6 Ağustos 2004
‘Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor’ adlı üçüncü albümünü çıkaran Hande Yener, ‘Benim isyanım erkeklere değil, aşka’ diyor. Genç şarkıcı, hayatına girecek erkeğin tarifini de şöyle yapıyor: ‘Biraz feleğin çemberinden geçmiş, hiçbir şeyde aklı kalmamış olmalı...’ Gençlere albüm yapacağım
10 yıl şarkı söyledim. Herkesin bir şekilde albümü çıkıyordu. Bana kimse albüm yapmayı düşünmüyordu. Sonra, ‘Acaba iyi bir şarkıcıyım diye kendimi mi kandırıyorum, yoksa insanlar mı bir tuhaf’ diye düşünmeye başladım.
İşte bu durum hala canımı çok yakıyor. Prodüktörüm diye geçinen insanların hiçbiri bir tane yetenekli genç bulup, onu piyasaya çıkarmıyor. Ev yarışmaları gibi garip yerlerden şarkıcılar bulmaya başladılar.
Şimdi bu son albümümde prodüktör olarak kendi imzam var. Ve ben Allah nasip ederse inandığım, yetenekli, isimsiz bir genci alıp, ona albüm yapmak istiyorum.
Acılar sesimde
14 yıldır bu mesleğin içindeyim. Yaşadığım acı ve sıkıntıların şimdilerde sesime yansıdığını düşünüyorum. Kazandıklarımı değerlendirmeye çalışıyorum ama görünen başarım kadar param yok.
Çünkü ben paramı, işime ve çocuğumun iyi bir eğitim alması için ona harcıyorum. Arkamda hiçbir güç olmadan, hayata sıfırdan başladım ve bugün bu noktadayım. Tıpkı rahmetli Sakıp Sabancı gibi...
Değişimi seviyorum
Monotonluğu sevmediğim için saçımdan, giyim tarzıma, evime kadar her şeyi çok sık değiştiririm. Bu değişim doğal olarak şarkılarıma da yansıyor.
İnsanların sıkılacağı bir albüm yapmak istemedim. Arkadaşlarımla beraber benim hikayemden, yaşadıklarımdan yola çıkarak şarkılarımı hazırladık. ‘Nasıl olsa Hande Yener oldum’ diyerek durmuyorum.
Dünyadaki starları kendime örnek alıyorum. Son yıllarda hiçbir şekilde Türkçe müzik dinleyemiyorum. Dikkat edin insanlar hep hayatlarındaki belirsizliklerden dolayı bir psikoloğa ihtiyaç duyuyorlar.
Şarkılarımın sözlerine de hayattaki belirsizliğe karşı duyduğum isyanımı anlattım.
Erkekleri çözdüm
Aşksız bir hayat düşünemiyorum. Aşk insana pozitif enerji yüklüyor. Her an aşk yaşamaya hazırım. Korkmuyorum... Çünkü erkekleri artık çözdüğüme inanıyorum.
Eskiden, kendi kendime sevip, aşkı kendi dünyamda ilahlaştırıyordum. Şimdi partnerimin bunu yapmasını istiyorum.
Böyle yaparsa, o kişiyi hayatıma sokabilirim. Yani 24 saat aşka kapım açık... Aşk için uçmaya hazırım. Ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum. Bunu bilmediğim için de beklemenin anlamı yok.
Kadınlar daha çabuk unutuyor
Tabii ki aşk yaşıyorum. Ama herkes gibi benim de hayalini kurduğum bir aşk var. Erkekler de kendi açılarından haklı. Onlar daha az aşık oluyorlar ve unutamıyorlar. Kadınlar daha çok aşık oluyor, çabuk unutuyor.
Fakat karşı taraf sahip çıkarsa, kadın sonuna kadar sadık oluyor.
Kendine güvenen, biraz feleğin çemberinden geçmiş, bazı şeylerden bıkmış, kendinle barışık ve mesleğimi kabullenebilen birisine her zaman kapım açıktır.
Ben bir markayım
Bir dönem özel hayatımı ekran önünde yaşadım. Artık bu konuda daha bilinçlendim. Şu an hayatımda kimse yok. Ama günün birinde olursa, artık sevgilim ile el ele ekranlarda olmayacağım.
Ben, bir markayım. Dolayısıyla insanların benden bıkmaması gerek. Bu yüzden kendimi gizlemeliyim. Daha az malzeme olmam gerek diye düşünüyorum.
Bunun burnumun kalkmasıyla ya da başka bir şeyle ilgisi yok. Sadece işimin gerekliliğinden dolayı bunu yapacağım. Normalda çok ortada olmak istemiyorum.
Dinleyicilerimin benden bıkmaması adına, elimden geldiğince kendimi korumak istiyorum.
Zekam güzelleştiriyor
Ben standart güzellerden değilim. Kendimi kesinlikle karizmatik ve tarz buluyorum. Sonuçta herkesin bir alıcısı vardır. Zeki bir kadınım. En büyük özelliğim de bu zaten. Aptal bir güzel olmayı hiçbir zaman tercih etmezdim. Ben zekam ile kendimi güzelleştirdiğime inanıyorum. Erotizme gelince, ben kötü ve basit durmayan her türlü fotoğrafı çok seviyorum.
Ancak her attığım adımda oğlumu düşünüyorum. Ve ona göre çok dikkat ediyorum. Erotizmin dozunu çok iyi ayarladığımı düşünüyorum.
Hayatımı yazdıracağım
Hayatımı bir kitap haline getirmeyi düşünüyorum. Bunu birisine yazdıracağım. Benim hayatım 24 saat içinde çok değişir. Bu kitap öyle magazinsel içerikli olmayacak. Hande Yener isminde bir şarkıcının hayatını anlatacağım, hepsi bu. Bizler hep ukala ve şımarık biliniyoruz... İşte kitapta farklılığımı, şarkıcı kimliğimi anlatacağım...
Erotizmde ölçüyü bilirim
Kötü ve basit durmayan her türlü fotoğrafı çok seviyorum. Ama attığım her adımda oğlumu düşünüyorum. Erotizmin dozunu çok iyi ayarlıyorum.
Aşkıma sahip çıkarım
Duygu olarak her zaman aşkına sahip çıkan birisiyim. Fakat bugüne kadar olan şarkılarımda hiçbir şey umurunda olmayan, ‘Git ve bir daha gelme’ diyen bir kadın vardı. Şimdi biraz daha yumuşadım. Artık şarkılarımda erkeklere değil, aşka söyleniyorum.
Yani erkeklerle hiçbir problemim yok. Ancak şunu anladım ki, onlarla aynı frekansta ve aynı hızda değiliz. İşte bu son albümde bunun haykırışı var. Bu haykırış, kimi sözlerde eğlenceli, kimi sözlerde de dramatik bir şekilde anlatılıyor.
Kısacası genel konsept, aşk kadın ruhundan anlamıyor. Bana göre bu hayatta hayallerimizdeki aşkı yakalayamıyoruz. Bu hem kadın hem de erkek için geçerli. Ben bu albümde kadınların cephesinden baktım. Erkekler de bu albümle kadınları tanıyabilecek.
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2004
Seren Serengil, büyük aşk yaşadığı Cengiz İmren’le geçtiğimiz yıl sürpriz bir şekilde nikah masasına oturmuştu. Cezaevinde yatan İmren’le annesi Nevin Teoman’ın tepkisine rağmen evlenen Serengil, geçtiğimiz haftalarda aniden boşanmaya karar verdi. Bu kararını medya kuruluşlarına gönderdiği faksla açıklayan Seren Serengil, evliliğinin perde arkasında yaşananları ilk kez Kelebek’e anlattı. KIZKARDEŞİNDEN ÇEKTİM
Cengiz’i gerçekten çok sevdim. Bunu bazı insanlar anlayamıyor ama gerçekten o adama çok aşık oldum. Ve aşkım için de hiçbir fedakarlıktan kaçınmadım. Onun için annemden, mesleğimden, rahat yaşantımdan vazgeçtim. Kocaman bir evde üç çalışanım ile otururken, evimi kapatıp Cengiz’in Tarabya’daki evinde yaşamayı göze aldım. Annem beni beş kuruşsuz bırakırken, ben eşimin evinde sıkıntı çekerek hayatımı sürdürdüm. Her gün onu ziyaret ettim, evime dönerek bekledim. Yaptıklarımın hepsi helal olsun. Çünkü sevdiğim adamla, isteyerek evlendim. Ayrıca bana çok ihtiyacı olduğu bir dönemdi ve onu yalnız bırakamazdım. Biz biraradayken o küçücük evde hiç sorunumuz olmadı. Ama o evde yalnız yaşamaya başladığımdan bu yana ailesi bana çok çektirdi. Ailesi derken, İstanbul’da yaşayan kız kardeşi ve onun kocası. Cengiz onlar için iyi bir gelirdi ve bu rantı kaybetmek istemedikleri için sürekli bana yıldırma politikası uyguladılar, sonunda da başarılı oldular...
