Paylaş
GEÇEN hafta İzmir’de ekonominin patronu bakanı Ali Babacan, ESİAD üyelerine ekonomideki son durumu anlattı. Bakan Babacan konuşmasında 2011’de Türkiye’nin dünyada cari açığı en yüksek olan ülke olduğunu hatırlattı. Sonra da, “Hızlı büyüdük ama kompozisyonda ağırlıklı olarak iç talep yer aldı. Kazandığımız kadar harcasak sorun değil, ama bankalardan kredi çekerek harcadığımız için tedbir almak zorunda kaldık. Sonuç-ta 2012’de daha dengeli büyümeyi sağladık” dedi.
Babacan haklıydı. Türkiye 2011’de 77.2 milyar dolarla dünyanın en fazla cari açık veren ülkesi olduktan sonra geçen yıl bu rakam büyük bir düşüşle 48.9 milyar dolara geriledi. Milli gelirin yüzde 10’u kadar olan cari açık yüzde 6’ya indi.
Malum, cari açık bir ülkeye ihracat, turizm, işçi dövizi gibi yollarla giren tüm gelirlerin miktarı, petrol gibi yurtdışından satın alınan mal ve hizmetlere ödenen giderlerin miktarının altında kalınca ortaya çıkar. Açık dış kaynakla kapatılmaya çalışıldığından bir aksama durumunda önce döviz krizi ardından ekonomik kriz çıkar. O nedenle her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. İşler yolunda gidip cari açığın açtığı delikleri tıkayacak para akışı varken, ekonomi bıçak sırtında olsa bile tehlikesi pek anlaşılmaz. Ama herhangi bir nedenle güven bunalımı doğarsa ülkenin Yunanistan’dan farkı kalmaz. Biz de bu filmi 2001 krizinde görmüştük.
Financial Times gazetesi 13 Şubat’ta yayımladığı bir haber analizde Türkiye’de cari açıktaki düşüşü yazarken çok önemli bir noktaya daha dikkat çekti. Cari açığın gerileme nedenlerinden biri olarak geçen yıl yüzde 13 artıp 152 milyar dolara çıkan ihracat gösteriliyor. Ama ihracattaki artışın da İran’a yapılan altın satışından kaynaklandığına dikkat çekiliyor. İran’a altın ihracatı geçen yıl bazı aylar 1.2 milyar doları geçmiş. Amerikan ambargosunu delmek İran’la ticarette para yerine altın kullanıldığını herkes biliyor. Ama İran’la ticaret yapanlara ABD’nin getirdiği yeni önlemlere dikkat çeken Financial Times bu yolla kaynak girişinin artık kolay olmayacağına dikkat çekiyor.
İkinci konu ise bankadan, borsadan para kazanmak için değil; gerçekten fabrika, işyeri kurmak için gelen doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili. Ekonomik büyümenin kaynak ihtiyacını karşılayan doğrudan yabancı sermayenin Türkiye’ye girişi dikkat çekici boyutlarda yavaşladı. Türkiye’ye 2011’de 16 milyar dolar yabancı sermaye gelmiş buna karşılık Türk işadamları da yurtdışına 2.3 milyar dolarlık yatırım yapmış. 2012’de ise Türkiye’ye gelen doğrudan yatırım 12 milyar dolar olurken yurtdışına giden yatırım iki kat artarak 4 milyar dolara ulaşmış.
Bu durumda gelen yabancı yatırım miktarı yüzde 40 azalmış. Daha da önemlisi, bu rakamlar Türkiye’nin cari açığının yüzde 80’ini sıcak para ile finanse ettiğini gösteriyor. Ve Financial Times haklı olarak, “Şu anda Batılı ülkelerde gevşek para politikası uygulandığı için Türkiye’ye para akışı var. Ama yarın sıkı para politikasına dönülüp para akışı yavaşlarsa ne olacak?” diye soruyor. Aynı konuya ESİAD Başkanı Bülent Akgerman da, Bakan Babacan’ın katıldığı toplantıda küresel ekonomik krizin ekonominin yeniden yapılandırılması için bir fırsat verdiğini ama en büyük yanlışın rehavete kapılmak olduğuna işaret ederek dikkat çekiyordu.
Bugün çarklarının büyük ölçüde sıcak parayla döndüğü anlaşılan Türk ekonomisinde bir güven bunalımında neler yaşanacağını insan düşünmek bile istemiyor. Türkiye’yi de içine çekebilecek bölgesel savaş, bir siyasi kriz gibi beklenmedik olaylar tüm dengeleri alt üst edebilir.
Cari açık bombası üzerinde oturan Türkiye, bu açığı azaltacak ekonomik yapıyı sağlamlaştırmak aldığı tedbirleri hızlandırmak zorunda. Cari açık tehlike olmaktan çıkıncaya kadar da dış siyaset başta olmak üzere her adımını
çok dikkatli atıp uluslararası
piyasalarda güven bunalımı
yaratmamalı. Aksi hüsran olur.
Usta parmaklar
CAZ Festivali’nin ilginç konukları var bu yıl. Kolombiyalı arp sanatçısı Edmar Castaneda ve arkadaşları sıra dışı bir konser verdi hafta sonu. Arpın caz müziğinde bu kadar güzel kullanılabileceğini hiç tahmin edemezdim. Castaneda’nın parmaklarının ustalığını tarif etmek ise mümkün değil. Merak edenler İKSEV’in sitesine girip filmini izlesinler ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılır.
Rengarenk tişörtü ve şapkasıyla çok da sempatik bir kişi olan dünyaca ünlü arp ustası pek çok sanatçı gibi İzmir’i öve öve bitiremedi. Kahve ülkesi Kolombiya’dan gelen sanatçının Türk kahvesine bayılması ise ayrı bir güzellikti.
Uluslararası nitelikte kültür ve sanat festivaline sahip olması İzmir’in en önemli zenginliklerinden biri. Hele bu festivallerden birinin İzmir-Avrupa Caz Festivali’nin 20 yaşına gelmesi, Uluslararası İzmir Festivali’nin ise çeyrek asra ulaşıp geçen yıl 25’inci yılını kutlaması ise çok daha anlamlı.
Festival için İzmir’e dünyanın dört bir yanından Kolombiya’dan, Japonya’dan, New York’tan gelip dünyanın dört bir yanına giden sanatçıların olumlu izlenimleri milyonlarca dolarlık tanıtım bedeline denk. İzmirliler festivallerine sahip çıktıkça hem ayaklarına kadar gelen dünyanın en ünlü sanatçılarını izlemeye devam edecek hem de İzmir’in dünya markası bir kent olma hayallerine bir adım daha yaklaşmış olacak.
+
Paylaş