Paylaş
GECE yarısı sıkıntıyla uyanıp terasa çıktığımda sahilde iki polis arabası dikkatimi çekti. Çeşme, Dalyanköy’deki bizim sakin site için bu pek alışıldık bir şey değildi. Saat sabaha karşı 04.30’du ve karşıdaki Sakız Adası’nın ışıkları tüm davetkar haliyle pırıl, pırıl yanıyordu.
Birden polis araçlarının etrafında hareketlenme oldu. Bir polis memurunun nezaretinde birkaç sivil aracın arkasına bazı eşyalar koydu. Daha sonra sahile inen merdivenlerin karanlığından, sokak lambasının sarı ışığının altına hepsini topladılar. Aralarında beş, altı yaşında çocukların da bulunduğu kadınlı, erkekli 25- 30 kişilik bir guruptu. Çoğunun üzerinde adeta bütün ömürlerini sığdırdıkları birer sırt çantası ve can yelekleri vardı.
Suriyeliymişler . Onların ‘organizatör’ dediği İnsan kaçakçıları gece yarısı saat 03.30’da sitenin içindeki yoldan ellerini kollarını sallayarak umut yolcularını sahile indirmişler. Orada muhtemelen bir torba içerisinde katlayarak getirdikleri 5-6 metre uzunluğunda bir şişme botu çıkarıp pedallı bir pompayla şişirip “İşte tekne, işte karşıda Yunanistan” deyip paraları toplayıp kaçıp gitmişler.
Günlerdir fırtınadan azgın dalgaların kabardığı denize o botla çıkmak yürek ister. Hele de aralarında kadınlar ve küçük çocuklar varsa daha büyük cesaret. Belki de o endişenin yarattığı zaman kaybı, büyük ihtimalle daha kıyıdan açılamadan kayalara çarpıp delinerek bir çoğunun hayatına mal olacak bir başka facianın önünü aldı. Birileri gece yarısı sahile inen tatilci olmadıkları belli olan grubu görüp polise haber vermiş olmalı ki umut yolcularının botu daha karadayken battı.
Çiftlikköy kaynıyor
Bir polis minibüsüne doldurulup mülteci kampına götürülmelerinden önce, her birinin daha iki yıl öncesine kadar kendi ülkelerinde sıcacık evleri olan o insanlara, sabahın serinliğinde şiddetli rüzgar altında tir tir titreyen çocuklara baktıkça insan olduğumdan bir kez daha utandım. Polisler “Bu bir şey mi? Çiftlikköy’ün orası kaynıyor. Her gün başka bir koyda başka bir grup yakalanıyor. “ diyor.
Arapçadan başka bir dil konuşamayan mülteciler kendilerini toplayan üç, beş polise hiç direnç göstermedi . Belki de ceplerindeki son birkaç kuruşu insan tacirlerine kaptırmış olmanın endişesiyle şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Sadece biri eliyle boğazını kesme işareti yapıp “Suriye’de Saddam kesiyor” demek istiyor. Sonra polisleri gösterip “Burada siz izin vermiyor” anlamında yasak işareti yapıp, kendini ve etrafındakileri gösterip “Biz ne yapacağız” anlamında çaresizce ellerini iki yana açtı.
Mesleki refleksle cep telefonuyla fotoğraflarını çekmek istedim. Sonra yüzlerindeki hüznü, umutsuzluğu görerek utanarak vazgeçtim . Sabah gün ışıdıktan sonra sahile inip kaçmaya çalıştıkları şişme botun fotoğraflarını çektim. Değil 30 kişi, 3- 5 kişiyi bile taşıyamayacak kadar zayıf, en adi plastikten yapılmış, tabanı çakıl taşına çarpsa delinecek kadar ince o bot gibi şeye insanları doldurup öldüren katillere bir kez daha lanet okudum.
İşi yüzsüzlüğe vurdular
Ama daha vahim olan evinden, barkından olan 2 milyon Suriyeli çaresizlik içerisinde çıkış yolu ararken, onları istismar eden insan kaçakçılarının artık yüzsüzce bu işi yapmaya başlamış olmaları. Eğer yaz ortasında, 50 metre ötesinde 5 yıldızlı bir otel olan bir yazlık sitenin önündeki sahilden insan kaçakçılığı başladıysa bu iş bitmiş demektir.
Lastik botlarla adam kaçırmanın fiyatı adam başı 2.000 ile 7.000 dolar. Lüks yatla Yunan adasına bırakılmanın fiyatı 10- 15 bin dolardan başlıyor. Yılda 800 bin mülteci Türkiye’ye geçiş yolu olarak kullanıyor. Milyarlarca dolarlık pazar söz konusu. İnsan kaçakçılığı pazarında işin kaynağına yönelip organizatörleri engellemek gerek. Eğer devletler bunu yapamıyorsa kendileri de o denizde boğulmuş demektir.
Paylaş