Paylaş
Gerek ABD’de, gerek Avrupa’da, muhtelif düşünce kuruluşları tarafından düzenlenen ve doğrudan Türkiye’deki basın özgürlüğüyle ilgili sorunları konu alan panel ve konferans gibi organizasyonların ve ayrıca bu konuda yayımlanan raporların sayısında ciddi bir artış var. Keza uluslararası medyadaki yazılarda...
Uluslararası basındaki bu olumsuz yönelişi teyit eden son çarpıcı örnek, Batı dünyasının prestijli dergilerinden The Economist’te dün bu konuda çıkan “Türkiye’de basın o kadar da özgür değil, hükümet özgür medyayı korkutmak için farklı yöntemler kullanıyor” başlıklı yazı. Sonuçta Türkiye, AK Parti hükümetinin “ileri demokrasi” söylemini tekrarladığı bir dönemde, The Economist’in dün yazdığı gibi köşe yazarlarının “itlaf edildikleri” bir ülke görüntüsünü kazanıyor dünyanın gözünde.
* * *
Bu “itlaf” meselesi üzerinde The Economist’in ne yazdığı aslında o kadar da önemli değil. Konu, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği basın toplantılarında süreklilik arz eden bir gündem maddesi haline geliyorsa ve Cumhurbaşkanı bu durumu “Çok büyük bir ayıp” olarak nitelendirip, medya patronlarına “varsa empozelere karşı sıkı durmalarını” vaaz ediyorsa, ortada bir sorunun bulunduğu teslim edilmelidir.
İlginçtir ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son Baltık gezisindeki açıklamaları Türk basınında köşe yazarlarının işlerinden olması sorununun gölgesi altında geçti. Bu açıdan gezinin açılışına Letonya’da Hasan Cemal’in Milliyet’ten ayrılması, kapanışına da Litvanya’da bu
kez Amberin Zaman’ın Habertürk’teki köşesine son verilmesi olayları damgasını vurdu.
Gül, önceki gün Vilnius’ta düzenlediği basın toplantısında, “Benim bu konulardaki fikirlerimi biliyorsunuz. Basın özgürlüğü bir ülkenin en önemli ve en çok övüneceği unsurlarından birisidir. Bu konularda fikirlerimi her zaman açıkça paylaşmışımdır” diye konuştu, Zaman ile ilgili tasarrufu haber aldığında.
“Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’de basın özgürlüğünün içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirdiği” sorulduğunda da şöyle dedi Gül:
“Açıkçası, bir ülkenin basın özgürlüğünde tabii önce kurallar gelir. Ondan sonra uygulamalar söz konusudur. Basın özgürlüğü deyince sadece işin kurallarına değil, bir de basının sahipleri, basın organlarının başındakiler, yazarlar, çizerler hepsi de doğrusu bir bütün olarak ben bu işlere bakarım. Neticede bir ülkenin basını ne kadar ilkeli, özgürse, aynı şekilde onlar da hesap verebilir bir şekilde kendilerine yapılabilen tenkitleri de kabul edebiliyor bir şey içinde ise o ülke için o kadar çok değer ifade eder.”
* * *
Aslında bu sözleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Gül’ün öncelikle diplomatik bir ifadeyle basın özgürlüğü açısından ortada “çok övünülecek bir durum olmadığı” mesajını verdiği söylenebilir.
Gül’ün basın patronlarına, yöneticilerine yaptığı atıfların yanı sıra “basının ilkeli olması gerektiği” hususundaki vurgusu da dikkat çekicidir. Ayrıca basının da kendisine dönük eleştiriler karşısında “hesap verebilir” olması gerektiğini söylüyor Cumhurbaşkanı.
Sonuçta Gül’ün bakışında, Türk basını ilkeli, özgür ve hesap verebilir olduğu ölçüde ülke için bir değer ifade edecek, bu ölçütlerden uzaklaşıldığı ölçüde bu değer aşınacaktır.
Aslında Gül’ün bu çıkışı, 1 Ekim 2012 tarihinde TBMM’yi açış konuşmasındaki şu sözleriyle de tutarlılık gösteriyor:
“Bir ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri, o ülkeye itibar kazandırır. Aynı şekilde, gazeteciler, haberciler ve bir bütün olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır. Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması yüzünden hapse düşmemelidir”.
Cumhurbaşkanı’nın önümüzdeki ekim ayında bir sonraki TBMM’yi açış konuşmasında “Hapse düşmemelidir” ifadesinden sonra galiba bir de “Köşesinden olmamalıdır” eklemesini
yapması gerekiyor.
Paylaş