Paylaş
Biz Türkiye’deyken evin önündeki çimler biraz uzamış, belediye de 10 gün arayla iki ayrı suç isnadı ile mahkemeye celp yazısı göndermiş. Normalde bu tür kural ihlallerinde, trafik ihlallerinde olduğu gibi gelen mektupta ‘Ya mahkemeye gel ya da suçunu kabul edip cezanı şuraya öde’ denir. Bu seferki yazıda öyle bir seçenek yoktu. Söyledikleri tarihte hâkim huzuruna çıkmazsan arama emri çıkıyor ve işin sonu 6 ay hapis cezasına kadar gidiyor. Neyse, uzatmayayım. Hâkim, savcı ve cezayı kesen belediye görevlisi hazır. Suçum yüzüme ayrı ayrı okundu: Bahçedeki çimlerin çevreye zararlı olacak kadar uzaması, evin önünde sorumluluğu bize ait olan kaldırımdaki çimlerin yangın tehlikesi arz etmesi. Sonra suçumu kabul edip etmediğim soruldu. Ellerinde fotoğraflar var. Çimler uzamış. Suçumu kabul ediyorum dedim ve 470 dolar cezayı ödeyip mahkemeden ayrıldım. Ben mahkemeyle uğraşırken, eşim de komşulara bir ‘özür mektubu’ yazıp tek tek kapılara bıraktı. Olay onları da ilgilendiriyor zira çimler uzayınca ortaya çıkan sağlık ve yangın riski onları da etkiliyor.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Hocam 20 küsur yıldır yaşadığın memlekette bu kuralları bilmiyor muydun?’ Elbette biliyordum. Bildiğim için de her yaz Türkiye’ye gitmeden burada bir şirket bulup çim işini çözüyordum. Ama bu sene memleketten bir misafir var diye işi şirkete vermekten vazgeçtim. Arkadaş da sonuçta çim deyip işi yavaştan almış. Buradaki sisteme yabancı zira sonuçta çim, uzasa çayır olacak en fazla...
KÜLTÜR DEĞİL, SİSTEM MESELESİ!
Başımdan geçen basit bir olayı bu kadar detayıyla anlatmamın önemli bir nedeni var. Çünkü geçen haftalarda tartıştığımız çöp meselesinden başlayarak pek çok konuya ışık tutan bir tarafı var yaşadığımın. Yıllardır bu köşede eğitimden ekonomiye, ahlaktan çöp meselesine tartıştığımız sorunların her birinde ben ısrarla sorun kültür değil, sistem diyorum. Ülkeler arası farkları açıklarken, kültürü bir sebep olarak koymak bana zihinsel tembellik olarak geliyor. Çünkü ‘Koreliler niçin böyle, çünkü onlar Koreli’ demek retorik olarak bahane bulmaktan başka bir şey değil. Yani anlamlı bir önerme sunmuyorsunuz. Daha da önemlisi, amacınız toplumsal dönüşümün yollarını aramak ise kültür gibi ortaya çıkması uzun erim alan bir faktör üzerine kelam etmek yerine, o kültürü de belirleyen sistem üzerine kafa yormak, adına yapısal reformlar dediğimiz adımların altını çizmek çok daha anlamlı bir seçenek. Özellikle toplumsal sözleşme gerektiren durumlarda, eğer kurallar net olarak belirlenirse, o kurallara uymayanlara müeyyide adil bir şekilde uygulanırsa sistem arzu ettiği kültürü belli bir süre sonra kendiliğinden oluşturuyor.
KORE’DEKİ 70 YILLIK DENEY!