YALANLARI ÇIKTI
Annemle barıştıktan sonra hem annemin hem de Cengiz’in evinde yaşamaya başladım. Çünkü eşim çok uzun süre annemde kalmamı istemiyordu. Fakat evimde rahat edemiyordum... Kızkardeşi ve eşi çat kapı geliyorlar, her şeye karışıyorlardı. Orası benim mahremim. Aramadan, sormadan gelmek ne demek? Geldikleri zaman da rahat durmuyorlar, pencere açarım karışırlar, üzerime iftira bile atmaya kalktılar. Her şeye Cengiz için katlandım. İstenmeyen geline baskı kurup, evden kaçırmaya çalışırlar ya, aynı şeyleri yaşadım. Ve kardeşime yapılan olay, bardağı taşıran son damla oldu. Cengiz’in kızkardeşi baştan beri beni hiç istemedi. Çünkü Cengiz onlar için bir ranttı ve benim bunu engelleyeceğimi, gerçek yüzlerinin, yalanlarının ortaya çıkacağından korktular. Beni bu kadar yıpratmalarının tek sebebi, Cengiz’i ellerinden kaçırmamaktır...
GÖZÜMDE KÜÇÜLDÜ
Rahmetli babamın son evliliğinden dünyaya gelen bir erkek kardeşim var, adı Timur... Timur birkaç hafta önce Finlandiya’dan Türkiye’ye geldi. Ben de onu kız arkadaşıyla birlikte Cengiz’le oturduğum evde ağırlamak istedim, çünkü kalabilecekleri başka yer yoktu. Üstelik ayağı da sakattı. Kardeşimin geldiği gün eve yiyecek almak için dışarı çıktım. Onu kız arkadaşıyla evde bıraktım. Bir süre sonra telefonum çaldı... Timur evden gideceğini söylüyordu. Bir öğrendim ki Cengiz’in kızkardeşi ve eşi Rıdvan gelmiş. ‘Cengiz böyle şeylere kızar’ diyerek kardeşimi rahatsız etmiş, evden gitmesini söylemiş. Ben Cengiz’in eşiyim, orası Cengiz’le yaşadığım ev ve bunlar sanki ben o evde yaşamıyormuşum gibi çat kapı geliyor, kardeşimi evden kovuyor. Buna dayanamadım ve ertesi gün cezaevine giderek olayı eşime anlattım. Önce sustu ve sonra bana ‘Ablam bir şey diyorsa, muhakkak doğrudur. Bunda büyütülecek bir şey yok ki’ dedi. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ve hemen boşanmaya karar verdim... Ve bu kararımı da kendisine anında ilettim. Çünkü Cengiz o an benim gözümde küçülmüştü...
CENGİZ’İ SEVDİM
Ben Cengiz’i çok sevdim, onun için çok fedakarlık yaptım. Onun da benim yaptığımın iki katı bana fedakarlık yapması, sahip çıkması gerekiyordu. Ailesini reddetsin demiyorum ama en azından tavrını ortaya koyabilirdi. Yapmadı, kız kardeşine karşı çok yumuşak davrandı. Fakat ne yazık ki beni kaybetti... Ve kendisine, ‘Kızkardeşin ve kocası benim enerjimi bitirdi. Evliyken sana faydalı olamayacağım. En iyisi boşanmak. Çünkü sen içerideyken bunlar beni rahat bırakmayacak’ dedim, görüş odasından çıktım. Sonra beni aradı ve ‘Sen beni sevseydin böyle acil karar vermezdin’ dedi. Ben onun ailesiyle oturmaya mecbur değilim. Bana sığıntı gibi davrandılar. Hadi bunu geçtim yapılanlar canıma yetti. Anlattıkça o da bana hak verdi ama artık çok geçti. Eğer Cengiz baştan kardeşine karşı tavrını koysaydı asla boşanmazdım... Ben anneme Cengiz’in adını andırmazken, onlar bana yapmadıklarını bırakmadılar. Neden, Cengiz’in yumuşaklığı yüzünden...
HENÜZ DAVA AÇILMADI
Adli tatil nedeniyle henüz boşanma davası açılmadı. Şimdi avukatlar beni boşanmaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Cengiz de, ‘Benim için onlar bitti’ diyor ama ben inanmıyorum. Çünkü ne yapıp edip yine bunlar Cengiz’in merhametinden faydalanırlar. Bu saatten sonra Cengiz’in onları reddettiğini söylemesi benim için bir şey ifade etmiyor. Bazı şeylerin farkına varması için illa ki beni kaybetmesi mi gerekiyor?
Her şeye rağmen yine onu yalnız bırakmayacağım, yine ziyaret edeceğim. Çıkana kadar yanında olacağım. Ama kararımdan vazgeçmeyeceğim. Cengiz dışarı çıkar, eşit şartlar altında biraraya geliriz, konuşuruz. Eğer ortak bir noktada buluşursak ve ona karşı hislerim aynı duruyorsa, yeniden onunla evlenebilirim. Şu an ona sevgim bitmedi. Fakat cezaevindeki evliliğim bitti.
Yalnız şu da bir gerçek ki, Cengiz bu aileyi, (kayınvalidem ve Batman’daki kızkardeşi hariç) benden soyutlamadığı sürece biraraya gelme şansımız yok. Karısıysam bunu herkes bilecek ve kabullenecek. Benim bu insanlarla artık uğraşacak halim kalmadı...
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2004
Kurtlar Vadisi’ni hiçbir maddi karşılık beklemeden Şaşmaz kardeşlere devreden dizinin yapımcısı ve yönetmeni Osman Sınav, ilginç açıklamalarda bulundu. Dün Kelebek’te yayınlanan Necati Şaşmaz’ın da yer aldığı zikir fotoğraflarının, 100.Yıl Kültür Merkezi yerine Karşıyaka Mezarlık Camisi’nde yapıldığının ortaya çıkmasından bir gün önce görüştüğümüz Sınav, Şaşmaz Kardeşler’in tarikatta ilgisi olmadığını savundu. Osman Sınav, ‘Kültürel bir faaliyet’ dediği Necati Şaşmaz’ın semah gösterisine de ilginç bir benzetme yaptı: ‘Ha Kenan’ın zeybeği, ha Necati’nin semahı. Benim için bir fark yok...’
- Kurtlar Vadisi’ndeki yapımcı ve yönetmen kimliğinizi neden bıraktınız?Bu bir ticari karar. Şirket olarak içsel bir kararımız. Ben bugüne kadar dört tane yönetmen, çok senarist, star ve oyuncu yetiştirdim. Şimdi de yapımcı yetiştirdim. Raci Şaşmaz, Deliyürek’ten ve Kurtlar Vadisi’nin başından bu yana benim ekibimin içinde olan biri. Ve ben onu, projenin içine başından beri öyle bir aldım ki, ileride yapımcılığı sürdürebilsin diye yapımcılıkla ilgili konuları da paylaştım. Başarılı oldu da. Şimdi benim başka bir hayalim var. O, bu dizinin yapımcılığını sürdürecek. Ben bu kararı üç ay önce verdim. Ama bu kararımı sizde çıkan haberden üç gün önce ekibe toplu halde açıkladım. Kardeş bir şirket kurulacak. Kurtlar Vadisi ve Ekmek Teknesi o şirketten devam edecek. Ancak bana ihtiyaç duyulduğunda her zaman onlara destek olacağım. Çünkü ben film çekmek istiyorum. Bunun için de zamana ihtiyacım var.
- Aldığınız bu kararın size maddi bir girdisi oldu mu?Hayır.
- Yani iki diziyi de hibe ettiniz?Evet. Gerçek ve asıl zenginlik hayaldir. Benim hayalimdir. O yüzden ben bu dizide yokum. Hayal benim zenginliğimdir. Ben hayal satıyorum. Yeni hayaller yaratmam gerek. Bunun için de zamana ihtiyacım var. Ben bugüne kadar ne yaptımsa, kurduğum hayallerle yaptım. Tüm gerçeklerimi hayalden çıkardım. Yani benim gerçeğim, hayallerimdir. Daha büyük projelere gireceğim. Arkadaşlarıma devrettiğim bu iki dizi için kurulan yeni şirkete de, bu yüzden ‘Kardeş’ şirket diyorum. Çünkü onlar benim dostlarım. Benim dostluklarım böyle olur...
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2004
Sanat dünyasının ünlü ismi İbrahim Tatlıses, beş yıldır birlikte olduğu ve son birkaç aydır görüşmediği oryantal Asenayla yaşadıklarını ve fırtınalı günleri tüm samimiyetiyle anlattı. Tatlıses, ‘Asena’yla ilgili sorulara sizin vasıtanızla nokta koymak istiyorum’ dedi ve sadece Kelebek'e anlattı. İşte Tatlıses’in müthiş açıklamaları...
