok fazla olaya karışmamış, soruları yanıtsız bırakmıştım. Çünkü bütün bunlar da magazinin bir parçası. Biz Hülya ile aynı dönemlerde bu piyasanın içine girdik ve bugünlere geldik. Bu çizgide, bu noktada kalmak gerçekten çok zor. Dışarıdan göründüğü gibi hiç kolay değil. İnşallah şimdiki arkadaşlarımız 20 yıl sonra bu noktada olurlar da bizler de onları ayakta alkışlarız.

EŞİM GİZEMLİ BİR ADAM

Berivan dizisi Haziran ayında bitecek. Onu bugünlere kadar başarıyla getirdiğime inanıyorum. Ama artık bu tip kadın tiplerini canlandırmak istemiyorum. Modern, şehirli bir kadını canlandırmam için birkaç proje geldi. Bu arada bir çok sinema filmi teklifi de geldi. Mesela bir tanesinin hikayesini çok beğenmiştim fakat Sulhi Bey’e göstermeden kabul etmedim. Çünkü içinde öpüşme sahneleri falan vardı. Bu evliliğim için tatsızlık yaratırdı. Kabul etmedim. Ama sinemayı çok özledim. Kaseti satmadı, boşanıyorlar diye sürekli dedikodu yapıyorlar. Allah’a şükür kasetin 300 bin sattı. Sulhi Bey’le de çok mutlu bir evliliğim var. Çok fazla dışarıda, sanat dünyasının içinde olmadığımız için sürekli olarak bizi boşuyorlar. Oysa biz evimizde çok mutluyuz. Sulhi mükemmel bir insan. Bana ve çocuklarıma sahip çıktı. Tam bir Türk erkeği. Ama göründüğü gibi sert değil. Sadece birazcık gizemli. Böyle olması da hoşuma gidiyor. Çünkü insanlar onun tepkisini kestiremeyeceği için durduk yere bizlere sataşamıyor.

Seyirci ile diyalogda tek kadınım

Birçok insan birbirine rakip gösteriliyor. İşte ses renkleri, tarzları gibi. Ama bir bütün olarak kimse yok. Yani benim alternatifim yok, olacağını da göremiyorum açıkçası. İyi bir ses, dans kabiliyeti, sahne performansı, seyirci ile diyalog açısından benim tek alternatifim Tarkan var. Ne yazık ki bir kadın yok. Tamam çok güzel kadınlar var ama güzel şarkı söyleyemiyorlar. Keşke bir rakibim olsa. Yıllardır tek başıma kaldım. Neyse Allah’tan Tarkan var. Şirinlik, dans, sahne hakimiyeti, iyi bir ses, oyunculuk hepsi bir arada olan bir tek ben varım. Ben, onu da yapayım, bunu da yapayım, şurada yazı yazayım, üç iş birden yapayım derdinde olmadım. Hiç hırslı değilim. Ailem ve kendim önemli benim için. Az, öz, güzel işler yapmak istiyorum. Bugüne kadar hiç söylemedim ama iyi bir yazı dilim vardır. Bu konuda yetenekliyim. Bir gazetede ya da dergide yazı yazabilirim. Ancak bana göre herkes işini yapmalı. Ben bu işi yaparsam siz gazetecilerin değeri, kıymeti ne olacak? Ben şarkıcıyım ve oyuncuyum. Bu iki işi düzgün bir şekilde yapmak istiyorum. Herkes kendi işini yapsın.

Sibel’in diyeti

Şu an altı kilo verdim. Üç kilo daha verdikten sonra rejimi bırakacağım. Haluk Saçaklı’nın verdiği bir diyeti uyguluyorum. O da şöyle;

Sabah; Bir dilim rokfor peyniri, dört zeytin, bir dilim kepek ekmeği, domates ve bir bardak süt.

Ara öğün; Saat 11 ya da 12 gibi bir kivi ve bol çilek.

Öğlen; İçinde haşlanmış tavuk ya da peynir olan sınırsız salata. Diyet yoğurt.

Akşam; Izgara kabak, patlıcan, biber... Yanında yine ızgara balık ya da tavuk.

Ara öğün; Yatmadan önce yine bir adet kivi ve bol çilek.
Yazının Devamını Oku