Paylaş
Tek tek isimlerini vererek anlattı. Biri ABD’nin güneyinde Florida eyaletinde Miami’ye yerleşmişti; ikincisi Chicago’ya... Üçüncü arkadaşı, bir yolunu bulup Nebraska eyaletine gitmişti. “Nebraska’nın Amerika’da nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok abi...” dedi. Ben de “Amerika’nın iç taraflarında bir yer” diye karşılık verdim.
Yaşı henüz otuzlarında olan eğitimli bu gençleri ülkelerini terk ederek, elde bavul Amerika’ya gidip yeni bir hayata başlamaya iten nedir ki?
Bu genç arkadaşımdan duyduğum göç hikâyelerinin benzerlerine çok sık kulak misafiri oluyorum son zamanlarda. Satın almak üzere ev bakmak için İspanya’ya, Yunanistan’a seyahat edenlerin sayısında ciddi bir artış var.
*
Önceki gün BBC’nin web sitesinde karşıma çıkan bir haber bu sohbetin tam üstüne geldi. “Türkiye’nin beyin göçü” başlığını taşıyan haberin içine gömülü fotoğraf, bir odada kitapların yerleştirilmiş olduğu bir sürü kutunun başında duran sakallı uzun saçlı bir adamı gösteriyordu.
O adam bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir entelektüel olan Bilgi Üniversitesi’nin hocalarından Bülent Somay’dı.
Brüksel’deki bir üniversitede ders vermek üzere Türkiye’den ayrılmakta olan Bülent Somay’ın öyküsü haberin girizgâhıydı. Haber, yalnızca Türkiye’den ayrılan akademisyenleri konu almıyor, ülkenin laik kesiminden çok daha geniş bir beyin göçünün sürmekte olduğunu anlatıyordu.
BBC haberinin en çarpıcı tarafı Türkiye’yi terk etmekte olan Yahudilerle ilgili bölümdü. İspanya ve Portekiz bundan beş yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmek zorunda kalan Yahudilere vatandaşlık hakkı tanıdıkları için, toplam 4 bin 500’den fazla Türkiyeli Yahudi bu iki ülkeye vatandaşlık başvurusunda bulunmuştu.
BBC muhabiri, ailesinin tümünü İspanya’ya götürmeye hazırlanan bir Yahudi vatandaşımızla da konuşmuş. “Gidiyor olmak kalbimi kıran bir şey ama burada artık nefes alamıyorum...” diye konuşuyor bu vatandaş ve ekliyor: “Düşüncelerim istenmiyor, hayatımı yaşamak istediğim tarz istenmiyor... Müslüman, Sünni ve hükümet yanlısı olmanız gerekiyor...”
Ayrıca, bir soru üzerine Yahudi olmasının kendisini hedef yaptığı hissiyle yaşadığını söylüyor Türkiye’de.
*
Yahudi vatandaşlarımızda ülkeyi terk etme eğiliminin bu şekilde güçlendiğini okuyunca İspanya’da engizisyondan kaçan Yahudilerin Türkiye’ye göç etmelerinin 500. yıldönümü dolayısıyla 1990’lı yılların başlarında yapılan ve uluslararası bir nitelik kazandırılmaya çalışılan etkinlikleri hatırladım.
Bu amaçla 500. Yıl Vakfı adıyla bir vakıf da kuruldu. Türkiye, bu vesileyle bütün dünyaya tarih boyunca ne kadar hoşgörülü bir ülke olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun engizisyondan kaçan Yahudilere İkinci Bayezid ile başlayarak nasıl kucak açtığını anlattı.
Aslında bugün de resmi söyleme bakarsanız Türkiye Yahudiler için hâlâ bir hoşgörü ülkesidir ve mesela Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha geçenlerde 7 Aralık’ta Yahudilerin “Hanuka Bayramı” nedeniyle bir mesaj yayımlayarak “Bizler toplumsal, kültürel, siyasal ve beşeri yapımızdaki çeşitlilikleri zenginlik olarak algılayan, din ve inanç özgürlüğüne saygıyı esas alan köklü bir medeniyetin mensuplarıyız” demiştir.
Web sitelerine konan bu mesajlarla Yahudi vatandaşlarımızın Türkiye’den ayrılma eğilimleri arasında bir çelişki yok mu?
Osmanlı’nın kapılarını açtığı bir göç sürecinin beş asır sonra tersine doğru işlemeye başlamasının tarih içindeki anlamı nedir?
*
Geride bırakmakta olduğumuz yılın son yazısı bakın beni hangi düşüncelerle, hangi sorularla baş başa bıraktı?
Eskiden bu tür yazılar, yeni bir yıla adım atmanın heyecanını konu alırdı. Yeni yılın iyi şeyler getireceği konusunda hissedilen sahici bir iyimserliği yansıtırdı bu yazılar.
Ülkemden dışarı gidenlerin öykülerini konu alan bir yazıyla yeni yıla adım atmaya hazırlanacağım aklımın ucundan geçmezdi o zamanlar.
Yazıyı bitirirken şu soru kafamda asılı duruyor: Sahi, İkinci Bayezid bugün yaşasaydı bu tabloya ne derdi acaba?
Paylaş