Asena ile yaşadığınız ve turne olayı ile gündeme gelen gerginlik biraz uzun sürdü gibi... İbrahim Tatlıses-Asena olarak biz yurt dışında, 15-20 konserlik bir anlaşma yaptık. Afişler asıldı, biletler satıldı. Ancak kendisi üç konsere geldi, üç tanesine gelmedi. O zaman ne oluyor, anlaşılan paranın belli miktarı geri isteniyor. Doğru ya da yanlış organizatörün bunu istemeye hakkı var. Neden? Anlaşmayı Tatlıses-Asena olarak yapmışız. Asena Hanım’ın da benimle, ‘Tatlıses’in yurt dışında yapacağı 15-20 konsere çıkacağım. Çıkmazsam 10 bin Euro’yu ödemeyi kabul ediyorum’ şeklinde, altına imzasını attığı bir anlaşma var.
- Konserlere neden gelmedi?
Kendisiyle görüşmedim. Menajerimiz Eyüp telefon açmış, tersleyerek gelmeyeceğini söylemiş. Her şey bir yana kendisi bana, ‘Ben sana söz verdim. Söz verdimse yerine getiririm’ demişti. Ben onun verdiği söze inanırım. Beş yıldır, ne söylediyse yerine getirmiştir. Fakat bu kez sözünü yedi. Doğal olarak biz de hukuki yollara başvurduk, hakkında dava açtık. Yaklaşık 200 bin Euro gibi bir parayı da ondan çatır çatır alırdık.
- Ama davadan vazgeçtiniz...
Necdet kirve telefon açtı. Bizim de haksız olduğumuz taraflar olabileceğini, bu mahkeme olaylarının bize yakışmayacağını söyledi. Düşündüm ve doğru söylediğine karar verdim. Tamam Asena’ya kızmıştım ama bu mahkeme olayı işi sakız gibi uzatacaktı. Basına fazla malzeme olmamak için de davayı geri çektim. Ama onun da artık birşeyler yapması gerekli.
- Nasıl bir şeyler yapmalı?
Asena çok akıllı bir kız ama her şeye çabuk kanar. Mesela gazetede bir yazı gördüğü zaman sanki o yazı gerçekmiş gibi hemen ciddiye alıyor. Bir de başkalarının lafları bu haberin üzerine binince ister istemez kendine göre bir takım hareketler yapıyor. Kafasında senaryolar kuruyor. Kim ona telefon açıp da ne söylüyor, kim onu dolduruyor anlamıyorum. Ama bildiğim bir tek şey var onda kesinlikle büyü var. Gel-git bir ruh hali var. Bana göre Asena’nın ruh hali çok bozuk, iyi değil...
- Kimler Asena’yı dolduyor?
Bana göre işin gerisinde bu kızı dolduran birileri var. ‘İyi yapıyorsun biraz daha çektir’ diyerek onun beynini yıkıyorlar. Artık ne çektiriyorsa... İşte bunu söyleyenler bana göre dost değildir. Şimdi isim vermeyeceğim ama kendisi iyi bilir ki bunu yapan bir kişi var. Bu kişi de zaten tek başına dünyaya bedel birisi. Asena’yı basamak yapıp ayakta durmaya çalışıyor. Asena’nın Almanya’da program yapacağı bir isim bu.
- Siz hiç aradınız mı? Sanki arada bir inatlaşma var gibi...
O inat yapıyorsa, yaptığı inat işimize yansıyor. Bu doğru bir şey değil. Benim inadım ise şöyle, onu hiç aramadım. Asena nasıl kendine göre efelik yapıyorsa, ben de yapıyorum, konuşmuyoruz. Halbuki konuşmamak kadar kötü bir şey yok. Bir şeylerin konuşularak sonuca bağlanması gerek. Gazetelerde sürekli olarak ayrıldılar yazıyor. Ağzımdan çıkan her şey saptırılıyor, yanlış yazılıyor. O yüzden de sizinle bu röportajı yapmak istedim.
Çalışmasına izin vermem
- ‘Seni süründüreceğim’ gibi bir düşünceniz mi var?
Hayır. Süründürmek isteyen insan böyle yapmaz. Ne yapar biliyor musunuz, başından atar, ‘Hadi yoluna git’ der. Sonra gizlice bir teşkilat kurar, ‘Hadi şimdi çalış bakalım, nasıl çalışacaksın’ der. Süründürmek budur. Her şey bir yana davadan vazgeçmez, paraları çatır çatır alırdım.
- Anlaşılan Asena’nın bir yerde çalışması mümkün değil. Peki hayatını nasıl sürdürecek?
Bizimle çalışmak istemiyorsa bir sebep gösterecek. Ayrıca ben onun kendi kendine bir yerlerde çalışmasını doğru bulmuyorum. Çünkü bu camia kurtlar vadisi... Onun o vadide olmasını istemiyorum. Çünkü işin ucu bana da dokunacak. Biz de diyoruz ki sevdiklerimiz bizimle olsun, yanlış yolda olmasın. İnsan sevdiklerini, sevdiğini yanlış yola sürüklemek ister mi, istemez.
- Gelip size bir açıklama yaparsa, özgür bırakır mısınız?
Tabii ki...
- Yani, ‘Artık ben seninle hayatımı sürdürmek istemiyorum’ dese...
Doğrudur, kimse mecbur değil...
- Belki artık tek başına çalışmak istiyordur?
Nasıl çalışacak kendi başına?
- Sizden önce nasıl çalışıyorsa öyle...
Benden önce çalışmıyordu ki... Düğünlerde dans ediyordu, 150-200 dolar alıyordu. Bunlar da İbo Şov’un destekleriyle oluyordu. Ama biz onu fark ettik, kendinde de yetenek vardı ve buralara kadar geldi. Asena dans ederken kimse onun kadınlığına bakmıyor. Asena sanatına baktırıyor. Onu seyrettikten sonra kimseyi seyredemez oldum. Herkes bana yavan geliyor. Biz onu doğru yola çekmek istediğimizi, sevdiğimizi her seferinde anlattık. Beni sürekli yalvaran, terk edilmiş bir duruma düşürdüler. Hiç böyle bir şey yok. Ben sadece onun iyi yolda olmasını istiyorum...
- Bana aşık dediniz. Belki size olan aşkı bitmiştir, ayrılmak istiyordur. Sizin hayatınızdan çıkması çok mu zor?
Hayır. Sadece dobra olması gerek. Gelip karşıma söylesin. Böyle kaçamak şeylere gerek yok. Gelip direkt söyleyecek. Bu da yürek ister.
- Asena’yı sevdiğinizi söylediniz... Onu seviyor musunuz?
Ben onu seviyorum demedim, seviyoruz dedim. Asena’yı seviyorum lafı nasıl algılandığına bağlı. Aşk olarak mı algılandı?
- Vallahi herkes öyle algıladı.
Öyle mi algıladınız? Ben aşığım yani... Vay be... Kendimden haberim yok. Şimdi aşk başkadır, sevmek başkadır. Bana göre aşk falan yoktur. Ne aşkı? Kimse tarifini bile yapamaz. Sevmek ve alışkanlık vardır. Ben hakikaten Asena’yı seviyorum. Diyorum ki, o bizim bir parçamız. Çünkü ben onu böyle görüyorum. Ona dokunulması, ona ihanet edilmesi, ona yanlış bakılması, ona nankörlük yapılması, onun perişan olması beni çok rahatsız eder.
- Yani siz de Asena’ya alıştınız...
Alışmışım gibi mi görünüyor... Bakın yine söylüyorum. Allah’ın selameti başına olsun. Eğer huzurluysa, rahatsa bizim için hiçbir problem yok. Gelsin, anlatsın, bu sebeblerden dolayı çalışmak istemiyorum desin. Biz de ‘Bunları düzeltirsek çalışır mısın?’ deriz, konuşuruz... Ortak bir noktada buluşmaya çalışırız.
Nehir hafif kalır
- Bir de Ayşegül Yıldız’la ilişkiniz çok sık gündeme geliyor.
Bazı şeyler abartılarak gündeme geliyor. Abartı işin içine girdi mi ben derdimi anlatamıyorum. ‘Ne yaparsan yap, sana inanmıyorum’ diyor. Ya bir dinle. Belki inanırsın. Yaptığım şeyleri yaptım, yapmadığım şeylere de yapmadım diyorum. Yapmadığım şeylerle suçlanmaktan da nefret ediyorum. Olaylar durmuyor ki... Herkes birbirine telefon açıyor, hatlar karışıyor. Yanan ben oluyorum. Aslında kendisinin de bildiği bir olaydı bu.
- Ayşegül Yıldız ile başbaşa Kıbrıs’a gitmediniz mi?
Benim Kıbrıs’a falan gittiğim yok... Ben ortada bir adamım. Bir yere gideceğim ve görülmeyeceğim, bu mümkün mü? Ama bu farklı anlatılırsa, olmuyor işte.
