Son hadiselerden almamız gereken ders

Gelecekte Türkiye’nin siyasi tarihini bilimsel bir bakışla kaleme almaya çalışacak olan araştırmacılar, bugünlere de uzanacak şekilde yakın tarihimizdeki hadiseleri anlamaya ve izah etmeye çalışırken problemli bir alanla karşılaşacaklar.

Haberin Devamı

Bu alan, organize suç örgütleri ile devlet kurumlarının ve siyasetin kesişme noktalarını konu alıyor.

Muhtemeldir ki, yapılacak bir tespit, bu örgütlerin bazı önde gelen isimlerinin her seferinde özellikle siyaset kurumu ile ilişki tesis ederek kendilerine bir meşruiyet zemini devşirmeye çalıştıkları olacaktır. Ancak işin burada kalmadığı, yer yer siyasi süreçlere etki etmeye çalıştıkları, müdahil olabildikleri, hatta bazen ciddi sonuçlara da yol açtıkları bir olgu olarak teslim edilecektir.

Buradaki örtüşme alanlarının -siyasi konjonktüre ve ülkede hukuk düzeninin o andaki etkin işleyiş derecesine bağlı olarak- bazen genişlediği, bazen de daraldığı muhtelif vakalar üstünden anlatılabilecektir.

Ve sınırlı sayıda aktörün tekrarlayan bir döngü içinde sürekli sahnede boy göstermeye devam etmesi herhalde altı çizilecek temalardan biri olacaktır.

Haberin Devamı

TÜRKBANK SKANDALI

Bu başlık üzerinde düşünürken, görevim gereği gazeteci olarak siyaseti Ankara’da çok yakından izlemek durumunda olduğum 1990’lı yılların ikinci yarısındaki gelişmeleri hatırlamaktan kendimi alıkoyamadım.

Bu çerçevede yakın tarihimizde önemli bir kırılma, 1998 sonbaharı Türkiye’de siyaset üzerinde bir deprem etkisi yapan Türkbank dosyasıyla yaşandı. Bu skandala, devletin açtığı bir banka ihalesini kazanan Korkmaz Yiğit isimli bir işadamının, muhtelif suçlardan birçok kez hüküm giymiş olan organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ile temasının bulunduğunun ortaya çıkması yol açmıştı.

İkisi arasındaki irtibatı gösteren istihbaratın devlet birimlerine gelmiş olmasına rağmen, Yiğit’in bu ihaleye girip kazanabilmesinin neden olduğu sarsıntı, başbakanlığını Mesut Yılmaz’ın yaptığı koalisyon hükümetinin düşmesine kadar giden siyasi olayları tetiklemişti. Beliren siyasi istikrarsızlık ortamı 1999 yılının hemen başında DSP Lideri Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki azınlık hükümetinin kuruluşunu doğurmuş, ardından 18 Nisan 1999 tarihinde erken seçime gidilmiş ve sandıktan partisi birinci çıkan Ecevit yeni koalisyon hükümetinin de başbakanı olmuştu.

Haberin Devamı

Bütün bu siyasi sürecin tetikleyicisi, bir ucunda Çakıcı’nın yer aldığı Türkbank skandalıydı. Yine o dönemde birden ortalığa saçılan telefon kasetleri ve bunların tapeleri üzerinden gün ışığına çıkan ilişki ağları kamuoyunda büyük bir rahatsızlık yaratmış, “temiz toplum” arayışını güçlü bir talebe dönüştürmüştü. Bu dönemde Alaattin Çakıcı ile ANAP’lı Devlet Bakanı Eyüp Aşık arasındaki bir telefon konuşmasının basına yansıması da tepki dalgasına yol açmış, Aşık görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

ANA SORUN MESAFENİN KORUNAMAMASI

Şu paradoksa bakın ki, 1998’de hükümetin devrildiği bu dönem aslında aynı hükümetin organize suç örgütleriyle mücadele alanında devlet içinde çok ciddi bir organizasyona gittiği ve pekâlâ elle tutulur sonuçların da alındığı bir zaman kesitini gösteriyor. Peki birbirine tezat oluşturan bu iki yöneliş aynı anda nasıl cereyan edebiliyor?

Haberin Devamı

Bu, Türkiye’de işin püf noktasına inen sorulardan biridir ve bizi sistemin işleyişiyle ilgili çok yapısal bir meseleye de götürmektedir.

Meselenin temelindeki sorunlardan biri, hukuk düzenine meydan okuyan organize suç örgütleri ile onlarla mücadele etmek, onları ortadan kaldırmakla görevli olan kolluk kuvvetleri ve aynı zamanda onların çok uzağında durması gereken siyaset kurumu içindeki bazı aktörler arasındaki mesafenin sıkça korunamamasıdır. Böyle olunca muhtelif taleplerin de önü açılabilmektedir.

