Dünyanın en önemli  borsalarından Frankfurt Borsası’nın  Başkan Yardımcısı..." />Dünyanın en önemli  borsalarından Frankfurt Borsası’nın  Başkan Yardımcısı..." />

Ekonomide ve siyasette süpriz senaryolar

Haberin Devamı

Dünyanın en önemliborsalarından Frankfurt Borsası’nınBaşkan Yardımcısı Susanne Plewan ile Almanya'nın en büyük aracı kurumu Kirschhoff Finansal Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Klaus Rainer Kirchhoff geçen hafta İzmir’deydi.Her iki kurumun yöneticileri İzmir iş dünyasına yatırımlarına kaynak temininde yeni yöntemler önerdi.Bunlardan biri İzmirli şirketlerin Almanya’da Türkiye’ye göre e yarı yarıya daha ucuza borçlanabilmeleri imkanıydı. Diğeri ise halka arzın İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yerine Frankfurt Borsası’nda yapılması durumunda hisselerinin yüzde 25 daha değerli olacağı bilgisiydi.

Bu toplantıyı İzmir’de dünyadaki  ilk 10 uluslararası mali denetim ve danışmanlık şirketinden biri olan PKF'nin İzmir temsilcisi Sun Danışmanlık organize etti. Toplantı sonrası Sun Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Sıtkı Şükürer’le yeni araçlar üzerine sohbet ettik.Şükürer aynı zamanda en etkin sivil toplum kuruluşlarından Türk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin(TÜSİAD) kardeş kuruluşlarından Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (BASİDEF) Başkanı. Ege Bölgesi Sanayici ve İşadamları Derneği’nin(ESİAD)ise bir önceki dönem başkanı. Hal böyle olunca Türk ve dünya ekonomilerindeki son gelişmeler üzerine sohbet giderek siyasi gelişmeler ve gelecekle ilgili çok ilginç senaryoların yer aldığı tahminlere dönüştü.

Haberin Devamı

Ekonomide ve siyasette süpriz senaryolar

 

 Frankfurt Borsası Başkan Yardımcısı   Yönetim Kurulu Başkanı’nınİzmir iş dünyasına yaptıkları sunumda yeni neler var?

Bunlardan biri Avrupa için de çok yeni 2011 yılından itibaren ağır, ağır ivme kazanan hareketlerden birisi. Şirketlerin kendi tahvillerini kendi bonolarını ihraç etme ve bunun Alman borsasında işlem görmesi esasına dayanıyor.Şirket kendi tahvilini çıkartıyor. Çıkartmadan önce firmanın tahvil çıkartma kapasitesi diğer deyişle ratingi yapılıyor. Bu ratinge göre koydukları bir limit var. Asgari tahvil miktarı 20 milyon euro ve üzeri olması şeklinde. Ama bu konuda çok da katı değiller.  Bu tahviliki yöntemle çıkartıldıktan sonra yurtdışına ihraç ediliyor . Genelde vadeleri 5 ile 7 yıl arasında oluyor. Yani orta vadeli  bir borçlanma enstrümanı. Faizler de ilgili firmanın rating kalitesine göre değişiyor.

Faiz oranları ne oluyor?

Normalde Türk firmaları için değişiyor. Euro bazında yıllık 6.5 ile 8.5  arasında değişiyor denebilir. Ama firmanın ratingi olağanüstü yüksek olursa bu oranlar değişiyor.  5 , 4, 3’e kadar düşebilir. Tabi oranın düşük olabilmesi içinfirmanın çok sağlıklı olması gerekir. Örneğin Almanya’daki bir yatırımcının Türkiye’den aldığı  devlet tahvili yüzde 5 . Devletten bile sağlıklı algılanan bir firma olmalı ki 5 ten bile düşük olsun.  O nedenle 6.5- 8.5 bandı makul.  Ayrıca herhangi bir banka kredisine göre çok daha avantajlı. Bir bankayla muhatap olunmuyor, ipotek vermiyorsun, teminat vermiyorsun  vs.

Haberin Devamı

 

Türkiye’de bankadan kredi kullanılsa faiz oranları nasıl?

Bankalar bu konuda standart değil. Ama 7 yıl vadeli krediyiratinginiz çok yüksek ise yüzde 3 – 4 ile alabilme imkanınınız var buna karşılık İzmir’de 10- 11’lerle borçlananlar bile var.

Peki yatırımcı bu firmanın tahvillerini neye güvenerek tercih edecek?

Asıl kritik hadise bu. Ben Türkiye’den ya da İzmir’den herhangi bir firma olarak gidiyor olsam yatırımcı beni muhatap almaz. Ama arada Alman Borsası’nın güvencesi, aracı kurumun kefaleti var. Aracı kurum kendideğerlendirmesinden sonra yatırımcıya “Bu firmada bir problem yok, düzgündür, bu tahvillerin faizlerini ve ana parasını zamanında ödeyebilir” diyor. Zaten rating dediğimiz hadise de bu.Alman Borsası da bunu onaylıyor. Bu iki kurumun verdiği güvence üzerine yatırımcılar bu tahvilleri alıyorlar.

Haberin Devamı

Diğer avantajlı kaynak bulma yöntemi neydi?

 Frankfurt Borsası’nda doğrudan halka arz  yöntemi önerildi. Alman Borsası  derinliği olan İMKB ‘ye göre çok büyük ve dünyada önemli bir borsa. Frankfurt Borsası ‘nda bir Türk şirketinin   İMKB’ye göre yüzde 25 daha yüksek değerden halka açılabileceği iddiasındalar. Bunun nedeni Türk borsasının Türkiye riski içermesi. Dünya ölçeğindeki yatırımcılar nezdinde Alman Borsa’sının onayladığı bir halka arz risk primini düşürüyor. Bu da yüzde 25 avantaj sağlıyor.

Yani Türkiye’de 100 liralık bir hisse Almanya’da 125 lira mı ediyor?

 Evet burada şirket değeri 100 lira ise Almanya’da 125 lira üzerinden ölçülüyor.

Haberin Devamı

İlgi nasıldı?

Çok ciddi bir katılım vardı. İzmir’deki büyük oyuncuların hepsi temsilcilerini gönderdiler. Yaşar Holding den Akgerman’a,  Çimentaş’tan,  Gürel’lere tüm büyük temsilcilerin tamamı, Enda Enerji, Çakmaktepe Enerji hepsi temsilcilerini gönderdiler.

Şu sıralarda Türk firmalarının yurtdışından çok  kredi arayışı var mı ?

