Uğur Mumcu’nun katledilmesinin otuzuncu yıldönümünde...

BUNDAN tam otuz yıl önce bugün saat 13.26’da Gaziosmanpaşa’da Karlı Sokak’ta Uğur Mumcu’nun arabasının kontağını çevirmesiyle birlikte meydana gelen büyük bir patlamanın sesi Ankara’nın her bir tarafına yayıldı.

Haberin Devamı

Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli gazetecilerinden biri olan Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu patlamada hayatını kaybederken, bu patlamanın yarattığı gölge Türkiye’nin üzerine çöktü. Aradan otuz yıl geçtiği halde o gölge kalkmış değil.

Ve geçen süre zarfında bu patlamayla ilgili olarak beliren sorular, ne yazık ki bugün bu terör saldırısı hakkında bildiklerimizden daha çok.

***

Uğur Mumcu bu suikasta kurban gittiğinde 51 yaşındaydı. Bir köşe yazarı olarak soldaki duruşu ve laik Cumhuriyet’e bağlılığı konusundaki ödünsüz çizgisiyle temayüz etmişti. Köşe yazarlığının sınırları içinde kalmadı, aynı zamanda araştırmacı gazetecilik tarzının Türkiye’de yerleşmesi ve önemsenmesinde öncü bir rol oynadı.

Hayali ihracat gibi yolsuzluk olaylarından uyuşturucu ve silah kaçakçılığına, yasadışı bu yapıların silahlı terör örgütleriyle ve devlet içindeki kimi odaklarla ilişkilerine kadar uzanan geniş bir alanda, hepsi de belgelere dayanan sayısız çalışma bıraktı geride. Bu konuların yanı sıra tarikatların ticaret ve siyasetle ilişkileri yine Mumcu’nun uyarıcı bir üslupla ısrarla üzerinde çalıştığı alanlardan biriydi.

Haberin Devamı

Bilinen çalışmalarından biri, 1970’li yılların ortalarında MC hükümetinin başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hayali mobilya ihracatı üzerinden aldığı ihracat teşviklerini konu alan yolsuzluk dosyasıydı. Bunu tanınmış gazeteci Altan Öymen ile birlikte “Mobilya Dosyası” adı altında bir kitap haline getirdiler.

Çarpıcı bir başka çalışması “Rabıta” dosyasıydı. Bu dizisiyle 12 Eylül askeri rejim dönemini de içerecek bir zaman kesitinde Avrupa’daki Diyanet görevlilerinin maaşlarının, Suudi Arabistan’ın Rabıta örgütü tarafından ödendiğini ortaya çıkarttı.

Yeraltı dünyası ile devlet birimleri arasındaki ilişkilere dönük tespitlerine baktığımızda, aslında 1996 yılında meydana gelen Susurluk kazasında ortalığa saçılan yasadışı ilişki ağlarını büyük ölçüde önceden tarif ettiğini, çerçevesini çizdiğini söylemek hata olmaz.

Hukukçu olarak sahip olduğu kuvvetli donanım, sorgulayıcı gazeteciliği ve cesareti ile birleştiğinde Uğur Mumcu’nun tarzı ortaya çıkıyordu. Üretkenliği en önemli hasletlerinden biriydi. Araştırmaya dayalı çalışmaları, köşe yazılarını esas alan tematik kitapları, tiyatro uyarlamaları ve aldığı ödüller oldukça uzun bir liste tutuyor.

***

Haberin Devamı

Meslek hayatını büyük ölçüde karanlık ilişkileri gün ışığına çıkartmaya vakfeden bu büyük gazetecinin ölümü, aldığı bütün tehditlere rağmen neden etkili bir şekilde korunmadığı başta olmak üzere pek çok soru işaretiyle örtülüdür. Bu sorular daha ilk gün suikast mahallindeki delillerin devlet büyüklerinin geleceği gerekçesiyle süpürülmesiyle artarak devam etmiştir. Ve gariplikler bir türlü bitmemiştir.

Değerli meslektaşımız Gökçer Tahincioğlu’nun dün T-24’te yayımlanan ve bu cinayetin sonrasındaki soruşturma sürecini konu alan “30 soru yanıtta Uğur Mumcu dosyası” başlıklı kayda değer çalışması, değindiğimiz garipliklerin ibret verici bir dökümüdür.