Tam bu noktada dikkatli olmamız gereken bir başlık var. Genellemeler üzerinden konuşmak, fikir yürütmek, aslında düzgün siyasetçilerin, kamu görevlilerinin, kamu yararını savunan sistemin “iyi” ve dürüst unsurlarına haksızlık etmek olur. Ancak “diğerleri”, sistemi deforme etmek ve sistemin bir bütün olarak bu şekilde algılanmasına yol açmak bakımından sıkça yeterli olabilmişlerdir.

Haberin Devamı

SUÇ ÖRGÜTLERİNE ÖZEL GÖREV VERİLİNCE

Bu noktada bir sorun daha var. Türkiye’de devletin güvenlik aygıtının geçmişte organize suç örgütleri içinden isimleri, hatta kanun kaçaklarını terörle mücadele gibi gerekçelerle taşeron olarak kullanması, bu şahıslara devletin şefkatine ve korumasına mazhar olmak gibi bir ayrıcalık tanımıştır.

Ve bazı durumlarda ortaya yayılan efsaneler sahada realize edilen işlerin üstüne çıkmış olsa da, genel kabul gören “anlatı” söz konusu aktörlerin rahat bir zeminde, hatta itibar görerek hareket edebilmelerini kolaylaştırmıştır.

Hatırlayalım, 1990’lı yılların ortalarında yaşadığımız Susurluk skandalı ve sonrasında ortalığa dökülen gerçekler, taşeron kullanımı da dahil bütün bu bağlantıları göstermek bakımından göz açıcı olmuştur.

Haberin Devamı

MEŞRU AKTÖR OLARAK KABUL GÖRMEK

Sonuçta bütün bu faktörler bir araya gelip birleştiğinde, aslında çatışması gereken taraflar arasındaki sınırlar iyice buharlaşıyor. Buradaki çok temel bir sorun da bir organize suça karışmış, kolluk tarafından yakalanıp yargılanmış, mahkûm olup cezasını çeken ya da özel düzenlemeler üzerinden yapılan infaz indirimlerinden yararlanıp toplum hayatına dönmüş olan bazı aktörlerin gördükleri muameleye ilişkindir.

Bu insanlar yargı kararlarıyla kesinleşmiş yüklü suç sicillerine rağmen, hiçbir şey olmamışçasına yeni bir beyaz sayfa açabilmekte, meşru aktörler olarak pek çok kesimde kabul görmektedirler.

Özellikle siyasetçilerin, eski devlet görevlilerinin verdikleri fotoğraflarla bahşettikleri meşruiyet bu insanların çevresinde hissedilir bir dokunulmazlık duvarı örmektedir. Çakıcı’nın bir süre önce Yalıkavak Marina’da Mehmet Ağar, Korkut Eken ve emekli Korgeneral Engin Alan ile göründüğü fotoğraf karesi bu bakımdan yakın zamanların en çarpıcı belgelerinden biridir.

Bazı durumlarda da bu aktörlerin siyasi etkinlikler düzenlemeleri ya da önde gelen siyasetçilerle tehditkâr polemiklere girmeleri hukuk devleti ve demokrasilerde yeri olan hareketler değildir.

Mesele siyaset kurumu ve devlet birimleriyle sınırlı değildir. Sorunun bir boyutu da toplumun belli kesimlerinde bu gibi şahsiyetlerle yakın olmanın, ahbaplık etmenin olağan kabul edilmesidir. Ülkenin magazin dünyası ve şarkıcılarına kadar uzanan bir kesimin Sedat Peker’le olan fotoğrafları bu çerçevede hemen akla geliyor. Bazı isimlerin kendisiyle aynı fotoğraf karesine girince yüzlerine yansıyan bahtiyarlık duygusu nasıl açıklanacaktır? Kutsama ve/ya da “Bir gün işim düşebilir” düşüncesi mi?

YENİ BİR KÜLTÜR GEREKİYOR

Final faslında öncelikle şu hususu vurgulayalım: Özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısında yaşanan tecrübelerden gerekli sonuçlar çıkartılmış olsaydı, muhtemelen bugün tanıklık ettiğimiz tabloyla karşılaşmıyor olacaktık. Unutmayalım, herkesin en iyi icra ettiği iş kendi asli uğraş alanıdır.

Bütün tanıklık ettiğimiz hadiselerden çıkartılması elzem olan çok kritik bir ders var. Bu ders bizi organize suç aktörleri ile mesafenin korunması meselesine ve bunun bir kültür olarak artık içselleştirilmesi ihtiyacına getiriyor. Bu konuda illa Anayasa’ya hüküm mü koymak gerekiyor?

Türkiye’nin gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti olabilmesi için bu gölgenin sistem üzerine hiçbir zaman düşmemesi ve hiçbir izinin kalmaması şart. Bunun için temel kural çok basit: Mesafe, mesafe, mesafe...

Yazarın Tüm Yazıları