- Son günlerde de Nehir Erdoğan’la olan samimiyetiniz de göze çarpan bir başka konu.
Nehir bir defa benim çalışma arkadaşım. Ayrıca ben gül üstüne gül koklamam. Onun kilosu bana biraz hafif gelir. Yani Nehir’i alıp da Asena’nın yerine koyduğum zaman, sevenlerim bunu komik bulur ve güler. Benim son beş yıldır kiminle ismim çıktı ki...
- Yeni albüm çalışmanız başladı mı?
Başladı. Şimdi uçakta şarkı yazıyorum, Asena’ya şarkı yazdı diyorlar. Bu albümde kimseye şarkı yok. Tamamen kendi dertlerimi yazıyorum. Albümde beş tane şarkı, benim şarkım. İsimleri ise şöyle; Aramam, Karınca, Barışmam, Gel ve ‘Ben seni vurmaz mıyım, saçından asmaz mıyım, senin gibi birini, tarihe yazmaz mıyım’. ‘Aramam sormam mı’ şarkısını bundan önceki kavgamızda yazmıştım. Ama bu Asena’ya yazdım anlamına gelmiyor. O anki ruh halimle yazdığım bir şeydi bu. Esinlendim diyelim. Yani Asena, benim için iyi bir esinlenme kaynağıdır.
- Bir süre önce, ‘Her şeyi bırakacağım’ dediniz. Bu konuda ciddi miydiniz?
Vallahi bu kasetten sonra hayatımda çok şeyler değişebilir. Artık bu gibi olayları kaldıracak güçte değilim. Kıbrıs’ta ya da Bodrum’da kendime bir yer yapacağım... Ve beni kim seviyorsa, o benim yanıma gelecek. İş yerlerimin çoğunu devredeceğim. Benim şarkıcılığım bana yeter. Eğer sadece şarkı söyleseydim, para koyacak yer bulamazdım.
Ayaklarımı yıkar, bebek gibi bakardı
- Aso Bar da çalışması için aradınız mı?
Aso Bar’ın açılışı için Asena Hanım’ı Eyüp Bey aradı. Yine istemiyorum, çıkmayacağım demiş. Biz de ‘Peki’ dedik. Ne diyelim? Yine ben açıp konuşmadım. Konuşmamam ne kadar yararlı, ne kadar yararsız onu bilmiyorum. Kafasında ne var onu da bilmiyorum. Ancak benim de sabrımın bir saati var. O saat geldi mi herhalde gerekeni söyleyeceğim. Ama ben o saatin gelmesini istemiyorum. İş o noktaya geldi mi her şey bozulur, bir daha düzelmesi de zor olur. Biz ona bir emek verdik. Ona destek olduk, korumaya aldık. Çünkü İbrahim Tatlıses’le tanışmasaydı farklı yerlerde farklı şeyler yaşayabilirdi. İşte bu emeğin karşılığını yok saymak gibi bir durum var. Asena Hanım varolduysa, İbrahim Tatlıses ile varoldu.
- Onun sizin üzerinizde hiç emeği yok mu?
Hayır yok. Ne emeği olabilir ki?
- Hayatının beş yılını sizinle paylaştı...
Tamam bu doğrudur. Beni çok sevdiğini, bana aşık olduğunu çok iyi biliyorum. Zaten aşk, sevgi olmazsa bir insanla beş yıl birlikte olması mümkün değil. Mesela masörümü çağırır, ‘Ona iyi bak’ diye talimatlar verir. Her şeyi çekip çevirir. Bu açıdan baktığım zaman emeklerini inkar etmiyoruz. Ayaklarımı yıkardı, düzeltirdi. Yani baktığı zaman bebek gibi bakardı. Bu kızın hiç ortası yok. Hep uçlarda. Onun için ben hep bir laf söylerim, ‘Aso’dur, delidir, bizimdir’ derim. Gerçekten öyle. Ben onu kendi ailemden biri olarak görüyorum.
- ‘Ben olmadan hiçbir yerde çalışamaz’ dediniz mi?
Niye çalışamaz, bir kere bizi seven dostlarımız böyle bir şey yapmaz. Bu camiada herkes birbirini tanır. Bu durum racona ters gelir. Bizim dostlarımızın Asena’yı alıp çalıştırması gibi bir durum mümkün değil, olmaz... Bunu söyledim, tehdit olarak yazdılar. Benim ona karşı, ‘Hayatta çalışamaz ve çalıştırmam’ diye bir tehdidim yok. Asena Hanım çalışmak için bir yere gitse bile bana telefon açıp, ‘Ne yapalım’ diye sorarlar. Racon budur...
Gelsin çalışsın yüzümü görmesin
- Buradan Asena’ya bir şey söylemek ister misiniz?
Her şeye rağmen biz onun yanındayız. Onun da bizim yanımızda olmasına, işine sarılmasını istiyoruz. Çünkü bu mesleğin ona ihtiyacı var. Ben onun oryantallik mesleğinde iyi bir örnek olduğuna inanıyorum. Ben ona bir okul açmayı düşündüm. Aklına kim girdiyse, ‘Ben bu yaşta ne okulu açacağım’ dedi. Ne alakası var. Hem para kazanacaksın hem de manevi anlamda tatmin olacaksın. Böyle güzel bir şey olabilir mi? Gelip bana desin ki, ‘Ağam benim seninle bir işim olmaz.’ Ben de derim ki, ‘Tamam kardeşim benimle bir işin yok. Ses Ajans orada...’ Eğer bir tane işine karışırsam, onu yapma, bunu yapma, oraya gitme dersem Allah belamı versin. Hiçbir işine karışmam. Ben bunu söyleyince de, ‘İbrahim Tatlıses yalvardı’ diyorlar. Şimdi benim üslubumda yalvarmak gibi bir durum var mı? Ben sadece ona hayatı anlatıyorum. Gelsin çalışsın yüzümü bile görmesin. Ne zaman görmek istiyorsa gelip camın arkasından bakar, ben de ona bakarım gider. Ancak bu durum farklı farklı boyutlara gelmeye başladı. İnsanlara çok boşluk bıraktık. Son sözü söyleyeceğim artık. Bana da kimse son sözü söyletmesin. Son sözüm ağır olur.
- Evlenmek istiyor musunuz?
Kış ola, harman ola. Kış gelsin... Şimdi bir şey söylemem. Eğer kışın bu dediğim olmazsa, o zaman bana, ‘Neden olmadı’ diye sorarsınız...
Bir gün seti bastı
Asena’nın efeliğinden acayip keyif alıyorum. Ben delileri severim. Bir gün geldi seti bastı... Arabayla geldi, milleti eziyordu... Allahtan basından kimse yoktu. Ben kadında edebi, terbiyeyi severim. Kadın dediğin ağır başlı olmalı. Yeri geldiği zaman şirin deli, şirin kavgacı olmalı. Çirkefçe davranmamalı.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2004
Kenan Doğulu, müzik sektöründen sonra modaya da el attı. Yarattığı Ken markasının bakımlı erkeklerin tercihi olacağını söyleyen genç müzisyen, kreasyonunu tanıtacağı defileyi 1 Temmuz’da yapacak. Ben her zaman modayı takip eden, modayla ilgili her şeyi yakından inceleyen birisi oldum. Bu benim en büyük fantazim ve hobim. Bugüne kadar birçok dizaynır ve Türkiye’nin önde gelen tekstil şirketlerinden, Kenan Doğulu markası yaratmak yolunda teklifler aldım. Çünkü herkes benimle beraber bir marka yaratmanın kolay olacağını düşünüyordu.
Kıyafetlerime hep ilgi vardı
Benim son iki yıldır sahne kostümlerimi dizaynır arkadaşım İrem Onar hazırlıyor. Bu kıyafetlerin çok beğenilmesi karşısında ‘Ken’i marka haline getirip, tüketiciyle buluşturmaya karar verdik. Ticaret, hesap kitap gibi işleri çok güvendiğim dostum Gökhan Yüzbaşıoğlu yapacak, işin başında olacak. Hazırlanan bütün kıyafetlerde düğmeden rengine, üzerine yazılacak mesajdan kumaşın kalitesine kadar her şeyle yakından ilgileniyorum ve her detaya karışıyorum. Yola çıkarken şunu belirledik. Benim rafta görüp de asla giymeyeceğim bir kıyafet olmamalı dedik ve öyle çalıştık. Yarattığımız markaya daha sonra aksesuvar, ayakkabı, takı ve kozmetik de dahil olacak. Özellikle erkekler için body lotion’lar, göz altı kremleri gibi şeyler üretmek istiyoruz. Şu an bayanlar için sadece tişörtler yaptık. İleride ‘Kendy’ markası adı altında tamamen bayanlara özel koleksiyon hazırlamak istiyoruz.