Türkiye az gelişmiş bir ülke. Azgelişmişliği bir cümleyle anlatmaya çalışırsak sermayesi kıt ülke demektir. Türkiye’de her zaman heyecan var, fikir var ama kaynak yok. Bunlar finansmana erişim yöntemleri, eğer bunda kendi öz kaynağınız kısıtlı ise fazla bir enstrüman yok.Bugün ortalama bir Türk yatırımcısı ya bankaya gidiyor, ya da biraz daha kurumsallaşmışsa borsa vb. yerde kendine çıkış yolları arıyor. Bu tip enstrümanlar konusunda bilgi sahibi değil.. Varlığından bile haberi yok. Buna karşılık diğer tarafta da para ve  yatırımcı var. Dolayısıyla arz ve talep kesişiyor.

Haberin Devamı

Son dönemlerde İzmir iş dünyasının yatırım heyecanı nasıl? Yeni yatırım arayışları var mı?

İzmir Anadolu sermayesine göre daha temkinli bir sermaye.Anadolu  Kaplanları tırnak içerisinde bir deyimle ifade edilmek gerekirse biraz saldırgan sermaye. Kendilerine güveniyorlar. Kredi talebi konusunda çok daha ataklar. Ya tutarsa zihniyeti oralarda hakim. Ama çok çalışkanlar ve eforlular. Buna karşılık  İzmirli yatırımcı fizibilitesini kavramadığı, olumlu sonucunu hissetmediği bir yatırıma Anadolu Sermayesi kadar gözü kara bir cesaretle girmez. Girmek istese bile burada da çok ciddi kaynak sıkıntısı var. Dolayısıyla bu tip yatırımlar İzmirli yatırımcıların da ilgisini çeker. Herkesin zihninin bir kenarında işlerini geliştirme projesi var ama kaynak olmadığı için hayata geçememiştir. Ama finansman olursa İzmirde  de hayli iştahlı bir yatırımcı profili çıkar.

Son dönemde İzmir- İstanbul otoyolunun bitmesinden sonraki canlanmaya bağlı  özellikle turizm yatırımları için arazi alımlarının arttığını belirtiliyor. Öyle ki otoyol bitip İzmir- İstanbul 3.5 saate inince Çeşme İstanbul’un yazlığı olacak deniyor? Ne diyorsunuz?

Öncelikle İzmir İstanbul’a göre küçük olsa bile Karamürsel sepeti değil. İzmir ülke ekonomisinde GSMH içinde yüzde 10 civarında pay alıyor. İstanbul ise  yüzde 40 alıyor. İstanbul , İzmir’in 20 katı değil 4 katı büyüklüğünde bir yapı. İzmir’de çok durmuş oturmuş bir sınai yapı var.İzmir’in çevresi organize sanayi bölgeleri fabrikalardan geçilmiyor. Türkiye tarım ihracatının yüzde 15’ini gerçekleştiriyor. Türkiye tarımında bir numaralı kent. İzmir bu yönleri itibarıyla zaten küçük değil. Ama oto yolların yapılıyor olması Expo vs. İzmir’de hizmetler sektörünü daha derinleştirecektir. Doğrudan İzmir sınırları içerisinde çok fazla sınai alan yok. Otoyol mesafeleri kısaltacağı için İzmir- İstanbul  aksı boyunca yepyeni sanayi bölgeleri oluşacaktır. Bu yönüyle İzmir’e ayrı yararı olacaktır.

 

İzmirli yatırımcı Anadolu sermayesine göre neden daha temkinli?

İzmir’deortalama iş insanı Anadolu’yagöre daha kurumsaldır. İşin içine kurumsallaşma girince karambolden, maceradan uzak durma yaklaşımları bu tarifin içerisinde yer alır. Bu yönü itibarıylaayağa daha yere basan bir iş kültürü var. Doğudan gelen birinin hizmetler sektöründe bir yeri işletme anlayışı ile bir Reyhan pastanesinin işletme anlayışı arasında fark var. Reyhan neden bir anda 20Reyhan pastanesi yapmıyor çünkü o kaliteyi koruyamayacağını biliyor. Markasının imajını düşünüyor. Büyümenin her zaman  kazanmak anlamına gelmeyeceğinin farkında. Daha kurumsallaşmayı tercih ediyor.Ama Anadolu’nun doğusundan kopup gelmiş çay bahçesi işleten bir kişi çok daha rahat ve gözü kara olabiliyor. O nedenle İzmir ortalaması olarak bakıldığında İzmir’de sınai firmalarda yaşlandırma yaptığınızda çoğu ikinci kuşak sanayicidir. Kurumsallaşmaya ve kurumsallaşmanınyol açtığı daha temkinli yaklaşıma  daha yakın insanlar.

İzmir’de birinci kuşağın yatırım ve büyüme heyecanı , ikinci  ve sonraki kuşaklarda olmadı görüşlerine katılıyor musunuz?

Bu sadece İzmir için geçerli değil. İkinci ve üçüncü kuşaklar doğal olarak birinci kuşaklarda var olan kaplan bakışına sahip değildir. RockyBalbao’nun antrenörü Rocky’ye “Sen kaplan bakışı kaybettin, bu işi bırak”diye öğütlemiştir. Buradaki gibi ikinci kuşak daha bir refah ortamı, pamuk iplikleri içerisinde büyütülmüştür. Doğal olarak ikinci ve üçüncü kuşaklar dünyanın her yerinde olduğu gibi çok business olmazlar. Hayatın keyifileriyle babalarına göre daha fazla ilgililer.  

Çare nedir? Profesyonel yönetim mi?

Bunun çaresi kurumsallaşmış firmalarda profesyonelleşmenin derinleşmesi.  İzmir’inen ayrıcı özelliği bir KOBİ cenneti olması. Küçük ve orta boy işletmeler Türkiye’nin diğer bölgelerine göre çok daha büyük çoğunluktadır. KOBİ niteliğinde olunca ister istemez yarattığı imkanlar içerisinde profesyonelleşmeye bütçe ayırma eğiliminde olmuyorsunuz. “Hem yönetici ,  hem sahibiyim”  anlayışı çok daha yaygındır. Profesyonelleşme olmayınca  işlerikinci kuşakların iş bilirliğinekalıyor. Ama o ikinci kuşaklar da işadamı karakterli yetiştirilmemiş oldukları için firmalar kan kaybetmeye başlıyor. KOBİ  standartlarındaki firma yapısının ağırlıklı olması İzmir’de ikinci ve üçüncü kuşaklardaki başarısızlıkların en önemli nedenlerinden birisi.Buna karşılık Yaşar Holding gibi ciddi büyüklüklere ulaşmış firmalarda kurumsallaşmalar var. Onlar da hiçbir şekilde kan kaybetmiyor. Bugün Selçuk bey olmasa ya da Yaşar ailesinden herkes pasif kalsa bile o kurumsallaşmayla Pınar yürür gider.