Haberin Devamı

Tahincioğlu, “Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 30 yıl geçti: Davalardan kimse tatmin olmadı, sorular hâlâ yanıtsız, firari bombacı hâlâ kayıp” diye özetliyor tam üç on yılı kaplayan zaman zarfında gelinen noktayı.

Atılan her adım yeni soru işaretlerini beraberinde getirmiştir. Örneğin, TBMM’de 1997 yılında bu suikastın gerisindeki gerçekleri ortaya çıkarmak amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmuş, ancak bu komisyonun önerilerinin hiçbiri hayata geçirilmemiştir. Buna, cinayetin öncesi ve sonrasındaki süreçlerde kusuru görülen devlet görevlileri hakkında inceleme ve soruşturma yapılması yolundaki öneriler de dahildir.

Bu arada, Danıştay’ın da ilgili mahkeme kararını onayarak, 1999 yılında kendisini korumadığı için devletin ağır hizmet kusurunun bulunduğuna hükmedip ve Mumcu’nun ailesine tazminat ödenmesine hükmettiğini de kayda geçmemiz gerekiyor.

***

Haberin Devamı

Soruşturmaya gelirsek, ilk ciddi hareketlenme ancak yedi yıl sonra ortaya çıkmıştır. Gelgelelim 2000 yılındaki tutuklamalarla ivme kazanan soruşturma sürecinde yaşananlar daha çok kafa karışıklığına yol açmıştır. Burada önce saldırının failleri olarak kamuoyuna duyurulan, hatta tatbikat yaptırılan iki kişinin asıl şüpheliler olmadıklarının sonradan anlaşılması işin başından itibaren soruşturmaya ihtiyatla bakılmasına neden olmuştur.

Bu soruşturma daha sonra  genişletilmiş ve Prof. Bahriye Üçok, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın hayatlarını kaybettikleri cinayetlerin de dahil olduğu 18 sanıklı “Tevhit-Selam/Kudüs Ordusu” davasına dönüşmüştür. Bu dosyada bazı sanıkların İran bağlantıları da gündeme gelmiştir.

Haberin Devamı

Birinci derece mahkemede görülen dava ardından Yargıtay, Anayasa Mahkemesi aşamalarında bozma ve ihlal gibi kararlara da sahne olmuş, yeniden yargılama yapılmış ve bütün dosya sonuçta karmakarışık bir hukuki bilmeceye dönüşmüştür. “Tevhit-Selam” örgütü davası hâlâ devam etmektedir.

Tahincioğlu’nun tespitlerine göre, ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılan üçü dışındaki sanıkların hepsi bugün serbesttir. Ayrıca, bütün bu olaylarda kilit isimlerden biri olduğu anlaşılan Oğuz Demir aradan 30 yıl geçmesine karşılık hâlâ bulunamamıştır.

Düşündürücü olan durum, bütün bu yargı süreçlerinden geçilmesine karşılık Türk kamuoyunun Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatıldığı, gerçeklerin gün ışığına çıktığı hususunda ikna olmamasıdır. Kamuoyunda başta Uğur Mumcu dosyası olmak üzere bu cinayetlerin büyük ölçüde hâlâ karanlıkta kaldığı kanaati son derece güçlüdür.

***

Uğur Mumcu ve onunla aynı kader çizgisini paylaşan Abdi İpekçi, Çetin Emeç ve Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteci ve yazarın uğradıkları suikastlar dizisi Türkiye’nin tarihinin karanlık bir kesitini gösteriyor. Bugün hepsinin fotoğrafları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Cağaloğlu’ndaki Basın Müzesi’nin bir salonunda “Öldürülen Gazeteciler Galerisi”nde asılıdır. Galeride tam 67 gazetecinin fotoğrafı yer alıyor.

Salt böyle bir galerinin varlığı bile Türkiye’de gazetecilerin, yazarların hayatlarıyla ödedikleri yüksek bedellerin sert bir gerçek olarak ifadesidir.

Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin 30’uncu yıldönümü, bu cinayetin aydınlatılmasında nereden gelip nereye gidildiği konusunda artık bir muhasebenin yapılması için bir vesile oluşturmalıdır.

Önümüzdeki dönemde Uğur Mumcu cinayeti ve sonrasındaki süreçleri de içerecek kapsamlı bir TBMM araştırmasının başlatılması, bu açıdan önemli bir başlangıç olabilir. Tabii Türkiye’nin üzerindeki bu gölgeleri kaldırmak istiyorsak...

Yazarın Tüm Yazıları