Suriye politikasının muhasebesi

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Türkiye'nin Suriye karşısında yöneldiği ‘‘askeri baskı’’ politikasının, yaklaşık yirmi yıldır izlenen zikzaklarla dolu politikasızlığa bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenebilir.

Suriye, PKK'yı Türkiye'ye karşı bir koz olarak kullanmaya 1970'li yılların sonunda başladı. Abdullah Öcalan'ın Şam'a yerleşmesi 1979 yılına rastlıyor.

Türkiye'de 12 Eylül sonrasında işbaşına gelen askeri yönetim, Suriye karşısında ikna yöntemini denediyse de, bundan bir sonuç alamadı.

Turgut Özal'ın 1984 sonrasında izlediği politika ise ekonomik açılımlar yaparak, su konusunda ödünler vererek Suriye'yi geriletmeyi hedefliyordu.

Bu politikanın dönüm noktası, Özal'ın 1987 yılında Şam'a yaptığı ve Türkiye'nin ilişkilerde ilk kez güvenlik-su denklemini kurmayı kabul ettiği ziyarettir.

İmzalanan protokolle, Suriye'nin güvenlik alanında atacağı adımlar karşılığında, Türkiye de GAP tamamlanıncaya kadar bu ülkeye yılda -günlük ortalama- saniyede 500 metreküp su vermeyi taahhüt etmiştir. Bu ödün de sonuç getirmemiştir.

Özal sonrası dönemde önemli bir farklılık olmamıştır. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in 1993 yılı başında Şam'a yaptığı ziyarette, aynı denklem tekrarlanmış, bu kez yeni bir taahhüt yapılmıştır.

Demirel, Şam'ın güvenlik konusunda atacağı adımlar karşılığında, su sorununun 1993 yılı içinde iki ülke dışişleri bakanları arasında bir anlaşmayla çözüme kavuşturulmasını öngören bir protokole imzasını koymuştur.

Suriye, protokole dayanarak anlaşma için müzakereye başlamak istediyse de, Ankara bu taahhüdün gerisini getirmekten çekinmiş ve masaya oturmamıştır.

Ankara, bunun ardından su konusunu pazarlık konusu yapmayacağını bildirip, su-güvenlik denklemini geçersiz kılmış ve PKK desteğinin kesilmesini koşulsuz talep olarak masaya koymuştur.

Suriye, bu çizgiye PKK'ya desteğini güçlendirerek karşılık vermiştir. Bundan sonraki dönemde Türkiye'nin Suriye politikasında tam bir boşluk yaşanmıştır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in yeni bakan olduktan sonra yaptığı barışçı açılım da havada kalmıştır.

Özetlemek gerekirse, Ankara'nın 1980 sonrasındaki politikası, önce su kartını kullanıp sonra bundan vazgeçen, iniş-çıkışlı kararsız bir çizgiyi gösteriyor.

Bu dönemde, Türkiye-Suriye denkleminde inisiyatifi elinde tutan tarafın büyük ölçüde Hafız Esad olduğunu teslim etmeliyiz.

Ankara'nın politikasındaki en önemli eksiklik, Suriye'yi PKK'ya desteğinden vazgeçmeye zorlayacak caydırıcılık unsurunu içermemesiydi.

Türkiye, nasıl Yunanistan'ı Ege'de karasularını 12 mile çıkarma hevesinden ‘‘bunu savaş nedeni sayarım’’ politikası ile caydırıyorsa, Suriye karşısında da benzer bir caydırıcılığa sahip olmak zorundaydı.

Ayrıca Suriye'deki rejimin diplomasiden, iyi niyetten anlamadığı, ancak ‘‘güç’’ karşısında hareket eden bir yapıda olduğu dikkate alınırsa, bu politikanın gerekliliği daha iyi anlaşılır.

Yeni politika, bu caydırıcılığı sağlayacak askeri boyutu da taşımaktadır. Bu haliyle Türkiye-Suriye ilişkilerinde diplomasinin kapısı ilk kez gerçek anlamda şimdi aralanmaktadır.

DÜZELTME: Pazar günkü yazımızın taşra baskılarında Kuran-ı Kerim'in Asr suresi, yanlışlıkla Asah suresi olarak çıkmıştır. Düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz.



Yazarın Tüm Yazıları