 Madem sanayi ağırlıklı olarak KOBİ niteliğinde, önümüzdeki dönemde şekillenme nasıl olacak. İzmirli şirketlerde birleşmelerle büyüyecek mi, yoksa eriyip gedecek mi?

İzmir aslında bu yönüyle Türkiye’den ayrışmıyor. Sanayi Odası’nın  ilk 500 ilk 1000 listelerinde yüzde 12- 13 gibi İzmir’in ciddi bir ağırlığı var. Yıllar itibarıyla da azalma olmuyor. O nedenle karamsarlığa gerek yok.  Belkiyıllar itibarıyla Türkiye genelinden ayrılıyordur. Birincisi iş kültüründe İzmir iktidarın getirdiği olanaklardan daha az yararlanan bir kent. Yani kamu bankalarından ciddi şekilde kredilendirilmiş şirket sayısı İstanbul , Ankara ya da Anadolu’nun herhangi bir yerine göre İzmir’de son dereceazdır. Bu bir handikaptır, Çünkü bu bir kaynak meselesi. Ayrıca siyasi olarak Türkiye’nin ekonomik dinamizminin hızlandığı son 10 yılda siyaseten ters makasa düşülmesikamu kaynaklarının buraya yönelmesinde bir engel oldu. Bunlar kadar önemli bir şey de iş kültüründe Türkiye’nin diğer yörelerine göre daha düzgün bir anlayış var. Kayıt dışılık oranı İzmir’de diğer bölgelere göre çok daha düşük.

Bununla ilgili istatistiki veri ya da oranlar var mı?

Bununla ilgili gözlem yapılabilir daha çok. Bazı şeyler oran yapmaya ihtiyaç hissetmeyecek şekilde az. İl belirtmek gerekmiyor ama Doğu ve Güneydoğuya göre çok daha az. O bölgelerde herhangi bir ildeki ya da İstanbul’daki kayıt dışılıkla İzmir’deki arasındaki fark  çıplak gözlegörülür. Devletin kurallarına saygı görece İzmir’de çok daha fazladır. Bunun yanı sıra bazı bölgeleri kriminal fonlar her zaman desteklemiştir. Kara paranın hiç uğramadığı, kara paranın ana istasyonlarına çok uzak düşen bir ortamda yaşıyoruz.

Kara para neden İzmir’e gelmiyor?

Pek çok nedeni olabilir. Coğrafi, sosyolojiknedenlerin yanı sıra İzmirbatı iş kültürüne en yakın kent. Ülkenin batıya açılan penceresi derken bunu kendimize propaganda değil realite olarak söylememiz gerek. Kara para İzmirlinin tenezzül sınırının içerisine dahil değil. Bu  çok önemli bir olay.Ama sonuç olarak her ne kadar “Eksik olsun” desek de realite olarak bu kaynaklardan da mahrum kalınmış olunuyor. Tüm bunlar bu kentin hormonlu büyümesine engel oluyor. Ama ben bunu bizim şanssızlığımız değil, şansımız olarak kabul ediyorum. Eğer bu ülke 2023 de 500 milyar dolar ihracat yapacak 2 trilyon dolar gayri safi milli hasılaya gelecek ise dünyadaki küresel sermayenin paralarını akıtacağı kurumsal ortam olarak en fazla ilgi göstereceğiil, bölge olacaktır.Bu nedenle bugüne kadar şanssızlığımız görünen nedenler bundan sonra en büyük şansımız olacak. İzmir en az kirlenmiş yapı ve en az kirlenmiş bölgedir. Bu bir şanstır. Bunu şöyle ifade edebiliriz. Sen doğru dur, eğri belasını bulur. Sonuç olarak doğru durmanın kendi içinde bir rantı vardır. İzmir’in bu rantı yiyeceği dönemler geliyor. İzmir de tabi ki bütünüylesütten çıkmış ak kaşık değil, ama görece düzgün durmanın avantajlarından  bu ülke zenginleştiğinde en fazla yararlanacak yer olacak.

Yani buraya yatırıma gelen, başıma bir şey gelir mi endişesini yaşamadan gelecek değil mi?

Tabi İzmir’in iş kültürü düzgün, çakalı yok. Kriminal olaylardan uzak , düzgün işlerine odaklı bir taban ve zihniyet var burada. Tek eksiği para. Bu ülkeye de para aktığı zaman her hangi bir yerin kurnazına mı gidecek İzmirliyle mi ortak olacak.

Sık, sık yatırımcıların bürokrasi başta olmak üzere pek çok konuda İzmir'de işlerinin aksamasından şikayetçi olduğunu duyarız. Buna rağmen yatırımcı gelir mi?

Bu birazsiyasi değerlendirmeye giriyor. Büyükşehir Belediyesiyetkilileriyle ve sayın Başkanla konuştuğumuzda onların böyle bir yaklaşımları olmadığını ısrarla belirtiyorlar. Ama sayın Başkanın bu zihniyette olmaması yaşanan sıkıntıları çözmüyor. Realiteyi yansıtmıyor.Sayın Başkan ve sayın ilçe belediye başkanlarımız öyle olabilir ama onların hemen altındaki bürokrasi İzmir’de hiç hizmet odaklı değil. İş dünyasının taleplerini kolaylaştırıcı bir misyonlarının olduğu ayırdında değiller. Onlar kamuyu bir garson olarak görmüyorlar. Halbuki kamu bir garsondur. Kamu halka hizmet vermek üzere kurulmuş bir organizasyondur. Belediyelerde bunun en önemli unsurlarından birisidir. Dolayısıyla bürokratik zihniyetin ciddi bir evrime ihtiyacı var. Cumhuriyet Halk Partisi’nin anlayışıyla her ne kadar başkanlar kişisel olarak öyle düşünmeseler de pratik göstermiştir ki bu yapıya çok fazla müdahale etmiyorlar, etmek istemiyorlar veya güçleri yetmiyor. O nedenle herhangi  birşekilde önümüzdeki yerel seçimlerde seçilecek belediye başkanlarının bu köhnemiş bürokratik anlayış üzerine hallaç pamuğu gibi gitmeleri İzmir’ingelişimi açısından olağanüstü önem taşıyor.

Bu tesbitler yerel seçim sonuçları üzerinde etkili olur mu ?

