SURİYE ’deki Baas rejiminin geleceği, bugün Türkiye’nin dış politika alanındaki en önemli, en hassas ve en zorlu sorusudur.
Yaklaşık 900 kilometreye yaklaşan en uzun kara sınırına sahip olduğunuz komşunuz bir yangın yerine dönerken, gelişmeleri tribünden bakar gibi izlemek lüksünüz yoktur. İKİ KOMŞU BİRBİRİNE HASIM OLUNCA Sorunun temelinde, kendi içindeki muhalefeti acımasız askeri yöntemlerle bastırmaya yönelen otoriter Baas rejiminin, artan iç huzursuzluk ve yükselen dış baskıların oluşturduğu kuşatma içinde ciddi bir sarsıntının içine girmesi yatıyor. Beşar Esad rejiminin bu sıkıntıları barışçı yöntemlerle ve en az zararla atlatabileceği eşik çoktan geçilmiştir. Rejimin daha ne kadar ayakta kalacağı, Ortadoğu’nun bütün dengelerini de hayati bir şekilde ilgilendiren büyük bir soru işaretidir. Ancak Suriye’yi, düzenli bir ordusu bile olmayan eski Kaddafi rejimiyle kıyaslayıp Libya’daki gibi kolay ve çabuk bir “mutlu son” yaşanacağını düşünmek aşırı iyimserlik olur. Şam’daki rejim, kendi bekasını sağlamak için hiçbir sınır tanımayan siciliyle malul. Dolayısıyla pes etmemek için her yola başvuracaktır. Türkiye’nin Beşar Esad yönetimi ile ilişkileri onarılması mümkün olmayan bir rotaya girmiştir. Bugünkü yönetim Şam’da işbaşında kaldığı sürece, Türkiye ile ilişkilerde bir normalleşme beklemek hiç gerçekçi gözükmüyor. Türkiye, Esad’ın gözünde artık hasım bir ülkedir. Esad ise Ankara’daki Ak Parti hükümeti açısından bir an önce çökmesi temenni edilen, “gidici” gözüyle bakılan bir siyasi kimliktir. Bu haliyle Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinde, 1990’daki Körfez savaşından sonra Irak lideri Saddam Hüseyin ile ilişkilerde baş gösteren ölçüde bir kopmanın yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. SURİYELİ ALBAY SİLAH İSTİYOR Türkiye, şimdiden Suriye’ye dönük pek çok uluslararası yaptırıma katılacağını açıklamış bulunuyor. Ancak hükümetin attığı en önemli adımlardan biri Suriye muhalefetine tanıdığı hareket serbestisidir. Suriye’nin geleceğinde iddia taşıyan muhalif grupların hepsi Türkiye’de kendilerine emniyetli bir liman bulmuştur. Suriye’deki rejimden kaçan insanlar mülteci olarak Hatay’daki çadırkentlere sığınıyor. Ama burada asıl dikkat çekici olan, Suriye ordusundan ve bu ülkedeki muhtelif güvenlik örgütlerinden firar edip Türkiye’ye sığınan muhalifler ve aileleri için ayrı bir çadırkent tahsis edilmiş olmasıdır. Bu olgudan, Türk makamlarının bu gruptakilere özel bir ihtimam gösterdiğini anlaşılıyor. İlginç bir gelişme, Suriye ordusundan kaçıp Türkiye’ye sığınan Albay Riad al-Assad’ın Hürriyet Daily News gazetesinden İpek Yezdani’ye verdiği bir mülakatta açıkça askeri yardım talebini dile getirmiş olmasıdır. Hatay’da Türk makamlarının koruması altında yaşayan Albay Al Assad, Suriye ordusundan firar eden ve kendilerini “Özgür Suriye Ordusu” olarak tanımlayan askerlerin sayısının 10 bine vardığını ve Libya’da olduğu gibi kendilerine askeri yardım yapılması halinde rejimin kolaylıkla devrilebileceğini ileri sürüyor. Suriyeli albay, “Silah olmadan mücadelemiz çok daha güç olur. Uluslararası camia Libya’daki muhalefet gruplarına yardım etti ama 7 aydır biz hiçbir yardım alamadık” diye konuşuyor. YA TÜRKİYE’DEN DESTEK İSTENİRSE Suriye jeopolitiğinin farklılığı ve güçlüğü dikkate alındığında, Libya benzeri bir operasyonunun bu ülkede tekrarlanmasının siyasi ve askeri açıdan büyük mahzurları vardır. Dıştan askeri harekât olmadığı takdirde rejimin çöküşü ancak içten göreceği dirençle gerçekleşebilir. Bu noktada Batılı güçlerin Albay Al Assad’ın çağrıda bulunduğu şekilde muhalif unsurları el altından silahlandırma yoluna gitmesi muhtemeldir. Batı, bu yönde bir stratejiye yöneldiğinde, sınırdaş olmasının sağladığı avantajlar ve yetenekler nedeniyle Türkiye komşusundaki rejimin devrilmesinde operasyonel bir rol oynaması yönünde beklentilerle karşı karşıya gelebilir. Bu yönde talepler kuşkusuz Türkiye açısından son derece zor bazı tercihleri gündeme getirecektir. Türkiye’nin Suriye karşısındaki politikasını irdelemeye yarın da devam edelim ve bu kez izlenen politikadaki ayarın yerinde olup olmadığı sorusunu büyüteç altına yatıralım.