Paylaş
Bu sene biraz da sosyal medyanın etkisi ve paylaşılan görsellerin gücüyle kent bir kere daha herkesin gönlünde taht kurdu. Kars’a her kış giderim ama bu sene ilk defa otelde yer bulamadım. Aslında iyi oldu! Eş dostta kaldık, hasret giderdik. Kars’ın bu denli popüler olması hiç tesadüf değil. Ben Kars diyorum ama siz buna Ardahan ve Iğdır’ı da katın. Bir kere tarihi çok renkli bir yer burası. Sadece Kars ilinde 800’e yakın tescilli tarihi eser mevcut. Yüzyıllardır bu şehir pek çok kavme ev sahipliği yapmış, kimi gitmiş kimi kalmış ama her biri ayrı bir iz bırakmış Kars kültüründe. Ermenilerden kalma Ani Harabeleri, Malakanlardan kalan değirmenler, Ruslardan kalan harika kent planlaması ve tabii ki muhteşem taş binalar. Kars’ı popüler kılan ikinci gerekçe muhteşem coğrafyası. Kimi kayak için, kimi Çıldır Gölü için geliyor buralara. Ama Kars sadece tarihsel ve doğal mirası olduğu için değil, bu mirası çok iyi anlatabildiği için de popüler. Hikâye deyip geçmeyin, hikâye her şeydir. Ol sebep size iki Kars hikâyesi anlatacağım bu hafta. Karslı iki girişimcinin hikâyesi...
SIRA DIŞI GİRİŞİMCİ
Hep diyorum. Türkiye kadınların işgücüne katılım oranını erkeklerin yarısı seviyesinde tuttuğu sürece bir adım ileri gidemez. Kadınları işgücüne katmada OECD sonuncusu bir ülke sınıf atlayamaz. Bu istatistiği değiştirmek için her alanda yeni kadın girişimcilere ihtiyacımız var. Kars Kazevi’nin kurucusu ‘Nuran Abla’ işte o girişimcilerden. Kars kazını kümesten çıkarıp UNESCO bünyesinde seçkin bir yere taşıyan, İspanya’dan Romanya’ya gitmedik yer bırakmayan bir girişimci. Açtığı Kars Kazevi’nde yer bulmak için günler öncesinden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Bizim gibi çat kapı gidince de masa açılsın diye saatlerce beklemeniz gerekiyor.
Kars’ın kazı hep vardı ama kaz yemek eskiden sadece Karslılara mahsus özel bir ritüeldi. Öyle gidip restoranda yenilen bir şey değildi kaz. Memlekette bir akrabanız olacak, o akrabanız kazı sonbahardan kesip kurutacak ve siz de kışın o kazı alıp usulünce pişireceksiniz. Bütün bu şartları yerine getirirseniz ne âlâ. Aksi halde kazı unutun. Peki neden? Neden her isteyen parasını verip kaz eti yemesin? Kars’ın en başarılı restoranı olan Kazevi’ni kuran Nuran Özyılmaz işte bu sorulara sorarak yola çıkmış. Ancak bu, Nuran Hanım’ın ilk girişimi değil.
BİLEZİKLERLE BAŞLAMIŞ
Nuran Hanım 4 kız annesi bir ev hanımı. Eşi çalışıyor o ev işlerine bakıyor. Ama bir gün “4 kızımın kaderi benimki gibi olmasın” diyerek bileziklerini alıp doğru kuyumcuya gidiyor. ‘Müge Tuhafiye ve Örgü Evi’ işte böyle başlıyor. Önce evde sonra bir işyerinde tam 18 yıl örgücülük yapıyor. “Sokağa çıktığımda her dört kişiden üçü benim ördüklerimi giyiyordu” diye gülüyor anlatırken. Sonra devir değişiyor. Örgü modası geçiyor ve herkes hazır giyim giymeye başlayınca Nuran Hanım yeni bir girişim arayışına giriyor. Kars Kazevi işte o arayış sonucu kuruluyor. Bugün senede 5 bin kaz sunan bir mekân. Başlarda kadınları çalıştırmak istemiş ama bulamamış. Sonra çalışan kadınların sayısı hızla artmış. Artık eşi ve birkaç erkek dışında restoranın mutfağından kasasına her işini kadınlar yapıyor.
GÜÇLÜ KADINLAR DİYARI
Her gittiğimde bir çayını içtiğim Nuran Abla’yı bu sefer gelecek hayallerinde kaybolmuş buldum. Büyük planları var. Ne olduğunu söylemiyor. Kazevi’nin şubelerini açmak falan değil aklından geçen. Ama her ne yaparsa yapsın Nuran Abla bir şeyi başardı. Restorana gelen herkese sadece güzel bir yemek sunmuyor aynı zamanda onlara güçlü, ayakları üstünde gururla duran bağımsız bir kadın portresi sunuyor. Kars’a da bu yakışırdı zaten. Çünkü bizim buralar güçlü kadınlar diyarıdır...
MUCİZE DEĞİL VİZYON MESELESİ!