 Şüphesiz etkiler. Neticede insanlar demokrasilerde oylarını bambaşka parametreler üzerinden verdikleri zaman sağlıklı bir demokrasiden bahsedemezsiniz. Bambaşka parametrelerin neler olduğuna bakacak olursak örneğin mezhep üzerinden oy vermek. Demokrasilerde böyle bir şey yoktur. Etnisite üzerinden oy vermekdemokrasilerde böyle bir şey yoktur.  Bunlar belki başlangıç faktörü olarak etkileyicidir ama sonra hemen önemini kaybediyor olması gerek. Demokrasilerde oylar performans üzerinden verilir. Performansın da en önemli unsurlarından birisi ekonomik performanstır. Belediyeler ne ölçüde ekonomik performans olarak kendi seçmen kitlelerine yarar sağlarsa insanlar bunu değerlendirirler.Başarılı bulurlarsa oy verirler, başarılı bulmazlarsa vermezler. Ama İzmir özeline baktığımızda  hayat kaygısı problemi insanların oylarının üzerindeki en büyük ipotek. Ak Parti’ye yönelik İzmir’de belli bir kesimin seçimi kazanmaya yetecek kesimin belli bir rezervi var.

Seçim kazanmayayeter mi dediniz?

En azından şimdiye kadar böyle oldu. Bundan sonrasını bilemiyorum. İkinci olarak gereksiz bir şekilde en azından Büyük şehir belediyesi bazında baktığınız vakit , büyük şehrin başındaki yargısal süreçbaşkana bir mağduriyet koruması yaratmıştır.Haksızlık etmek istemem ve son derece haksız bulduğumu ifade ederim ama beri yandan da İzmir seçmenine de bir haksızlıktır bu. Yani biz önümüzdeki dönemde yapılacak ilk seçimde geniş kitleler olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni değerlendirirken ekonomik performansından hareketle değerlendirmeyeceğiz.  İzmir Belediyesi mağdurdu, mazlumdu acaba onun yanında durmamız etik olarak veya vicdani olarak boynumuzun borcudur diye yaklaşacağız. Ama demokrasilerde böyle bir şey yok. Sekiz yıldır Aziz bey belediye başkanı ise bizi ilgilendiren sekiz yıldır neleri yaptığı, neleri becerdi, neler eksik kaldı diye değerlendirip, ona göre kanaat oluşturup, onun üzerine tekrar seçmekya da seçmemek şeklinde bir karar oluşturabilmemiz gerek. Ama böyle bir şey yok. Tabi sadece yargısal bir meselenin ötesinde İzmir’de hala önemli bir kitle AK Parti’ye çok rezervli bakıyor.YaniAk Partiyi yaşam tarzı üzerinde bir tehditolarakalgılamaya devam ediyor. Bunu Kütahya’da, Ankara’da ya da Anadolu’nun herhangi bir kentinde göremiyorsunuz. İstanbul’da göremiyorsunuz. Orada AK partinin konumlandırılması eski Adalet Partisi, ANAP, Doğruyol gibi algılanıyor. Eskiden beri merkez sağ vardır, CHP vardır. Bu seçmenler den belli bir kitle özellikle ticaret burjuvazisi geleneksel olarak nasıl geçmişte Adalet Partisi’ne, ANAP’a , Doğru Yol’a oy attıysam bugün deAK Parti’ye oy veririm diyor.Onlar bahsettiğimiz kaygıları duymaksızın doğallıkla merkez sağın geleneksel partisi gördükleri AK Parti’ye oy veriyorlar. Ama biz İzmir’de AK Parti’yi zihnimizde çok farklı yerlere oturtuyoruz.

Neden  böyle oluyor? Yaşam tercihini etkileyecek korkusu neden İzmir’de bu kadar öne çıkıyor?

Bunun çok derin sosyolojik nedenleri var.  Benİzmir’inbu konuya çok fazla travmatik yaklaştığını düşünüyorum. Lüzumundan daha fazla abarttığını düşünenlerdenim. Bunun da  pek çok nedeni var.Birinci olarak İzmir zihniyapısı itibarıyla arabik kültüre alerjik yaklaşan bir şehir.Anadolu’nun diğer bölgelerine göre dini ritüellere ilgisinin daha az olduğu bir şehir. Diğer yandan İzmirli dindar kimliğini ikinci plana aldığında yerine ikame edeceği doğru düzgün bir kimliği yok.Çünkü demografik olarak bakıldığında İzmir ağırlıklı bir göçmen nüfustan oluşmuş bir kent. Ama Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana göçmen nüfusların kendi kimliklerini ifade etmeleri üzerinde de örtülü bir baskı olduğu için kendini açıklıkla ifade edemeyip boşluk yaşıyor. Oluşan boşluk bence hem dini, hem etnik kimlikle ilgili mesafe fazla artınca bir özgüven problemi ortaya çıkartıyor. Bu özgüven problemini de oluşturulmuş bir kimlik olan Cumhuriyet değerleriyle doldurma telaşına giriyor.Ama Cumhuriyet değerleri bu kitlelerin 1500 yıllık değerleri değil. Oluşturulmuş bir kimlik olduğu için o da tam yanıt vermiyor. Kaldı ki cumhuriyetin artılarının yanında demokrasiye yönelik ciddi sıkıntıları var. Türk toplumunun şekillendirilmesi ve biçimlendirilmesinde yarattığı tahribatlar var. Bu yönüyle bu değerlerin bir kısmı demode.  Dolayısıyla İzmirli garip bir ikilemde kalıyor. Muhafazakar olmak istemiyor, kendi etnik kimliğinden uzak,  neredeyse asimile olmuş durumda. Cumhuriyet değerlerine yaklaştığı zaman askerci, militer bir yapıya destek verir konuma geliyor oralarda bu sefer kafası karışıyor. Tüm bunlar İzmir insanının genelinde boşluk yaratıyor. Köksüzlük eşittir özgüvensizlik demektir. Köksüzlük eşittir travmatik davranmak demektir. Dolayısıyla İzmirli bugün bir biçimde korktuklarından endişelerinden hareketle onlara yaklaşmadığı için geriye kalan tek seçeneğe mahkum oluyor. Bugün İzmir Cumhuriyet Halk Partisi’ne sıkışmış seçmen konumunda. CHP’yi takdir ettiği için ona oy vermiyor. Diğerlerinin iticiliği kaçınılmaz olarak ve tek seçenek olarak onu CHP’ye yönlendiriyor. Bu absürt ruh hali sonuç olarak genele baktığınızda çok anlaşılır, çok mantıkla zihninizde bir yere oturtabileceğiniz bir tutum değil. Neden bu kadar AK Parti karşıtlığı var, neden bu kadarbazı ilçelerde yüzde 70- 80’lere giden bir CHP teveccühü var. Bunu dışarıdan baktığı vakit bir dış gözlemci kolay , kolay algılayamıyor.