Bol kıllı Ken giyemez
Bazı kıyafetleri houte couture mantığıyla da hazırlayacağız. Özel vücutlu erkekler için özel tasarımlarımız olacak. Ayrıca isteğe göre kıyafetlerin üzerine sloganlar yazacağız. Mesela isteyen kıyafetinin üzerine, ‘Ben bugün evleniyorum’ yazdırabilecek. Çıkış sloganımızı ‘Love Your Self’ olarak belirledik. Kendini seven, kendine güvenen, iddialı kırmızı giyebilen ama erkeksi çizgilerinden vazgeçmeyen bakımlı erkeklere sunuyoruz ‘Ken’ markasını. Erkekte dekolte bazen antipatik olabiliyor. Özellikle Türk erkeğinin vücut yapısını göz önünde bulundurursak, dar omuzlar, göbek ve bol kıl, dekolte kıyafetleri kıl hale getirebiliyor. Ancak kendine bakan, kendini seven vücudunu seven, aynayla barışık insanlara, ‘Ken’ markası çok yakışacak. Yani ‘V’ tişört alacak birisi bakımlı olmalı. Öyle bol kıllarla ‘Ken’ tişörtleri giyilemez.
Hülya’ya rakip değilim
Fiyatlarda herhangi bir markayı örnek almadık. Özellikle ilk yıl insanların korkmadan markaya yaklaşmasını istedik. Dolayısıyla Avrupa’dan gelen markalar gibi uçuk, yüksek fiyatlarımız olmayacak. Tabii çok da ucuz olmayacak. Tam kıvamında bir fiyat politikamız olacak. Şu an koleksiyonumuzda blue jean, tişört, ceket, gömlek bulunuyor. Ürünlerin satılacağı yer konusunda Mudo, Vakkorama ve Beymen’le görüşmelerimiz sürüyor. Yurtdışında da satışlar yapmak istiyoruz. Belki Amerika’dan çıkıp, daha sonra Avrupa’ya da girmek gibi niyetimiz de var. Çünkü oralarda da alternatif kıyafet eksikliği olduğunu gördüm. Hülya Avşar’ı rakip olarak görme fikri hiç düşünmediğim bir şey. O sadece tişört yapıyor. Ancak Hülya benim bayanlar için hazırlamayı düşündüğüm koleksiyondan kendine alışveriş yapacaktır. Çünkü tam onun tarzında, seveceği şeyler hazırlayacağız. Ama ben onun beyaz tişörtlerini alamam ki...
Defilede Tuğçe olmayacak
1 Temmuz’da Nişantaşı’ndaki Demokrasi parkında bir defile yapmayı düşünüyoruz. Ozan, bu defilenin müziklerini canlı olarak çalacak. Ben ise sonunda yine temmuz ayında piyasaya çıkacak olan 6.5 albümümden bir şarkı söyleyeceğim. Bunun dışında çok hoş sürprizler olacak. Mankenlerin çoğu erkek olacak. Defilenin sonunda Atilla Saral’ın çıkmasını çok istiyorum. Çünkü Atilla benim hem eski arkadaşım hem de onun bana uğur getireceğine inanıyorum. Bayan tişörtlerini ise birkaç bayan manken arkadaşımın taşımasını istiyorum. Ama öyle yazıldığı gibi Çağla Şikel ya da Tuğçe Kazaz’la bu konu hakkında görüşmedim... Dostluk ilişkilerimin devam ettiği bazı arkadaşlarımdan belki böyle bir ricada bulunabilirim. Aslında bu durum fazla magazinsel boyut taşıyacağı için biraz da çekiniyorum. Onun için daha karar vermedik. Dolayısıyla defilede erkek modeller ağırlıkta...
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2004
‘Ses ve Ayrılık’ isimli yedinci albümünü 21 Haziran’da çıkaracak olan Özcan Deniz, ‘Pop müzik bir hiçtir. Milyon kaset satarken bu albümle kendimi riske atıyorum ‘ dedi. İşte Deniz’in dilinden son albümü... BERRAK BİR ALBÜM OLDU
Dokuz aylık bir çalışmanın ardından ‘Ses ve Ayrılık’ isimli albümüm 21 Haziran’da piyasaya çıkacak. Albümde Nazan Öncel’in iki eseri var. Birinin söz-müziği, diğerinin de sözü ona ait. Ayrıca albümün müzik yönetmenliğini Nezih Ünen gibi çok değerli bir isim yaptı. Albümdeki bütün şarkılar ayrılığı anlatıyor. Yani mutlu, aşık olmuş bir adamın duygusunu ifade eden bir tane şarkımız yok bu albümde. Ancak bunun farkına albüm bittikten sonra vardık. Yoksa ‘Ayrılık’ albümü yapalım diye planlı, programlı yola çıkmadık. Bir de ayrılığı anlatış biçimi vardır. Sinema filmi çekersiniz görsellikle anlatırsınız, albüm yapıyorsanız sesinizle anlatırsınız. Biz de ayrılığı her enstrümandan çıkan sesle ifade ettik, ona göre de yorumladım. Sonuçta ses satıyoruz. O yüzden de ‘Ses’ dedik. Ve karmaşadan uzak yalın bir sound’la hazırladık albümü. Ne yazık ki diğer albümlerimde kendimizi bu karmaşadan kurtaramıyorduk. Şimdi bu karmaşa yok. Tek enstrümanla söylediğim şarkı bile var.
STÜDYO FOBİM VAR
Benim stüdyo fobim var. Stüdyoda mesai harcamaya, koltuk üzerinde sabahlamaya bayılıyorum. Ancak iş okumaya geldiğinde performansım yüzde 70 düşüyor. Sahnede öyle değilim. Elime mikrofonu verin, arkama sazları, önüme seyirciyi koyun ortalığı yıkar geçerim. Arya, türkü ne varsa en zor şarkıları bile okurum. Performansım yüzde 200 artar. Sahnede kendimi aşıyorum. Fakat stüdyoda benden çıkacak performansın yüzde 20’si çıkıyor. O yüzden diğer albümlerimde kimse benim sesimin rengini tam olarak anlayamadı. Bu albümde ise bu fobimi yenmeyi başardım.
İPLER BENİM ELİMDE
Özcan Deniz denilen tarz zaten ben değildim. Bütün albümlerim, prodüktörlerin ‘Halk bunu ister’ düşüncesiyle hazırlanan albümlerdi. Bunun üzerine herkes beni dünya müziğinden bihaber zannetti. Oysa yıllardır Türk müziğini, klasik müzik başta olmak üzere her türlü müziği dinleyen bir insandım. Hayatım boyunca hep dünya müziğini araştıran, sonra da kendi müziğine adapte etmek isteyen bir insan oldum. Ben zaten kaynaklarıma sahibim. Anadolu’dan geldim, taşrada yetiştim, ailemde ozanlar var, Türk halk müziğini çok severek dinliyorum ve biliyorum. İşte bütün bunlara bir şeyler katmaya çalıştığım için hep evrensel müzikleri gözlemledim. Ama bunu bir türlü hayata geçiremedim. Hep başkalarının planlarına göre hareket ettiğim için, eski albümlerimin soundu da doğal olarak farklıydı. Yanlış anlaşılmasın, o albümlerime de sahip çıkıyorum. Çünkü ortada emek var. Benim anlatmak istediğim şimdi ipler elimizde. Artık istediğimi yapabilme hakkım var. Belli bir zamandan sonra bu hak bana verildi. Bunun için de herkese teşekkür ediyorum. Dolayısıyla bu albüm, benim bakış açımla hazırlanmış, ‘Bakın bir de bunu yaptım’ diyebileceğim alternatif, özgür ve kendi kişiliği olan bir albüm oldu.
KESKİN DÖNÜŞ YAPMADIM
Klasik keman pertüsyonlarından, soundlardan, türkü seçimlerinden, klasik sahne kıyafetlerinden, klasik sahne düzeninden, hep tekrarlardan ben daraldım. Ben daralmışsam, milet de daralmıştır diye düşünüyorum. Şimdi bütün yaptıklarım keskin bir dönüş olarak adlandırılıyor. Ama öyle değil işte. 10 yıldır insanları alıştıra alıştıra bir şeyler yapıyorum. Askerden geldikten sonra kendime bir hedef çizmiştim. Ve bu hedefime de zaman içinde ulaştım. Bu kısa sürer mi? Sürebilir. Dünya gelişiyor. Biraz ileriyi görmek, düşünmek gerek. Bazı şeyleri ölümsüz kılmak gerekiyor. Bunu yaparken de o ana hapsolmayacaksın. Ben hiçbir zaman o anlara hapsolmak istemedim...
