Paylaş
Yazıişlerinin fedakâr elemanları, kar işareti alır almaz tek tek “köşe yazarı makulesini” aramaya başlarlar.
“Kar var, erken dönüyoruz. Yazıyı biraz daha erkene alabilir miyiz?”
“Hay Allah! Fikirlerim daha tam olgunlaşmamıştı ama..”
* * *
Köşe yazarlarımız dünyanın merkezinde durduklarına inandığından “yazıları konusunda” çok hassastırlar.
Bu yüzdendir ki köşe yazarı milletinin “yazısı üzerine” laf söylemek çok riskli iştir. Söylediniz mi onun hassasiyeti ile çatışırsınız.
Köşe yazarında sözünü ettiğimiz hassasiyetten başka, genetik olarak babadan oğula devredilen “Sivas Kangal sendromu” vardır.
Sivas Kangal cinsi köpeğin “yediği yala” yan gözle bakmayacaksın. Sivas Kangal karnını doyururken kimseyle göz göze gelmek istemez. Biri yemeği ile ilgilendiğinde sinirlenir.
SAKIN LAF ETME
Yazar kısmı da böyledir. Makalesine son noktayı koymadan o yazı ile ilgilenmeyeceksin. Niye geciktin, niye öyle, niye böyle diye sormayacaksın. Hırçınlaşır! Şarlar!
Ben yazarlığı çok olgunlaşmış bir köşeci olduğumdan bu tür tepkiler vermem. “Yazı hassasiyeti” söz konusu olduğunda Sivas Kangal sendromu yaşamam. Daha çok “Kesim zamanı gecikmiş yaşlı sığır” tepkisi veririm.
Talimatı aldığımda kafa sallarım ama uygulamaya geçmeden önce etrafa bir süre boş boş bakarım. Nitekim yazı işlerinden “Kar yağıyor, üşüyor musun?” mesajı aldığım zaman uysalca başımı salladım.
Telefonun öbür yakasındakiler bunu görmedi.
Aslında karın yağmasını özlemişim. Yazının başına o coşkuyla oturdum. Bir gözüm pencereden görünen beyazlaşmış bahçede. Bir gözüm önümdeki gazetede.
Aklımda Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir zamanlar ev kadınlarının dilinden düşmeyen meşhur şiirinden mısralar.
“Karı severim karı... / Donsuz karı...”
Tam o sırada gözüm masada duran gazeteye, gazetedeki “Tweet yüzünden gözaltına alınan Hollandalı gazeteci haberine” ilişmesin mi? Altına da nispet yapar gibi “Uzun boylu sevgi insanının” demecini koymuşlar:
“İddia ediyorum. Avrupa’nın en özgür basını bizdedir.”
* * *
Şimdi bizi tanımayan ve bu iki haberi başka bir ağızdan öğrenen yabancı doğal olarak önce en yetkilimizin lafına bakar.
Sonra tutuklama icraatına. Nihayetinde “Hollandalı gazeteci Türk hükümetini zor duruma düşürmek için kendini bilerek tutuklatmış olmalı” diye düşünür.
Belki de komik bulur. Biz doğrudan fıkranın içinde yaşadığımızdan, bu hallere gülmüyoruz. Yaşlanmış bizon tepkisi veriyoruz.
HÂLÂ UMUDUMUZ VAR
Sibirya’nın köylerinden birinde cenaze kalkıyormuş. Köylüler mezarlığa taşıdıkları tabutu dere kenarında devirmişler.
İçindeki ceset yuvarlanıp suya düşmüş, akıntı ile nehirde dinamitle balık avlayanların yanına sürüklenmiş.
Ölü balıkları toplarken cesedi gören balıkçılar “Acaba adamı biz mi öldürdük?” diye telaşlanmışlar. Cesedi askeri kışlanın yanında, tellerin dibine bırakmışlar.
Nöbetçi asker, cesedi içeri sızmaya çalışan biri sanıp makineli tüfek ateşine tutmuş. Derken bir ambulans gelip cesedi morga götürmek üzere almış.
Doktorlar delik deşik cesede otopsi yapmışlar. Altı saat süren otopsiden sonra dışarı çıkan doktor, merakla bekleşen gazetecilere bilgi vermiş: “Çok zor oldu ama galiba yaşayacak.”
* * *
Demokrasi hastanesinin otopsi masasında uzanmış yatan “basın özgürlüğümüzün” başına gelen de aşağı yukarı budur. Cesede dönmüş bu bünyenin “Vel basü badel mevt” yaşayacağından umutluyuz.
Neden mi? Çünkü “Her şey başladığı yerde biter. Ebe ilk tokadı nereye atıyorsa, imam pamuğu oraya tıkar” diyen yılgınlardan değiliz.
Umutlanmaya devam edeceğiz.
Paylaş