Belediyenin ekonomik bir güç olması bazı seçmenlerin en azından iş, aş gibi gerekçelerle CHP’nin etrafında kenetlenme nedenlerinden biri olamaz mı? Belki bazı yerlerde yüzde 80’lere ulaşma böyle açıklanabilir?

Belediyemiz öyle bir belediye kielindeki ekonomik potansiyeli sonuna kadar kullanıp bu yönü itibarıyla kendine bağımlı bir kitle yaratmaya da tenezzül etmiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi hiçbir şekilde borcunun olmadığını iftiharla açıklıyor. Bu bir iftihar vesilesi midir, ya da “Ben bir şey yapmadım, bu sayede hata da yapmadım”  demek değil midir. Bir anlamda iş bilmezliğin örtülü itirafı mıdır. Ben hadiseye böyle bakıyorum. Keşke bizim büyük şehir belediyemiz20 milyar dolar borç altında olsaydı da İzmir her yönü itibarıyla uçsaydı, şantiyeye dönseydi. Kente yapılan yatırım kentin potansiyelini artırdığı için geriye borç ödeme kapasitesini de artırır. Küçük kaldığınız zaman küçük kalıyorsunuz. İzmir keşke ikinci bir İstanbulolma yolunda en azından belediyenin üzerine düşen görevler itibarıyla alt yapısını tamamlıyor olsaydı. Buradan sorunuza dönersek belediyle bu imkanları kısıtlı kullandığı için kendisine bağımlı kıldığı ve oy devşirdiği bir kitle en azından diğer kentlere İstanbul ve Ankara’ya göre son derece düşük.

Kürtaj yasağı, muhafazakar bir nesil yetiştireceğiz gibi açıklamalar  bir çekingenlik nedeni olmuyor mu?

Tabii ki iktidarın her getirdiği yaklaşımın doğru, bu toplumun tamamını kucaklayan yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkün değil.Ak Parti üst yönetimini iyi değerlendiriyor olmak gerek. Ak Parti üst yönetimigeldiği köken itibarıyla muhafazakar insanlardan oluşuyor. Onların kafasındaki dünya algılaması kendilerine göre kendilerine tutarlı ama Türkiye genelini yansıtmıyor. Dolayısıyla onların o zihniyetlerinden süzülüp gelen ve iktidar söylemi olarak bizlere yansıyan görüşlerinin pek çoğuna bizim katılmıyorolmamız kadar normal bir hadise yok. Biz de katılmıyoruz. Mesela kürtaj denen hadisenin artıları ve eksileri var. Hiç kimse keyfi olarak 30 – 40 haftada bu kürtajların olmasını savunamaz. Bunun tüm dünya ve gelişmiş ülkelerde evrensel kriterleri var. O kriterlerin makul olanları Türkiye için de uygulanabilir. Burası dağ başı da değil, kürtajın belli bir noktadan sonra yasaklanıyor olmasını savunmak İslamcı olmak da değil. Bu medeni olmakla bağlantılı bir olay.Yeter ki evrensel kriterlere oturtsunlar.

AK Parti ve CHP dışında arayış içinde olan seçmenler için merkez sağda bir başka partininboşluğu söz konusu değil mi?

Türkiye geneline baktığınız zaman CHP kafası karışıklar partisi. Parti bütün değil. Parçalı bir yapısı var. Partide aşırı ulusalcılar var, Kürt sorununun çözümüne AK Partiden çok daha ileride yaklaşım gösteren siyasi liberaller var, eski solcular var, entellektüeller var, var oğlu var. Parti kendi içerisinde parti disiplini yönünden aslında bu iyi bir şey, AK Parti kadar katı yapılanmadığı için kamuoyuna parçalı bir görünüm arz ediyorlar. O parçalı yönetim anlayışının demokrasilerdeki karşılığı takdir değil oy kaybıdır. Ben CHP ‘nin bu haliyle de önümüzdeki seçimlerde iktidar seçeneği olduğunu düşünmüyorum.Hatta yüzde 25’leri korumakta zorlanacak. Diğer yandan AK parti ye bakınca yüzde 34’le başlayan macera şu andaki kamuoyu yoklamalarında yüzde 50’lerin üzerinde. Bir demokraside ortada sandık varsa ve oylar da yüzde 50’nin üzerine gidecekse muhalefet partilerinde de fazla ışık gözükmüyorsa bu oran yüzde 60-70’lere mi ulaşacak. Yüzde 60- 70 olduğu bir ülkede sağlıklı bir demokrasiden söz edilemez. Dolayısıyla biz sandığı korumaya devam edeceksek, eğer bu ülke Allah korusun hiç ummadığı otokratik bir noktaya savrulmayacak ise ki ben bunu hiçbir şekilde mümkün görmüyorum,

Görmüyor musunuz?

Görmüyorum öyle bir şey yok. Sonuç olarak bir siyasi iktidarın yüzde 60’ları, 50’leri, 70’leri taşıması mümkün değil. Demokrasilerde bunun pratik bir çözümü vardır, Türk siyasi tarihine baktığınız zaman bunun pek çok örneğini görebilirsiniz. Ak Parti de bölünebilir. Dolayısıyla eğer CHP bu kafa yapısını değiştirmez ise AK partinin iktidar alternatifinin yine AK Parti içerisinden çıkacağını düşünenlerdenim ben. Bu belki siyasi bir fütüristlik ama gerçekleşme olasılığı çok uzak fantezi bir sallama da değil.  Nitekim bunun emarelerini şu anda görmeye başladık. 2014 yılında Cumhurbaşkanı  seçimiyle ilgili parti içerisinde bir ayrımlaşma tohumları yeşermeye başladı.  Ak Parti kendi içerisinde iki temel yapıyı şu anda muhafaza ediyor. Birincisimuhafazakar değerlere daha duyarlı bir kitle. Bir de eski merkez sağ seçmenin zihniyetini temsil eden kitle. Zamanı geldiğinde AK parti içerisinden özgürlükçü değerlere daha fazla vurguyapan ikinci bir parti çıkabilir. Bu partinin tabanı muhtemelen merkezsağseçmen, muhtemelen cemaat olacaktır. PKK’ya sıkışmış Kürt aydınları,CHP’ye sıkışmış seçmenlerarasından çıkacak aleviler, Türkiye’nin entelektüel sermayesini ifade eden liberaller. Bunlar merkez ve merkez sağ blokta başlangıç itibarıyla yüzde 20’lik bir ağırlığa ulaşabilirler. Dolayısıyla bir iktidar alternatifidir. Bunları görme ihtimali var.

