Paylaş
Birbiri ardına gelen açıklamalar, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den askerlerini çekeceği yolunda herkesi şaşırtan sürpriz kararından -vazgeçme olmamakla birlikte- uygulamada frene basıldığını gösteriyor.
Bunun nedenlerini tahlil edebilmek için en başta, Başkan Trump’ın 19 Aralık tarihindeki açıklamasının kendi başına aldığı bir karar olduğu, yönetim kademelerinde bir danışma sürecinden geçmeden, olgunlaştırılmadan duyurulduğu gerçeğini vurgulamamız gerekiyor.
Trump, ani hamlesiyle, İran’ın bu ülkedeki etkisi kırılmadan Suriye’den çıkılmamasını savunan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton başta olmak üzere yakın çalışma ekibini de açığa düşürmüştü. Karar, Savunma Bakanı James Mattis ve ABD’nin DEAŞ’la Mücadele Koordinatörü Brett McGurk’ün istifalarını da beraberinde getirmişti.
Bu strateji değişikliği üzerinde ABD’nin güvenlik kurumlarında bir konsensusun oluşmadığı aşikâr. Geriye doğru dönüp baktığımızda, açıklamanın hemen ardından Washington’un adım adım vites küçülttüğünü görebiliriz.
Yavaşlamanın ilk işareti aslında 23 Aralık günü Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan telefon konuşmasından sonra alınmıştı. Trump’ın bu konuşmayla ilgili attığı bir tweet mesajında, kararının uygulanacağını vurgulamakla birlikte, çekilmenin “yavaş ve yüksek bir koordinasyon içinde gerçekleştirileceğini” belirtmesi dikkat çekiciydi.
ABD basınına yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki, Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton 24 Aralık’ta, yani bu telefon konuşmasından bir gün sonra yazdığı ve kabine üyelerine gönderdiği bir memoda yönetimin ABD’nin Suriye siyasetinin temel hedeflerinin değişmediğini belirtmiş, bunlar arasında İran’ın kontrolü altındaki askeri güçlerin Suriye’den çıkarılmasını da saymıştır.
Ancak Trump’ın kararının yavaşlatılmasıyla ilgili en görünür işaret fişeği Suriye’den çekilme niyetine ilk günden itibaren itiraz eden ve Başkan’ın Kongre’deki en kuvvetli destekçilerinden biri olan Güney Carolina senatörü Lindsey Graham’dan gelmiştir. Graham, 30 Aralık Pazar günü Trump ile görüşmüş, kendisine kararıyla ilgili kaygılarını aktarmış ve ardından attığı bir tweet mesajında “Başkan Trump’tan öğrendiklerini” şöyle anlatmıştır:
“Başkan, Suriye’den çekilmenin şu hususları güvence altına alarak gerçekleşmesini sağlayacaktır: 1) DEAŞ kalıcı olarak ortadan kaldırılacaktır. 2) İran arka cepheyi doldurmayacaktır, 3) Kürt müttefiklerimiz korunacaktır.”
Kaldı ki, ABD Dışişleri Bakanı Michael Pompeo da 3 Ocak’ta çekilmeden söz ederken Ankara’yı kızdıran “Başkan, Türklerin Kürtleri katletmesini önlememizin önemini de vurguladı” şeklindeki demecini vermiştir.
Fakat çekilmenin koşullara bağlandığını duyuran en ileri açıklama önceki gün Bolton’dan İsrail’de gelmiştir. Bolton’ın altını çizdiği hususlar Graham’ın tweet mesajında vurguladığı Trump’ın güvence verdiği üç noktayla birebir örtüşmektedir.
Bolton’ın bu çıkışını Ankara’ya gelmeden hemen önce, Trump’ın adımından en çok rahatsızlık duyan aktörlerden biri olan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüştüğü Kudüs ziyareti sırasında yapmasının bir sembolizmi de var. Netanyahu’nun İran’ın Suriye’de nüfuz kazanmasına yol açacağı gerekçesiyle bu karara içerlediği biliniyor. İsrail’in bu çerçevede ABD Kongresi’ndeki Yahudi lobisini devreye soktuğunu tahmin etmek hiç de güç değil.
Anlaşıldığı kadarıyla, Washington’u durumu yeniden değerlendirmeye yönelten bir diğer faktör, Türkiye’nin DEAŞ’la mücadele için ABD’den karşılamasını istediği hava bombardımanı, lojistik destek gibi koşulların ‘aşırı’ bulunmasıdır. Wall Street Journal, ABD Savunma Bakanlığı’nda Türkiye’nin DEAŞ’la mücadelede oynayabileceği role bu nedenle şüpheci bir bakışın yerleşmekte olduğunu yazdı.
Bütün bu faktörler birleştiğinde, Amerikan sisteminin frene basarak, Başkan Trump’ı kamuoyu karşısında zor duruma sokmayacak ölçüler içinde bir orta yol formülü arayışına girdiğini söylemek mümkün.
Burada çizdiğimiz tablo dün Ankara’ya ayak basan John Bolton’ın Türk muhataplarıyla yapacağı müzakereleri daha da kritik bir görüntüye sokmaktadır.
Paylaş