Yazının başlığına gelince. Kore aslında kültürle sistem arasındaki ilişkiyi anlamamız için bize ilginç bir sosyal deney sunuyor. Aynı coğrafyada, aynı tarihi, dini, dili paylaşan halk 70 yıl önce iki ayrı sistem kuruyor. Bugün adanın Kuzey’i ile Güney’i arasında aklınıza gelen her göstergede büyük bir uçurum varsa bunun nedeni kültür değil sistemdir. Aynı şekilde, bizim köyden çıkan bir işçi Almanya’ya gidince BMW fabrikasında yan yana çalıştığı Alman ile aynı seviyede üretim yapabiliyor. Sorun bizim tembel, onların çalışkan olması değil, sorun bizim kurduğumuz sistemle onların kurduğu sistemin farkı. O nedenle sorunlar karşısında ‘Biz Türkler...’ diye başlayan açıklamaların hiçbir anlamlı tarafı yok. Bizim kültürel olarak kimseden eksik bir tarafımız yok. Dediğim gibi, sorun kültür sorunu değil.
OKUL MÜDÜRLERİNE SÖYLEYECEK DÖRT ŞEYİM VAR...
'ÖĞRENCİLERİN başarısını belirleyen en önemli faktör nedir?” diye sorarsanız yanıtı çok basit: Aile! Varlıklı, okumuş ailelerde yetişen çocuklar okul hayatına oldukça avantajlı bir noktadan başlıyor. Sosyal bir devlette okulların görevi çocuklar arasında ortaya çıkan bu haksız rekabeti ortadan kaldıracak adımlar atmak. Bu zor işi ancak iyi bir okul yerine getirebilir. İşte bu noktada gelin çok uzatmadan bir okulu iyi yapan temel faktörler üzerinde duralım. Nedir sahi bir okulu iyi yapan şeyler?
Öğretmen mi? Bina mı? Müfredat mı?
Bunların her biri çocukların okuldaki başarısını etkiliyor kuşkusuz. Sevgili Buket Uzuner’in o muazzam deyişiyle gerçekten de “Hayatta en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır!” İyi bir okul iyi öğretmenlerin çoğunlukta olduğu bir okuldur. Bina ve müfredat da aynı oranda olmasa da önemli faktörlerdir. Ama bütün bunlardan önemli olan başka bir faktör daha var: Okul iklimi. Yani okulun havası, atmosferi. Bir okula ayak bastığınızda edindiğiniz o ilk izlenim. Kapıdaki nöbetçinin duruşundan, öğretmenlerle öğrencilerin diyaloğundan, okulun duvarlarındaki yazı ve resimlerden, koridordaki çöp kutusundan anlarsınız o okuldaki iklimin niteliğini. Kiminde pozitif bir hava eser, oraya sıradan bir öğretmeni koyun mucizeler yaratır. Kimi okulda da negatif bir enerji hüküm sürer, oraya iyi bir öğretmeni koyun iki yıla meslekten soğur. İklim her şeydir.
ANAHTAR OKUL MÜDÜRLERİNİN ELİNDE!
Bir okulda iklimi belirleyen en önemli faktör o okuldaki yöneticidir. Okulla aile arasındaki diyalogdan çocukların birbiriyle ilişkisine kadar her şeyi dert eden bir lider olduğu vakit okulda pozitif bir hava esiyor. Hep yukarıdan gelen emirleri yerine getirmekle meşgul memurlar ve herkese tepeden bakan amirle de maalesef pozitif bir iklim yaratmak mümkün değil. Ancak vizyon sahibi liderlerden iyi bir yönetici ve pozitif bir okul iklimi ortaya çıkıyor. O nedenle şu an 18 milyon çocuğu eğiten okul müdürlerine pozitif iklim yaratmaları için şu 4 hatırlatmayı yapmak isterim:
- Öğrencilerinizden beklentilerinizi yüksek tutun!
- Sorunları çözme noktasında kendinizi koşullarla bağlamayın, yaratıcı ve ısrarcı olun!
- Herkesi dinleyin ama son sözü siz söyleyin!
- Tüm kararlarınızda temel ölçü öğrencilerinizin performansı olsun!
Paylaş