 Başbakan yetkisiz bir şekilde Cumhurbaşkanlığı köşkünde oturmayı kabul eder mi?

Başbakan Tarık Bin Ziya gibi gemileri yaktı veya önden zar attı. “Ben milletvekili olmayacağım” diyerek kendini bağladı. Anayasamıza göre milletvekili olmayan başbakan olmuyor. Bu saatten sonra dönme ihtimalini de pek görmüyoruz. Dolayısıyla şu andaki fotoğraf içerisinde kendisini tek seçenek olarak Cumhurbaşkanlığınabağlamış gözüküyor. Ama şimdikiAnayasal düzen içerisinde de Cumhurbaşkanı önemli yetkileri olsa da icrai yetkileri bir Başbakana göre son derece sınırlı. Dolayısıyla bugünkü anayasal statü içerisinde mevcut Başbakan  Çankaya’ya çıkarsa yerine gelecek Başbakan Türkiye siyaset sahnesinde bir numaralı figür olacak. Geçmişte bunu çok yaşadık. Tabi ki Çankaya’daki şahsiyete bir vefa ve saygı duyulacaktır ama belli sınırlar içinde kendi insiyatifini kullanacaktır. Akbulut bile Özal’a isyan etmiştir. Dolayısıyla Anayasa değişikliği olmazsa önümüzdeki yıllara yönelik olarak Çankaya’da kaldığı müddetçe Tayyip Erdoğan’ın siyasi ağırlığında doğal olarak azalma beklemek sürpriz olmaz.

Bu arada Anayasa değişikliği söz konusu olamaz mı?

Anayasa değişikliği de çok kolay gözükmüyor. Referandum eşiğini aşıyor.  Şu anda Anayasayı değiştirecek milletvekili sayısı yok. Referanduma taşıyacak AK partinin milletvekili sayısı yok. Diyelim ki birilerini ikna ettiler referanduma taşıdılar. Referandumda cumhurbaşkanlığının yetkilerinin artırılması yarı başkanlık ya da başkanlık sistemi için karşılarında eğer blok olarak MHP- CCHP- BDP durursa , her ne kadar  AK Partiye oy vermiş olsa da  ortalama merkez seçmenin  de ”Acaba eski köye yeni adet mi geliyor?' diye rezervli yaklaşacağını düşünecek olursak referandumla bu işin garantisi yok. 360’ın üzerinde bir oy referandum anlayışı içerisinde AK Parti’nin diğer üç partiyi ikna ediyor olması gerek, ama o da şu anki siyasi tabloda mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla çok büyük olasılıkla bu işler yarı başkanlık sistemine dönüşmemiş haliyle sayın Başbakanın köşke çıkacağını gösteriyor. Ama tabi siyaset  enteresan bir hadise. Biz böyle deriz ama Ankara’nın dengeleri içerisinde yeni bir şey olabilir. Bizim bu gördüklerimizi mutlaka Ak Parti yetkilileri de görüyordur. Bu iş bu kadar imkansız gibi gözüküyorsa, bu kesinlikle biz ifade ediyorsak burada yanlış olan bizlerizdir. En azından onlar bizden çok daha fazla bilgiye tecrübeye sahipler, bu imkanların ne olacağı konusunda açıklanmamış pek çok B planları da vardır. Ama ortalama Türk seçmeni olarak baktığınızda tablo sanki çok zor gibi gözüküyor.

İzmir’deki yerel seçimlerde sürprizler olabilir mi?

Sözünü ettiğim mağduriyet koruması altında bir seçim olacak. Şu an 400 bin oy farkı var AK parti ile CHP arasında. Bu genel seçimlerde 180 bine kadar inmişti. Her ne kadar bir ölçü olduğu söylense de genel seçimler yerel seçimler için bir ölçü değil. En azından yerel seçimlerde MHP’nin şansı yoksa MHP’ye atan seçmen daha evvel CHP’ye oy attıysa ki öyle olduğunu gözlüyoruz, yine MHP’li büyük şehir belediye başkan adayının kazanma şansı düşük diye o seçmen gidip daha fazla gönlünü kaydırdığı adaya diyelim CHP’ye oy atacak. 400 bin oy farkının çıkma nedeni de oydu zaten. Aziz bey yüzde 56- 57 civarında oy almıştı. Dolayısıyla 400 bin oy farkının öyle 3 – 4 yılda kolayca kapanması kolay değil. Zaten Binali beyin de İzmir konusunda gönülsüzlüğünü hepimize hissettirmesinden bunu anlıyoruz. Dolayısıyla farklı senaryoda tekrar Aziz bey aday olursa CHP’nin bu seçimlerde kazanabileceğini ön görebiliriz.

CHP kazanamazsa İzmir’de hayat değişir mi?

Hayır hiç bir şey olmaz. Ak Parti İzmir’de kazanır, atıyorum İstanbul’a Sarıgül’ü koyarsın o kazanır. Sonuç olarak silme tüm belediyeleri AK Parti alacak diye bir hadise yok. Ak Parti’nin de artıları,eksileri var. İktidar yıpranmışlığı var. Şu anda Türkiye’nin yüzde 80’i Suriye konusunda ikna olmuş değil.Anlayamıyor, kavrayamıyor ve sebepsiz buluyor. “Neden bulaşıyoruz ?” sorusunu Türkiye’nin yüzde 80’i soruyor. Yüzde 80’in yarısı da AK Parti seçmeni. Bu ve buna benzer olaylar öncümüzdeki bir yıl içerisinde meydana gelirse ne olacak. Ekonomik bir kriz dolu dizgin Avrupa’dan geliyor. Artık sınai üretim rakamlarız ilk kez azalmaya başladı. Yüzde 8- 9’larda büyüyen ekonomi yüzde 3’lerde acaba büyüyebilecek mi. Oralardan gelebilecek kara bulutlar Türk seçmeninin oyunu etkiler. Şunu da unutmayalım 2008 ekonomik krizi 34’ten 47’ye çıkmış AK Parti’yi 2009 yılında yapılmış yerel seçimlerde 38’e indirdi. Bir ekonomik kriz Ak Parti’nin en parlak dönemlerinde 9 puanını aldı. Önümüzdeki bir yıl içerisinde bir ekonomik kriz sonuçları etkiler.Ama ilginç şeyler de olabilir AK Parti İstanbul’da kaybedip İzmir’de kazanırsa yineters makasa düştüğümüz için İzmirliler olarak kendimize madalya da takmamız gerekebilir. Hatayı nerede yapıyoruz diye kendi kendimize sorguluyor olmamız gerek. Ama  İzmir’de AK partinin kazanması da  bir kabus senaryosu değildir. Hiçbir şey olmaz. AK Parti bir şeyler yapmak istiyorsa zaten merkezi iktidarı elinde bulundurduğu için pek çok şey yapabilirdi. Onun için çok da böyle şehir efsanelerine prim vermiyor olmak gerekir. Şüphesiz bunlar muhafazakar insanlar o muhafazakarlığın bazı yansımaları olacak. Hiçbir şey değişemez , böyle bir dünya yok. Bir şeyler değişir.Ama bu her şeyin değişmesi gibi bir sonuç yaratmaz. İstanbul’da da yaratmadı. Eskişehir’de de yaratmadı, İzmir’de de yaratamaz , Ankara’da yaratamaz. Bu arada münferit bazı olaylar da abartılan örnekler oluyor.Ama genel olarak baktığımızda hayat tarzlarımızda AK parti iktidar döneminde öyle kabuslar görüp, travmalara gireceğimiz ölçüde bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz.

