Paylaş
Uzun süredir kullanmadığım Mithatpaşa Caddesi’ne yolum düştü. Girdiğime gireceğime pişman oldum. En özensiz taşra kasabalarında bile daha düzenli bir trafik olduğuna bahse girerim. Araçlar cadde üzerine sağlı sollu, bir değil iki sıra gelişigüzel bırkılmış. Öyle ki, bazen tek şeride düşen, bir zamanlar troleybüslerin geçtiği caddede karşıdan gelen araca yol vermek için uzun süre beklemek gerekiyor. Ana caddeye açılan yan yollardan burnunu sokan araçların yarattığı karmaşa ise bir başka şenlik. Eminim caddeye adı verilen Mithat Paşa’nın kemikleri sızlıyordur. O Mithat Paşa ki, iki kez sadrazam olup birçok reformun başını çekmiş ve Osmanlı’nın 1876’da kabul edilen ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kurulun başkanlığını yapmış, Abdül Aziz’i tahttan indirip önce V. Murat’ı sonra Abdülhamit’i çıkarmış. Ama hep yenilikler ve düzen için çalışırken tahta oturttuğu Abdülhamit tarafından sürgüne gönderildiğinde katledilmiş bir devlet adamı.
Bugün Mithat Paşa’nın adını taşıyan caddede ve kentin birçok yerinde yaşanan keşmekeş için söylenen, “Trafik polisleri iki arabayı çekip ceza yazsalar bir daha kimse aracını bırakmaz” lafları işin kolayı. “Vatandaş trafikteki karmaşanın sorumlusunu belediye zannediyor. Oysa sorumluluk valilikte, bir başka deyişle hükümette. Belediyeyi yıpratmak için vatandaşa çile çektiriliyor” görüşleri ise çok komplo kokuyor.
Aslında fazla kafa yormaya gerek yok. Otopark yapmadan, ulaşım altyapısını oluşturmadan her eve en az bir otomobil girerse olacağı budur. İzmir’deki otomobil sayısı yarım milyonun üzerinde. Diğer araçlarla birlikte toplam motorlu taşıt sayısı 1 milyonu aşıyor. Ama daha işin başındayız. Geçtiğimiz aylarda ‘Kentleşme Analizi Çalıştayı’ için Türkiye’ye gelen, alanının en önemli uzmanlarından Harvard Üniversitesi’nden Prof. Ed Glaeser, trafik konusunda uyarırken bakın neler demişti:
“Nüfusunuzun yüzde 80’i arabayla bir yerden bir yere gitmeye başlamadan önce siz gerekli kentsel dönüşümü tamamlayıp altyapısını hazırlamak durumundasınız. Ulaşımı özel araçlarla çözmeye çalışmak, sebil gibi yol yapmak anlamsız. Çözüm, kesinlikle toplu taşımacılıkta.”
Prof. Glaeser’in uyarısı çok göç alan bir kent olan İzmir için çok önemli. Üç–dört yıl sonra İzmir-İstanbul Otoyolu’nun tamamlanmasıyla beraber göçün daha da hızlanacağı çok açık. Tramvay, yeni gemiler gibi projelerle toplu ulaşıma yatırım yapılıyor ama acaba yeterli olabilecek mi? Yılan hikayesine dönen ‘metroda mutlu son’ bile çare olmayabilir. Konak Tünelleri, Uçan Yol projeleri devam etse bile şehir plancılarının önerdiği gibi işin özü şehir merkezine trafik akışını kesmekten geçiyor. Merkezde her noktaya toplu ulaşım kolaylaşırsa araç girişi de azalır.
Aslında aklın yolu bir. Ama zaman dar, sorun burada...
Eskişehir’i marka yapan logo değil insanca yaşam
Türkiye onu, “Bira bu kapağın altında” sloganıyla tanıdı. Efes Pilsen’in marka olmasında en büyük payı olanlardan biri. Haluk Mesci, kendisinin de rol aldığı, “Bira bu kapağın altında” reklam kampanyasının 1976 yılı kasım ayında başlamasından sonra Efes Pilsen satış patlamasıyla kısa sürede pazar payını yüzde 70’e çıkarmıştı.
Adnan Kaya’nın Hürriyet Ege’de Haluk Mesci’yle yaptığı İzmir için birçok mesaj yüklü keyifli bir röportajı vardı. Artık Alaçatı’da yaşayan Haluk Mesci, en Batılı kent olması gereken İzmir’in kendisine amblem olarak zaten batıl bir şey olan nazar boncuğunu bulmasını yakıştıramamış. Yılların deneyimli ismi bir süreden beri marka kent olma telaşına düşen İzmir’e, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen’in şu sözlerini örnek olarak göstermiş:
“Ben kenti markalaştıracağım diye yola çıkmadım. Bu kentin daha iyi, daha rahat, daha çağdaş, daha insanca yaşanır olanaklara sahip olması için bir şeyler yaptım. Hemşerilerim de üzerine koydu. Marka olduysak ne mutlu.”
Fazla söz gerek var mı?
Paylaş