BATI MÜZİĞİNDE RUH YOK
Ben yaptığım müzik tarzıyla Batı’ya yönelmiyorum. Tam tersi doğululaşıyorum. Bu bir ruh meselesidir. Batı müziğinde bu ruh yok. Bizde bir yabancı özentisi ve kendinde var olan şeyi de küçümseme durumu var. O yüzden pop müzik yabancılara ait bir kavram olduğu için, ki değildir, üst sınıflara ait bir şeymiş gibi algılanır ve değer görür. Oysa pop müzik kadar içi boş, ruhsuz bir tanım olamaz. Pop müzik dediğiniz şey, bir hiçtir. İçi dolu değildir. İçi dolu olan müzik Doğu malzemeleriyle beslenmiş olan müziktir. Onların da kendi içinde isimleri var. Biz de arabesk deniliyor. Bu da yanlış. Bir dönemler arabesk yaşamlar ön planda olduğu için, bu isim ön plana çıktı. Şimdi taşradaki çocuk bile Eminem dinliyor. Zaman değişti. Eskiden bizlere mekroseksüel denilse facia olurdu. Ama şimdi kimse bir şey demiyor. Çünkü birçok erkek bakımlı. Dolayısıyla bir şarkıda davulun biraz ön plana çıkması seni hemen popçu yapmaz. Ben bu albümde kendi kültürümden faydalanıp, bunların üstlerini süsledim. Hepsi bu.
MÜSLÜM GÜRSES İDOL
Son zamanlarda dünyada Ortadoğu müziğine karşı taraftar olan Batılılar oluştu. Yani bu taraftaki müziği kabul eden, savunan Batılılar var. Çünkü onlar da artık kendi müziklerinden sıkıldılar. Biz ne yazık ki elimizdeki cevheri bilmiyoruz. Onlar bize doğru gelirken ben salak mıyım onlara doğru gideyim. Yaparım ve beklerim. Çünkü onlar bizim tarzımıza doğru gelmek zorundalar, başka seçenekleri yok. Tükendiler ve adım atacak yerleri kalmadı. Burada ise balta girmemiş bir orman var. Ancak kendi kendimizi beğenmediğimiz için de bu ormanı yakıyoruz. Bizim Müslüm Gürses’imize Avrupa’da herhangi bir şehrinde şarkı söylet, ‘Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük blues müzik yapan adamı’ diye baş tacı ederler. Biz ise ona nasıl bir muamele yapıyoruz. Bence o bir idol.
Özcan Deniz’in ‘Ses ve Ayrılık’ albümünde kendine ait dört şarkı var. ‘Canım’ ve ‘Tomurcuk’ isimli şarkılar Nazan Öncel’e ait... Albümün müzik yönetmeni ise Nezih Ünen. Sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Kal de’ isimli parçada ise Deniz, dünyaca ünlü keman ustası Huga Marsh ile çalışmış. Deniz, ‘Bu şarkı inanılmaz bir şey oldu. Huga Marsh, gişe rekorları kırmış Hollywood filmlerinin müziklerini yapmış biri. Bu şarkıda bize eşlik ettiği için çok gurur ve onur duydum’ diyor.
3 yıldır yalnızım
Özel hayatım çok kötü. Üç yıldır hayatımda kimse yok, olamıyor da. Seçtiğim insanlar ya doğru insanlar olmuyor ya çok yoğun tempodan dolayı doğru insanı arayacak zaman bulamıyorum ya da o kişiyi yanlış yerlerde arıyorum. En güzeli annemi dinlemem. Çünkü annem, ‘Bırak oğlum ben sana bulayım’ diyor. Yetki istiyor benden.(Gülüşmeler) Kısmet işidir bu. O yüzden çok fazla zorlamıyorum kendimi. Ben, bu camia içinden birisiyle de sağlıklı ilişki kurulacağına inanıyorum. Doğru kişiyi bulursan olur, neden olmasın. Ama şu var, şöhret olma arzusuyla yanıp tutuşan bir kadın beni bulursa, olmaz! Bana, benim gibi hayatını sadeleştirmeye, uçan her şeyi yere indirmeye çalışan, hırslarından arınmış ve ilişkisine zaman ayırmayı da bilen bir kadın gerek. Bütün bunlara karşın kendisi de şöhret olma arzusuyla yanıp tutuşursa, yanarım, yanarız. Tabii ki ben de onunla birlikte bazı şeylerimden fedakarlık yaparım. Ama ağırlıklı bir şekilde bu fedakarlığı karşımdaki insanın yapması gerekir. Çünkü almış başını giden benim. Bunu anlamak çok önemli.
Gişe polemiği
1,5 milyon seyirciye ulaşan Neredesin Firuze’nin başarısından çok mutluyum. 1,5 milyon gibi bir gişe, Türk sineması için çok ciddi bir rakamdır. Şimdi yine sizinle yaptığım röportajda ‘500 ile 1 milyon arası gişem olduğuna inanıyorum’ dedim. 500 bin diyerek mütevazı bir rakamdan söz ettim. Bir milyonu ise tavan olarak ele aldım. Bu açıklamam üzerine niye kimse, ‘İnşallah vardır’ diyerek geçip gitmedi de, ‘Ne diyorsun sen’ şeklinde bir tepki gösterdi, bunu anlamıyorum. Keşke hepimizin milyon seyircisi olsaymış da 6 milyon seyirci gelseymiş sinemaya... Böyle iyi niyetlerle yaklaşmak yerine herkes, ‘Ne diyorsun sen’ dedi. Şunu anladım ki, belli bir güce sahip olduğunu ispat eden, gösteren ya da o potansiyele sahip olduğunu iddia edenleri sevmiyorlar, bu şartlarda olmasını da pek istemiyorlar! Bu filmde 500 bini bana gelse, ortada 1 milyon kişi var. Bu da az bir rakam değil yani.
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2004
Ümit Davala, hakkında en çok konuşulan futbolculardan biri. O bugüne kadar sadece başarılı futbol yaşamıyla değil, kazıttığı saçları, gazetecilerle kavgası ve Ayşe Hatun Önal’la yaşadığı aşkla da gündeme geldi. Davala, şimdi rap albümüyle milyonların karşısında. Gerçi futbol sezonu başladığında şarkı söylemeye ara vereceğini söylüyor ama itiraf da ediyor: ‘Şarkı söylemek, futboldan daha zormuş!’
Ümit Davala, ‘2-0-0-4’ adındaki rap albümünü, ‘Ruhumdaki serseriliği bir şekilde ortaya çıkarmak istedim. Bunu da rap’le yakaladım. Çünkü çocukluğumdan beri hep rap söylerim’ diye anlatıyor. Şarkıcılığa hala alışamamış, ‘Bana şarkıcı denilmesi tuhafıma gidiyor. Ne şarkıcılığa ne de bu aleme alıştım’ diyor.
İLK KAZANCIM 500 MARK
Beş yaşında futbola ve okula başladım. 15 yaşında liseyi bitirdim. Liseyi bitirdikten sonra meslek yüksek okulunda bilgisayar eğitimi almaya başladım. Bu arada hem okuyor hem de çalışıyordum. Bir ara araba tamirhanesinde bile çalıştım. Çok zor şartlarda yaşadığımız için kendi harçlığımı, kendimin kazanması gerekiyordu. İlk kazandığım para 500 marktı. Ancak lise son sınıftayken futbolcu olmak istedim. Çünkü hem iş, hem de futbol bir arada yürümüyordu. Dolayısıyla bir karar vermem gerekiyordu, tercihimi futboldan yana kullandım. Futbol hayatım ilk olarak Türkspor’da başladı. Ve 20 yaşıma geldiğim zaman Türkiye’de futbol oynamak istedim.
KARŞIYAKA BENİ İSTEMEDİ
Bir gün eşyalarımı topladığım gibi İzmir’de yaşayan dayımın yanına gittim. O tarihlerde yine dayımla birlikte Karşıyakaspor’a gittik. Para falan istememiştim. Sadece bir yerden futbola başlamak istiyordum. Ancak beni kabul etmediler. O gün içimi bir hırs bürüdü. Kendi kendime, ‘Türkiye’nin en başarılı futbolcularından biri olacağım’ diye söz verdim, pes etmedim. Bir süre sonra bir ağabeyim sayesinde Afyonspor ile görüşmeye gittim. 1993 yılıydı ve 10 bin mark karşılığında Afyonspor’la mukavele yaptım. Çok zorlandım. Çünkü Almanya’dan geldiğim için her şey bana yabancıydı. Afyon çok ufak bir şehirdi ve yaşam şartları çok farklıydı. Öyle ki anlaşma yaptıktan birkaç hafta sonra Almanya’ya dönmeye karar verdim. Ancak dayım pasaportumu sakladığı için zorunlu olarak kaldım.