Kırıkkale’de içki içilen yerleri şehrin dışına çıkaracağız diye belediyenin hazırlık yapması gibi girimler insanların zihinlerinde  soru işareti yaratmaz mı?

Çok daha radikal yaklaşımlara sahip insanlar olabilir. Ama genelde baktığınızda Ak parti ve CHP insanlara sağ duyulu bakmak zorunda . Sonuçta AK parti yüzde 49- 50 oy alıyor. Demek ki AK partiye prim vermeyen yüzde 50, 5 partiye dağılmış kitleler var. Bırak yüzde 50’yi yüzde 25’in istemediği idari, hayati uygulamaları yüzde 60- 70 istedi diye siz hayata geçiremezsiniz. Türkiye birbirine girer. Öyle bir şey olduğu zaman bu yaklaşıma itibar etmeyen geride 10 milyonlar var. Yani Türkiye 75 milyon nüfusa sahip, seçmen sayısı 50 küsur olan bir ülke. Bu 50 milyonun yarısı 25 milyonluk bir kitle Ak Partiye oy vermiyor. Herhangi bir şekilde ciddi anlamda rahatsızlık hissettiğinde bunun yüzde 1’i bile yürüse hükümet bunu dikkate almak zorunda. Dolayısıyla çok fazla da komplo teorilerine prim vermiyor olmamız gerek. Türkiye bir vahabi , bir selefi yapı değil . Müslümanlığı kullanarak aşırı muhafazakar değerlerle yönetilebilecek bir ülke değil. Dünyaya giderek entegre oluyor. Eğer siz 500 milyar dolarlık ihracat hedefliyorsanız buna karşılık kaynağınız kıtsa bunu küresel sermayeyle yapacaksınız. Küresel sermaye geldiğinde her yönüyle kendine benzeyen, evrensel değerler konusunda mutabakatını ilan eden ülkelere parasını koyar. Eğer siz bu standartlardan uzaklaşırsanız, insanların yaşam tarzına, içkisine karışarak, azınlığın demokratik haklarını onları rahatsız edecek şekilde düzenlerseniz o zaman 2 trilyon dolarlık büyük Türkiye hayalini de göremezsiniz. Ak Parti de aptal değil.  Bu ülkenin zenginleşmesi kendi iktidarlarının geleceğinin en  önemli sigortası. Yoksa Kırıkkale’de iki meyhanenin 5 km. ileriye taşınması değil. Bunlar münferit olaylar, çok abartmamak gerekir diye düşünüyorum. Duyarlığı , tepkini göster ama buradan hareketle karalar bağlayıp , enseyi karartmanın anlamı yok.   

Ekonomik kriz kötü mü geliyor. Avrupa’dan durum nasıl görünüyor?

Türkiye daha az etkileniyor. Merkez Bankası eski başkanı Durmuş Yılmaz’ı dinledik kısa süre önce. Çok kapsamlı iki saatlik bir analiz yaptı. Bir gerçek var ki Türkiye’deki ekonomi yönetimi her türlü ideolojik ve siyasi görüşten vareste.Son derece rasyonel ve akılcı görünüyorlar. Bu işin Ak Partisi, CHP’si , MHP’si yok.Dünyanın ekonomik realitelerine son derece hakimler. Müthiş veriler alıyorlar, Babacan ekibi , Merkez Bankası vs.  Doğruya doğru,Başbakan bu konuda asla popülist değil.

Ama son zamanlarda Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’ın “Frene değil gaza basalım” çağrısına destek vermedi mi?

Onları söylerler ama aldıkları ekonomik önlemlerde ne Merkez Bankası’na ne de Babacan’amüdahale var. Seçim döneminde kıyamet vergiler getirildi, harcamalar kısıldı. Ekonominin popülist eğilimlerle dağılmasına müsaade etmiyorlar.Gerçekçi ekonomik büyüme oranları tesbit ediyorlar. Ama Avrupa’daki sağanak yağış Türkiye’ye illaki yansıyacak. Önümüzdeki bir iki yıl içerisinde Avrupa kaynaklı bir sıkıntıyı mutlaka yaşayacağız. O nedenle pazarları çeşitlendirmeye çalışıyorlar. Ama ben önümüzdekiyıldan itibaren ABD’de baharın açacağını varsayıyorum. En son inşaat verileri açıklandı son derece pozitifti. ABD bir teknoloji  ülkesi ve daha dinamik.Eğer mutlaka bir fütüristlik yapacak olursak da 2013 yılında Dolar,Euro’yu çok dövecek gibi gözüküyor. Paritenin belki 1.10’lara, 1.15’lere gideceğini gözleyebiliriz. Yani Euro’ya yönelik bir sıkıntı görüyoruz. İkinci olarak ABD de dahil olmak üzere hem Avrupa Merkez Bankası  (ECB)  hem  ABD Merkez Bankası (FED)  durgunluk olmasın diye piyasaya ciddi anlamda nakit enjekte ediyorlar. Biliyorsun ECB 500 milyar euroluk tahvil çıkartacaktı. Alman Anayasa mahkemesi bunu 190 milyar Euro’ylakısıtladı. Onlarda buna karşılık yoğun bir şekilde nakit enjekte ediyor. Bunun doğal sonucuiçin ekonomist olmaya gerek yok  Adem babadan beri belli.  Avrupa ve ABD’de bir enflasyonist süreç yaşanacak. Bundan 25 yıl kadar önce Amerika’da enflasyonist sürecive faizlerin yüzde 21’e çıktığını bizim kuşaklar hatırlıyor. Dolayısıyla bu dünyadaekonomik karar vericiler hiçbir şekilde hiper enflasyona gidilmesine müsaade etmezler.Amadünyada kontrollü bir enflasyonist dönemin yaşanacağı da artık çok net bir şekilde öngörülüyor.

