Paylaş
Benzeri yoktu, çünkü siyasi yarışa katılanlar kayıtlılar ve kayıtsızlar olmak üzere iki ayrı kategori oluşturuyordu.
Bir tarafta seçim meydanlarında bir ilden öbürüne koşturup duran, sabah akşam kürsüden halka seslenen liderler, kapı kapı dolaşıp seçmenden oy isteyen belediye başkan adayları vardı. Hepsinin isimleri, parti amblemleri oy pusulalarında gözüküyordu.
Bir de Yüksek Seçim Kurulu’na kayıtlı olmayan aktörleri vardı bu sürecin. En önemli özellikleri görünmez olmalarıydı. Dolayısıyla kendileriyle el sıkışabilmemiz, onları kürsüden dinleyebilmemiz mümkün değildi. Ama tercihlerini biliyorduk.
Bu gruba da seçimin sanal aktörleri diyelim. Onlar, ellerinde bulundurdukları yasadışı yollardan dinlenmiş telefon kayıtlarını internet üzerinden kamuoyuna ileterek kendilerini gösterdiler; seçim kampanyasına bu yöntemle müdahil oldular. Tercihlerini bu yoldan etkili bir şekilde hissettirdiler.
***
Seçim dönemi geride kaldığına göre şimdi bu olaya soğukkanlı bir şekilde bakabiliriz.
Hiçbir şekilde ortaya yayılan bu tapelerin içeriğinin önemsiz olduğunu ileri sürüyor değilim. Üstelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bunların bazılarının sahiciliğini kabul etmiş bulunuyor. Bir bölümünü ise “montaj, dublaj” diyerek ya kabullenmekten uzak duruyor ya da kasetlerin üzerinde oynandığını söylemiş oluyor.
Kim ne derse desin, en önemli jüri, bu kayıtları dinlediğinde hangi sesin kime ait olduğunu ya da olmadığını çok iyi değerlendirebilecek ve vicdanında bir hüküm verecek olan kamuoyudur.
O tapelerin içinden gün ışığına çıkan gerçeklerin Türk halkının yöneticilerini daha yakından tanımasında, yolsuzluk sorununun boyutlarını daha gerçekçi bir şekilde kavramasında etkili olduğu inkâr edilemez.
Ayrıca, bu kayıtların mağduru olan siyasi kadroların bundan dört yıl önce görüntülü kasedi internete konulan ana muhalefet lideri için “Bu özel değil, bunlar genel, genel... Bu genel bir ahlaksızlıktır, böyle özel olur mu Allah aşkına” diyerek yasadışı kasetleri meşru bir siyaset yöntemi olarak akladıkları ve bu kapıyı açtıkları da bir vakadır. (Bu konudaki son iddialara hiç girmiyoruz.) Ancak onların geçmişteki ilkesizliği, bu yöntemin bugün kendilerine karşı kullanılmasını haklı göstermez. Suimisal, misal olmaz.
Sonuçta hangi karşı gerekçeler getirilirse getirilsin şu gerçek değişmiyor: 2014 yerel seçimi, yasadışı dinlemelerin bir siyasi mücadele yöntemi olarak yaygın ve sistematik bir şekilde kullanıldığı bir seçim hüviyetiyle geçecektir siyasi literatüre.
Özetle, madalyonun bir yüzünde karşımıza çıkan gerçeklerin çarpıcılığı, madalyonun diğer yüzünde anormal bir durumun bulunduğu olgusunu silmiyor.
***
Kabul edelim ki, seçim döneminde muhalefet partileri de hükümete yüklenmek için kampanyalarını önemli ölçüde bu tapeler üzerine inşa etmiştir.
İş o raddeye varmıştır ki, sonunda “25 Mart vakası” diye adlandırabileceğimiz bir hadise de yaşanmıştır. Toplumun geniş bir kesimi bir gün boyunca kilitlenmiş bir vaziyette güneş tutulmasını bekler gibi sanal âlemin içinden çıkıp zuhur edecek bir kasedi beklemiştir.
Bir ülkede siyasetin kimliği meçhul sanal bir aktörün kaset arşivine göre belirlenmesi, bütün hesapların gökyüzünden gelecek faili meçhul bir kasede göre yapılması olağan bir durum mudur?
İleride, diyelim bundan 30-40 yıl sonra bugünlerin tarihini inceleyecek olan bilim adamları 25 Mart 2014 tarihinde Türk toplumunun önemli bir kesimini kaplamış olan ruh halini ve beklenti havasını, daha doğrusu böyle bir hadisenin yaşanabilmiş olmasını nasıl değerlendirecektir?
Demokratik bir süreçte atılan her adımın şeffaf ve hesap verilebilir olması esastır; sandık başında oy pusulalarının herkesin göreceği şekilde açıkta sayılması gibi... Oysa sanal aktörler sahneye çıktığında meşru demokratik zeminin en temel ilkesi de çiğnenmiş oluyor.
***
Kaset siyasetinin hesaplanmayan bazı ters sonuçları olduğunu da görmeliyiz. Bunların başında hukuki çerçevede yürütülmüş olan 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının taşıdığı haklılığın perdelenmesi geliyor.
Uygulamaya konulan strateji, kamuoyunda dikkatlerin yasal dinleme kayıtları gibi somut delillerle belgelenmiş bu soruşturma dosyalarından uzaklaşmasına yol açtı. Ayrıca, bu yöntemin AK Parti tabanında önemli ölçüde ters teptiği de anlaşıldı.
Sonuçta 30 Mart 2014 seçiminin sonucu, siyasi partiler kadar bu yöntemi devreye sokmuş olan aktörler açısından da bir anlam ifade ediyor. Kuşkusuz, AK Parti’nin oylarında 2011 genel seçimine kıyasla beliren iki milyonun üzerindeki gerilemeyi görmezlikten gelemeyiz. Dolayısıyla, AK Parti’nin hiçbir hasar görmediğini söyleyebilmek zor. Ancak yine de seçimin sanal aktörlerinin Başbakan Erdoğan’a dönük hedefledikleri sarsıcı sonucu elde ettikleri söylenemez.
Paylaş