Paylaş
“Bizde herkes istediğini söyleyebiliyordu.” “Herkes canının istediği takımı tutabiliyordu.”
Ayrıca yargı ile yürütmenin bütünlüğü; birlik beraberliğimizi bozmak isteyen dış güçleri hüsrana uğratacak kadar kaviydi.
Bu saatten sonra yedi düvel üzerlerine gelse, onları birbirinden ayıramazdı.
* * *
O kadar içten, o kadar inanarak yapılan bir demokrasi tarifiydi ki “Batılı” diye tanımladığımız elin adamına “Keşke ben de Türk olsaydım da Türkiye’de yaşasaydım” dedirtiyordu.
İşin birinciye gelen “püf noktası” samimiyet, demokrasiyi istiyorsan samimi olacaksın. İkinci “püf noktası” ise kendin olacaksın.
Yani olayı milli temellere dayandıracaksın.
ANNE MUTFAĞI HEP İYİDİR
Dışarıdan kopya edilen “demokrasiler” Michelin yıldızlı şeflerin kerameti kendiliğinden menkul, garip soslu yemeklerine benzer.
Anlamadan yersin, diline gelen tatları tarif edemezsin. Artan cafcaflı yemekleri nasıl saklayacağını bilemezsin.
Sen istediğin kadar Batı mutfağının Üç Michelin Yıldızlı aşçıların mönülerini ezberle.
“Krema soslu cordon bleu” nam yemeğin en iyisini dünyanın neresinde yaparlar diye kafa yor.
Yolun sonuna gelindiğinde, cenazene helva gönderirler.
Oysa “kendin” oldun mu yani demokrasine kendinden bir şeyler kattın mı olay “anne tarifine” dönüşür.
O zaman demokrasi de Tadından Yenmez Bursa Şeftalisi gibi damaklarda iz bırakır.
Başbakanımıza, Cumhurbaşkanımıza yürekten katılıyorum.
Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu coğrafyada “Kuvvetler birliği demokrasisini” önemsiyorum.
* * *
Olayın köşe yazarları makulesi için tek yorucu tarafı var. O da yazacağın konunun seçimi.
Bu iş öyle bir hassasiyet gerektiriyor ki hem “Kuvvetler birliği demokrasisine” zarar vermeyeceksin hem de okur köşeni okurken sıkılmayacak, güvercin taklası oynuyormuş gibi keyfe gelecek.
İşte tam burada haksız rekabet oluşuyor.
“Demokrasiyi incitmemek” için özel hassasiyet gösteren arkadaşlar siyaset dışı konulara saldırıyorlar.
HEP BEN GEÇ KALIYORUM
Misal, Ertuğrul Özkök Bey. Haftaya Kötü Kedi Şerafettin’den girip, ilk Türk animasyon filminin bünyeye faydalarını anlattı.
“İftarlık Gazoz” filmini araya sıkıştırıp, yerli sinemaya ayar verdikten sonra pop müziğine geçti.
Demet Akalın Hanımefendi’nin evde gizlice namaz kılıp, bunu sosyal medyada niye paylaşmadığına dair tartışma açtı.
Apple Müzik’in ülkemizde hizmete girdiğinin müjdesini dahi ondan duyduk.
Bir haftalık köşe münderecatına yirmi-otuz konu sığdırabiliyor, çünkü köşesinin ucu bucağı yok.
Elinin altına tapu tahsisli hazine arazisini koymuşlar. “Al bunu üzerine fikirlerini yaz” demişler.
Siyaset dışı ne varsa yalayıp yutuyor.
Bizim köşe onunkinin yanında “zeybek donu” gibi kaldığından, fikrimizin üç-dört satırı zor sığıyor.
Gerçi bizimki “safi fikir” olduğundan daha “organik” oluyor ama özgün konu bulacağım diye göbek çatlatıyorsun.
Siyaset dışı haber konularının yüzde 60’ını tek başına Ertuğrul Bey işlerken, geriye kalanını da iç piyasa kapışıyor.
Hesap ettim, yazı konusu olarak yerli malzemeden benim payıma düşeni yüzde 2’den az.
* * *
Hem köşeleri büyük hem de parçalı yazıyorlar. Bir seferinde üç-beş konu birden işliyorlar.
Ona işliyorlar da denmez ya! Bir konuyu ele alıp üzerine şarkı sözü kadar laf döktürüyorlar.
Sonra o lafları ayrı bir kutuya yerleştiriyorlar. Şekil olarak tamam olmasına tamam da üç satırla beş satırla işledikleri konu mundar oluyor.
O parçalardan birini seçip, üzerine risale döktürsek “Selahattin Bey fikri filancadan çalmış” diyecekler.
Demokrasi güzel bir rejim, hele bize özgü olanı daha da güzel, ancak köşe yazarlarını uğraştıran muzip bir tarafı var.
Bu kadarcık zorluğu da olsun canım.
“Sirkeyi, sarımsağı sayan paça yiyemez” demişler.
Paylaş