Bu kadar para sürülmesine rağmen şu anda enflasyon neden yok?

Şu anda enflasyonunun olmama nedeni yönetimler piyasaya nakit enjekte ediyor ama bankalar kredi verme  konusunda çok muhafazakar. İkinci olarak da bir rakam vereyim .Halen  ABD şirketlerinin kasasındaki cash yani nakit para 700 milyar dolar. Sadece Apple’ıçıkaran şirketin kasasındaki nakit para 130 milyar dolar  İnsanlar harcamaya, yatırıma ve tüketime eğilimli değiller. Eski deyimle tasarruf eğiliminin artması anlamına gelen iddihar var. Dolayısıyla iddihar meselesi yüzünden talep bazlı bir heyecan olmadığı için enflasyona hemen yansımıyor.Ama piyasa 40 milyar dolar vere, vere sürekli sulandırılırsa insanlar paralarının erimeye başlamasından endişelenecekler. Bu ister istemez talebi hareketlendirecektir. Buradan  hareketle enflasyonist bir süreç yaşanacağını ön görebiliriz.

Dünyada 2015’den önce krizden çıkış mümkün mü?

Avrupa’da mümkün değil.  Avrupa’nın  işi çok zor.Eğer ülkeler, devletler olarak bu kadar borçlandıysanız bundan çıkışın iki yolu vardır. Ya para basarak  hiperenflasyona gidersiniz.  Ama o artık olmaz. Ya da uzun vadeli bir programla borçlanırsınız.  Bu da  gelecekten yemek demek. Ama yine de gelecekten fedakarlık  ederek ve  ciddi bir tasarruf politikasına girersiniz bunun da ilk sonucu resesyon demek.  Resesyonun da kendine göre kötülükleri var. Ama hiper enflasyonu seçenekler arasından çıkarttığınızda durgunluk ve fedakarlıktan başka  özellikle Güney Avrupa’nın yaralarını sarabilmesinin başka yolu yok.Dolayısıyla bu iş kısa vadede çözümlenemez. İki arada, bir derede durgunluğa imkan vermeyecek, hiperenflasyona izin vermeyecek politikalarla mevcut durum çözümlenmeye çalışılacak. Dolayısıyla şu anda Avrupa’da tedbirler bu sorunlara çözüm olsun diye değil , daha kötüye gidişi engellemek için alınıyor . Biz ölene kadar Avrupa’nın bu sıkıntılarıyla birlikteyaşayacağımızı tahmin edebiliriz.

O zaman artık Avrupa pazarından tamamen umudu kesmek mi gerekiyor?

Hayır öyle olmaz. En kötü örnekten gidip  Yunanistan’ı ele alalım. Zannedersin ki  Yunanistan , Somali oldu. Böyle bir şey yok. Yunanistan’da kişi başına düşen gelir hala 25 bin Euro. Almanya ise şu anda Türkiye’nin 2023 için hayal ettiği ihracat potansiyelinin beş altı katını yapıyor.O topraklarda o kadar büyük sermaye birikimi olmuş ki Avrupa her zaman önemlidir.  Avrupa’nın ölüsü bile Türkiye’yi ihya eder.  Avrupa bundan sonra da en önemli pazar olacaktır.   

Avrupa çok yaşlanıyor. Şirketlerini devredecekleri ikinci, üçüncü kuşakları bile yok.Satılık en az 1 milyon Avrupa şirketi var ve Türkler bunlardan büyük pay alacak şeklindeki değerlendirmelere ne diyorsunuz?

Şu anda Türkiye’yi bekleyen en önemli problem orta gelir tuzağı. Başkalarının eskisini alarak orta gelir tuzağından çıkılmaz. Orta gelir tuzağı dediğimiz bir takım liberal politikalarla ülkeler, mevzuatlarını, kambiyo düzenlemelerini yaptıktan sonra ekonomisinde bir hareketlilik oluyor. Türkiye 1980’lere kadar Çin ve Arnavutluk’la birlikte dünyada  kapalı bir ekonomiydive  1000- 1500 dolarlık kişi başı gelire mahkumdu. Özal’la  birlikte dışa açılma politikası 2000 yılından sonra hareketlendi. Oradan hareketle ülkedeki atıl kaynaklar harekete geçti geldik 10 bin dolarlara. Bu öyküyü yeryüzünde pek çok ülke yaşamış. Uzaklara gitmeye gerek yokİspanya da yaşamış Portekiz ve Yunanistan da. Ama mili gelirini  yüzde 58’ine gelinceyekadar bu işler sıkıntısız gidiyor. Ama o noktadan sonra eğer katma değerli ürünler üretemiyorsan , inovasyona, yeni teknolojilereönem veremiyorsan, markalaşmayı yaratamayıp, kamu otoritelerinin sermaye dostu olma kimliğini derinleştiremiyorsan patinaj yapmaya başlıyorsun.  Ve 10 bin- 15 bin dolarlara geldiğinde oralarda debelenip sonra da o çukurda boğulup kalıyorsun. Güney Avrupa’da bugün yaşanan budur. Ama orta gelir tuzağını aşmayı başarmış ülkeler de var. Geçmişte ikinci dünya savaşından sonra Japonya, şimdilerde Güney Kore bir biçimde bunu aşmayı başardı. Şu anda Türkiye’nin de önündeki en sıcak gündem bu. Orta gelir tuzağına düşmemek.Ama Türkiye de ortagelir tuzağına düşecek gibigörünüyor. Araştırma geliştirme harcamalarıMilli gelirin binde 7’sinebinde 8’ine denk düşüyor. İnovasyona da pek fazla önem verdiğimiz düşünülemez. Dolayısıyla ne olacak da Türkiye bu engelleri aşacak. Ayrıca ben bazı şeylerin çok gerçekçi olduğuna inanmıyorum. Bu ülke 2023 yılında 2 trilyon doları hedefliyor.  Basit bir matematikle ekonomistler bunu hesaplasın. Bu ülke bugünden itibaren her yıl yüzde 8.5 büyürse üst üste bindiği zaman 2 trilyon dolara hatta  ancak 1.7 trilyon dolara ulaşabiliyor. Orta vadeli program açıklandı.Bu yıl yüzde 3 büyüme , gelecek yıl yüzde 4 ondan sonraki yıl yüzde 5. Bu açığı kapatmak için ilerideki yıllarda Türkiye yüzde 15 mi büyüyecek. Yok  böyle bir şey.

 

Yazarın Tüm Yazıları