FUTBOLCU FIRLAMA OLMALI
Futbolcu insan fırlamadır. Saha içindeyken de bu fırlamalığı görebilirsiniz. Yani birazcık sivri olmanız gerek. Yoksa kaybolup gidersiniz. Ön planda olan, iyi oynayan, kendinden söz ettiren efendi futbolcular da var ama bana göre sivrilik şart. Dolayısıyla bu anlamda ben biraz sivri, biraz fırlama bir insanım. Dış görüntümde değişiklik yapmayı seviyorum. Ama bunu sivrilik adına değil, mutlu olduğum için yapıyorum. 11 yıldır profesyonel futbol hayatım var. Hep işimle var oldum. Fiziğimle ya da yaptığım değişikliklerle değil. Bunu çok iyi ayarlamanız gerek.
DUŞTA RAP SÖYLERDİM
Çocukluğundan beri müziğin içindeyim. Rap ve Hip Hop tarzını çok seviyorum. Her türlü müziği dinlerim ama kendimi bu tarzlara daha yakın hissediyorum. Mesela İbrahim Tatlıses’i çok beğenirim Ama asla onun tarzını sesimde yakalayamam. Ama bunu rap müzikte çok rahat yapabiliyorum. Bu ritme karşı inanılmaz bir sempatim var. Belki de rap’i bu kadar sevmemin nedeni, ruhumun bir köşesinde olan o serseri tarafımın ortaya çıkmasıdır. Mesela ben soyunma odalarında duşa girdiğim zaman bile rap söyleyerek duş yapardım. Galatasaray’daki arkadaşlarımın hepsi bunu çok iyi bilir. Ben çok rahat bir insanım. Rap zaten rahat bir tarz. Tam bana uygun. Ama günün birinde şarkıcı olacağımı, bir albüm yapacağımı hiç düşünmemiştim.
SAHNEDE TEK BAŞINASIN
Ufuk Yıldırım ile çok uzun süredir arkadaşız. 2,5 yıl önce konuşurken konu müziğe geldi. Ufuk rap’i sevdiğimi biliyordu. Bana, ‘Gel sana bir albüm yapalım’ dedi. Ben de hiç düşünmeden kabul ettim. Yalnız şunun altını çiziyorum: Benim ilk göz ağrım spordur, futboldur. Onun dışında hiçbir şey düşünmüyorum. Konser vermek istiyorum ama futbol sezonu başladığı zaman benim için her şey biter. Futbolla tanınıyorum, öyle sürmesinden yanayım. Ben şarkıcılığı hobi olarak ama severek yapıyorum. Ancak şu da bir gerçek ki, şarkıcı olmak futbolcu olmaktan daha zor bir işmiş. Statta 80 bin kişi olsa bile kimseyi görmüyorsun, duymuyorsun. Sadece topa konsantre oluyorsun. Fakat şarkı söylerken muhatabın insanlar. Çünkü sahnede tek başınasın. Elinde mikrofonla o insanlara şarkı söylemek gerçekten çok zor bir iş. Dolayısıyla şarkı kimliğine çok alışamadım. Kendime yakıştırıyorum ama iyi bir futbolcu olarak anılmak istiyorum.
BU ORTAMA ALIŞAMADIM
Tabii ki bu işi yarım yapmak istemiyorum. Kendimi geliştireceğim ve albümlerimin devamı olacak. İnsanların tepkileri çok iyi ve satışlar umduğumuzdan da daha iyi. Almanya’da da tepkiler çok iyi. Önümüzdeki günlerde ikinci klibi çekeceğiz. Aslına bakarsanız ben bu işi çok sevdim. Sadece ortama alışamadım o kadar. Tabii ki albümün bu kadar ilgi görmesinde futbolcu kimliğimin çok büyük etkisi var. Bir de Kayahan, İzel, Kubat, Serdar Ortaç gibi çok değerli isimlerle yaptık bu albümü. Onların desteğini asla unutamam.
BİR GRUP KURABİLİRİM
Bu arada futbolcu arkadaşlarım da çok destek oldu. Stüdyo aşamasındayken birçok arkadaşım beni yalnız bırakmadı. Ama sahne önünde yalnız kaldım. Rap’çiler genellikle kalabalık olur. Ama ben tek başımayım. Fakat hiç belli olmaz. Belki ileride diğer futbolcu arkadaşlarımla bir grup olabiliriz. Mesela Berkant çok güzel dans eder. Ümit Karan iyi şarkı söyler. Bu ekibe Volkan ve Tayfur’u da dahil ettik mi, kimse bizim önümüze geçemez. Şaka bir yana bu ekiple bir klip çekmek istiyorum. Muhteşem bir şey olur.
Ayşe’yi 2 yıldır görmüyorum
Ayşe Hatun Önal ile barıştığım yazıldı. Kendisini 2 yıldır görmüyorum bile. Benim için bitmiş, bitmiştir. Barışmak gibi bir şey söz konusu bile olamaz. Ama birkaç şarkısını televizyonda dinledim. Albümü güzel olmuş. Belki ileride ben de şarkılarımı tekno tarzında yapabilirim. Şu an ise hayatımda kimse yok. 31 yaşındayım. Tabii ki evlenmek, 3,4 tane de çocuğumun olmasını istiyorum. Ancak sanırım evde kaldım. Beni kimse istemiyor. Yakında gazete ilanı falan vereceğim. Şaka bir yana sanırım ilişki içinde biraz zor bir insanım. Bu da kıskançlığımdan kaynaklanıyor. Kadınımın kıyafetlerine falan karışırım. Biraz sert erkeğim diyebiliriz. O yüzden bıyık bıraktım zaten. Şaka... Ben, sevdiğimin üzerine çok düşerim. Eğer karşı taraf biraz geniş davranırsa, o zaman yürümüyor işte. Bunun için karşımdaki insanın beni çok iyi anlaması gerek. Bir kere nişanlandım. Ancak yukarıdaki sebeplerden dolayı ayrıldık. Şimdilik evliliği düşünmüyorum. Ama yine de büyük konuşmamak gerek.
G.Saray’dan 1 milyon dolar alacağım var
Galatasaray’dan hiçbir problem yaşamadan ayrıldım. Kimseyle ne kırgınlığım ne de kavgam var. Hep para yüzünden anlaşamadığım, çok para istediğim yazıldı. Çok para istediğim için ayrılmak zorunda kalmadım. Hatta kulübün bana hala borcu vardır. Ve borçlarını da ödemesini bekliyorum. Galatasaray’dan Milan’a 3 milyon 750 bin dolara transfer oldum. Alacağım olmasına rağmen bütün bunları bir kenara itip, gittim. Çünkü öderler diye düşünüyordum. Yaklaşık 2 yıldır alamadım. Ben büyük bir fedakarlık gösterdim. Zaman zaman ödeme konusunda konuşuyorum ama henüz bir ses çıkmadı. Bir milyon dolara yakın alacağım var. Ben dünya kupasından sonra İnter’e takas usulü transfer oldum. Sonra İnter’den Galatasaray’a geldim. O sezon Fatih Hoca da gelmişti. Çok başarılı bir dönemden sonra Galatasaray’a geri gelmiştim. Herkes takımdan dolayısıyla da benden aynı başarıyı bekliyordu. Fakat dünya kupasından sonra ben ve diğer futbolcu arkadaşlarımda bir düşüş göründü. Bunun sebebi de çok az tatil yapmıştık. Kimse daha doğru dürüst kafasını boşaltamamıştı. Tabii ki insan bir yerde sonra hayatında sadece iş olduğu için sıkılıyor. Ancak ben yine de elimden geleni yapmaya çalıştım. Asla boş vermedim.
FUTBOLU ALMANYA’DA NOKTALAYACAĞIM
Werder Bremen ile 3 yıllık bir anlaşmam var. Belki onun üzerine bir yıl daha eklerim. Ben futbol hayatımı orada sonlandırmak istiyorum. Sanırım futbol oynamak için bir daha Türkiye’ye dönmem. Belki bir antrenör olarak, menajer olarak gelebilirim ama futbol oynamayı kesinlikle düşünmüyorum. Almanya’da bir futbol okulu açacağım. Daha sonra İzmir’e yerleşmeyi, orada yaşamayı düşünüyorum. Türkiye’de herhangi bir iş kurmayı düşünmüyorum. Sadece müzikle ilgileneceğim.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2004
İlk ‘Popstar’ yarışmasında farklı yorumu, cezaevi hikayesi ve tarzıyla en çok konuşulan ismi Bayhan Gürhan, ilginç açıklamalar yaptı. Deniz Seki’nin, ‘Gençlere göstereceğimiz örnek, Bayhan olmamalı’ diyerek jüri üyeliğinden ayrılmasıyla bir anda gündeme gelen Bayhan, ‘Hiç kimse, kimseyi küçümseyemez, hor göremez. Deniz Hanım benim için bir değil, birçok kez konuştu. Onu Allah’a havale ediyorum’ dedi. İşte Bayhan’ın Kelebek ziyaretinde söyledikleri...