BİR okul düşünün. Bir avuç öğrencisi arasından TEOG birincisi çıkarıyor. İzmir Senfoni Orkestrası ile müzik, Finlandiya Üniversitesi Bilim Merkezi ile bilimsel çalışmalar yapıyor. Pantomim sanatçıları, ressamlar, şairler okulun koridorlarında dolaşıyor. Hayır, bir özel okuldan söz etmiyorum. Babamın göreve başladığı bir köy okulu burası. Ardahan’ın Göle ilçesine bağlı Çayırbaşı Şehit Er Kemal İzci İlk ve Ortaokulu’nu herkes tanımalı. Oradaki genç müdürü ve o müdürün etrafında aynı vizyona odaklanmış genç öğretmenleri herkes tanımalı.
Bir okulu anlamak için ilk bakmanız gereken faktör o okulun iklimidir. Okula girince soluduğunuz hava, öğrencilerin yüzündeki ifade veya duvarlardaki görsellerde bulabilirsiniz okul iklimini. Çayırbaşı’ndaki okula adım attığınızda bambaşka bir yerde olduğunuzu anlıyorsunuz. Bir kere çocukların yüzü gülüyor. Hepsi gözünüzün içine bakarak selam veriyor, hatırınızı soruyor. Öyle filmlerdeki utangaç köylü çocuğu yok. Zil çalınca herkes sınıfa girip bir kitap açıyor. Ve klasik müzik eşliğinde okuma saati başlıyor. Sınıflarda öğretmen yok ama çıt çıkmıyor. Sözün özü bu okul pozitif bir iklim yaratmış.
BAHANE ÜRETMEYEN OKUL!
Peki nedir okul iklimini belirleyen derseniz ilk söyleyeceğim şey okul müdürüdür. Vizyonu olan bir müdür okulun kaderini değiştirebilir. Çayırbaşı’ndaki okulun genç müdürü Tamer Yıldırım işte o hayatı bulduğu gibi bırakmayan müdürlerden. Bana söyledikleri her şeyi açıklıyor: Bahane üretmek yok bizde... Bizim bir ‘derdimiz’ var ve bir ‘hikâye’ yazmak istiyoruz. Yaklaşık 5 yıldır temel fiziki şartlardan fikri dönüşüme kadar ciddi bir mücadele içindeyiz. Akademik başarı bizim için önemli mi? Evet... Son 3 yıldır TEOG ortalamalarında ders bazında Türkiye ortalamalarının çok çok üzerine çıktık. Geçen yıl 120 soruda 120, 119, 117, 116 yapan öğrencilerimiz oldu. Okulumuzdan mezun olan bir öğrencimiz Amerika’da eğitim hakkı kazandı. Ancak bizim için akademik başarının yanında asıl önemli olan hayalleri ve umutları olan çocuklar yetiştirmek...
İZMİR SENFONİ KÖYDE!
Okulun en sevdiğim tarafı sanatla bilime aynı anda çok önem veriyor olması. İzmir Senfoni Orkestrası’nın klasik müzik konseri köy için de okul için de adeta bir rüyaydı. Düşünsenize köyde Mozart, Vivaldi sesleri bin bir emekle ortaya çıkan Çayırbaşı Kültür Merkezi’nde (ÇKM) yankılanmış. Bu konserden sonra viyolonsel, keman çalma hayalleri kuran öğrenciler çıkmış. Pantomim sadece ilgi duyanların bildiği bir şeyken okulumuza misafir olan pantomim sanatçısı İlker Kılıçer’i izleyen çocuklarımız kendi yazdıkları pantomim oyununu sergilemiş ve bu oyunları ile Finlandiya Üniversitesi Bilim Merkezi’nin hazırladığı projeye katılımcı olmuşlar.
KAPANAN KÖY OKULLARI...
İnsanın böyle zamanlarda umuda ihtiyacı var. Bugün köy okulları bir bir kapanıyor, taşımalı sistemle körpe çocuklar sabahın köründe okumak için evden çıkıp uzak köylere gidiyor. Hem köyleri yoksullaştıran hem de çocukları perişan eden bir sistem. Oysa her birinde ayrı bir başarı hikâyesi yazmak mümkün. Şart! O nedenle Tamer Hoca bildiği her şeyi diğer genç meslektaşlarına aktarıyor.
Okulu ziyaret ettiğimde duvardaki bir fotoğrafı sordum. Geçen sene çekilmiş bu fotoğrafta öğretmen ve müdür var. Ama gelin görün ki o fotoğraf karesindeki öğretmenlerin yarısı tayin isteyip gitmiş. Yerlerine gelenlerin yarısı daha ilk yılında. Gelecek sene burada olmayacak çoğu. Bu kadar hızlı sirkülasyon normal koşullarda bir okulu mahveder, zira okulda süreklilik esastır. O nedenle Tamer Hoca’nın başarısı gerçekten sıra dışı bir başarı. Öyle bir sistem kurmuş ki her gelen genç öğretmen kolayca dahil oluyor, hikâye kaldığı yerden devam ediyor. Bizim her yerde Tamer Hoca gibi vizyon sahibi, derdi olan okul yöneticileri bulup onları yücelten mekanizmalar yaratmamız gerekiyor.
Paylaş