Deniz Hanım, Kelebek ödül gecesinde arkasına gazetecilere de almış yanıma geldi, bana sarıldı. Evet ben selam bile vermedim. Bu, benim için doğru bir hareketti. Kendisi yarışmayı terk ettikten sonra ben, ‘Bu onun görüşüdür, onun takdiridir. Herkes yaptığından, konuştuğundan, düşündüğünden sorumludur’ dedim. O yarışmaya dört jürinin de olumlu puan vermesiyle girdim. Dolayısıyla Deniz Seki’nin de 12’ye seçilmemde büyük payı var. Onun için üzerimde hakkı olduğunu düşündüm ve yaptığı hareketten dolayı ona kızmadım, darılmadım. Çünkü ona bir borcum vardı. Ama şimdi o bana borçlandı. Jüriden ayrıldıktan sonra bir değil, birkaç kez konuştu. Ona karşı açık bıraktığım kapı, her konuşmasında biraz daha kapandı. Şimdi ise tamamen kapalı. Eğer böyle davranmasaydı, ben de gider ona sarılır ve konuşurdum. Kimse, kimseyi küçümseyemez, hor göremez. Kısacası onu önce Allah’a, sonra da kendisine havale ettim. Yani onun hakkında olumsuz bir şey düşünmüyorum. Daha doğrusu hiçbir şey düşünmüyorum.
MAZİMİ KAPATTIM
Beş yaşında gittiğim Almanya’dan, 11 yaşında İstanbul’a geldim. Yarışmaya kadar Bayhan, hiç kimsenin bilmediği bir yerlerdeydi. Şimdi yepyeni bir yol var önümde. Popstar’dan buralara kadar geldim, ilerlemeye de devam edeceğim. Benim için artık ne varsa gelecekte var. Yaşadığım her şey, acısıyla, tatlısıyla gerçeklerim. Ben gerçekleri kabullenmiş biriyim. Onları kendi sineme çektim. Artık sadece yapacağım güzellikleri paylaşmak istiyorum. Böyle bir kararı almamda, ‘Reklam yapıyor, duygu sömürüsü yapıyor’ denilmesinin de payı var.
MEÇHULLERDE GEÇTİ
Almanya’dan dönüş yaptığım da Türkçe’yi unutmuştum. İlk olarak İstanbul’a geldim ve ondan sonraki yaşamım hep meçhullerde geçti. Yani dünyadan kaydı silinmiş, hiç kimsenin bilmediği, hiç kimsesi olmayan biriydim. Bir kimliğim vardı ama Almanya’dan geldiğim için hangi aile biçimine, hangi millete ait olduğumu bilmiyordum. Dolayısıyla hayatın gerçeklerini bulmaya, aramaya çalışan bir insan oldum. Ben istemesem de hayat bana bir takım şeyler sundu ve ben onları yaşamak zorunda kaldım. Bu bir sınavdı, bu sınavdan ağır bir şekilde geçtim. İnsan hayatında bir kader, bir de mukadderat vardı. Kader dediğimiz olay insanın kendi elindedir. Fakat mukadderat, insanın mutlaka yaşaması gereken, kişinin kendi gerçekleridir. Mukadderatı kimse değiştiremez. Çünkü ölüm de bu sınıfa girer. Benim hayatımdaki en büyük mukadderat ise Popstar yarışmasıdır.
ZOR BİR ASKERLİK
Unkapanı’nda bir albüm tecrübesi yaşadım. Hayatımda bu tecrübeyle birlikte birçok olumsuzluklar olduğu için yapılması gereken en doğru şeyin askerlik olduğuna karar verdim. Ve severek, isteyerek askere gittim. Ayrıca Almanya’da bir dönem geçirdiğim için hangi ülkeye ait olduğumu bilmiyordum. İmkanlarım neticesinde kendi kendimi eğitmeye, bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Ama hala vatanın ve milletin bütünlüğünü bilmeyen bir insandım. Bu yüzden bunun ne olduğunu kavrayabileceğim, gerçek anlamda öğrenebileceğim en uygun yer askerlikti. Askerliğim de öyle çok kolay olmadı, çok maceralı oldu. Çünkü vatani görevimi Kuzey Irak’ta yaptım. Hem Türkiye için de hem de sıcak bölgelerdeydim. Piyade timindeydim. Çok sıcak çatışmalarda bulundum.
BABAMI GÖRMÜYORUM
Bu hayatta hep yalnızdım, tek başıma. Bir tek babaannem vardı. Ben kendimi bulmak istediğim için, yalnızlığı seçtim. Bu benim için daha iyi oldu ve bu yalnızlığım da bu şekilde devam edecek. Hayat beni bir rüzgar gibi oradan oraya sürükledi. Arı, her şeyden bal alır. Ben de arı misali, rüzgarın beni götürdüğü her yerden bir bal, bir de zehir adım. Ve bu şekilde geliştim ve şimdi buradayım. Babamla da görüşmüyorum. Buraya yarışmaya geldi ama bu bir istisna. Çünkü herkesin ailesinden birilerinin olması istendi. Sonuçta benim de babamdan başka kimsem yoktu. O günden sonra da bir daha görüşmedik. Çünkü aramızda çok fazla bir diyalog olmadığı gibi problemimiz de yok. Sadece ben yalnızlığa alıştım, hepsi bu.
ALBÜM 20 GÜN SONRA
15-20 gün sonra albümüm piyasaya çıkacak. Bu albümde üç tane kendime ait parça var. Biri cezaevinden çıkmama birkaç ay kala yazdığım Zaruret isminde bir şarkı, biri yine çok uzun zaman önce dışarıdayken yaptığım bir beste, diğeri de bu yarışma sırasında yaptığım İlk Aşk. Bir de Sezen Aksu’nun eski bir şarkısı var.
TAKLİDİM OLAMAZ
Sesimi beğeniyorum ama tam anlamıyla sağlığım yerinde olmadığı için henüz olması gerektiği gibi değil. Daha iyi olacağını düşünüyorum. Yorumumun ‘Bayhanca’ olduğu bir gerçek. Ama ne derece iyi, ne derece kötü olduğu konusunda kendimce bir yorum yapmam yanlış olur. Espri anlamında çok taklidim yapılıyor. Fakat gerçek anlamda bir taklidim olamaz diye düşünüyorum.
GERÇEK AŞKI YAŞIYORUM
Aşık mıyım? Aşk benim için çok geniştir. Şu anda benim aşkım içimdeki duyuramadığım melodiler. Şu anda gerçek aşkı yaşıyorum. Bu aşk da milletle bütünleşmek. Bunu hiçbir zaman yaşayamadım. Diğer aşka gelince, bunu bir kez yaşadım. Ama şimdi yaşamıyorum.
Şöhret olmak gibi bir derdim yok
Ben şuna inanıyorum ki Bayhan eğer Popstar yarışmasına katılmasaydı, bir gün mutlaka bir şekilde bu müzik aleminin içine girecekti. Daha önce denedim ama olmadı. Fakat kararlıydım. Çok iş yaptım. Tüpçülük yaptım, küçük bir arabam vardı tatlı sattım. Hep çalıştım. Ama içimde hep müzik vardı. Kendimi bildim bileli hep şarkı söylüyorum, hep beste yapıyorum. Daha dört yaşındayken Adana’da güneşin doğuşuyla birlikte mahallede tenekelere vurarak ritm tutar, şarkı söylerdim. Yani hep müzikle büyüdüm. Benim meşhur olmak, şöhret olmak gibi bir derdim olmadı, olmayacak da. Sadece bir albüm yapıp sesimi duyurmak istiyorum, hepsi bu. Ancak bu yarışmadan sonra öğrendim ki iş sadece albüm yapmaktan ibaret değilmiş. Çok ağır sorumluluklar varmış. Ben bu sorumlulukların altından başarıyla kalkacağım. Hayatta hiçbir zaman gerçek anlamda elimden tutan olmadı.
Çarkın nasıl döndüğü beni ilgilendirmiyor
Sanat dünyası denilen bir dünyayı fark ettim. Ben bu dünyaya dahil olacak mıyım, olmayacak mıyım meçhul. Sonuçta herkes kendisidir, kendisinden sorumludur. Zamanın kime ne göstereceği belli değil. Bu dünyada bir takım çarklar varmış. Açıkçası o çarklar beni çok fazla ilgilendirmiyor, kendimin ne olduğu daha önemli. Ben ne hissediyorsam oyum, farklı olamam. Kimseden bir üstünlüğüm yok. Yani herkesle röportaj yapıldığı gibi benimle de yapılıyor, benim de kasetim olacak ama neyin nasıl olacağını zaman gösterecek. Ancak bildiğim tek şey, ben hiçbir zaman kendi doğrularımın, gerçeklerimin dışına çıkmadım, çıkmayacağım da. Gördüklerim karşısında ‘benim bu dünyada ne işim var’ gibi bir şey asla düşünmedim. Artık buradayım. Henüz kasetim çıkmadı ama artık bu müzik alemindeyim. Ve bunu da hiçbir şey değiştiremeyecek.
Yazının Devamını Oku