Paylaş
Bu yazıda dikkat çekilen sahadaki kaygı verici durum dün İdlib’de hareket halindeki Türk Silahlı Kuvvetleri konvoyuna düzenlenen hava saldırısıyla yeni bir eşiğe taşınmıştır.
*
Dünkü hadise İdlib’de bir Türk konvoyunun havadan saldırıya uğraması anlamında bir ilktir.
Esad rejiminin geçen mayıs ayında Rusya’nın açık desteğiyle İdlib’deki radikal gruplara dönük sistematik bir askeri harekâta başlamasından bu yana Türkiye’nin bu bölgedeki askeri üsleri birçok saldırıya hedef olmuştu. Ancak önceki saldırılar topçu ateşi şeklinde gerçekleşmişti. Örneğin, 27 Haziran tarihindeki saldırıda İdlib’in güney kırsalında Zaviye’de bulunan (10) numaralı gözlem noktası Suriye ordusunun topçu ateşiyle vurulmuş, bu saldırıda bir asker şehit olurken, üç asker de yaralanmıştı.
Esad rejiminin bu hareketleri Türk-Rus ilişkilerini her seferinde bir stres testine sokuyordu. Çünkü her olaydan sonra Türkiye, Rusya’dan müttefiki Suriye’yi sahada dizginlemesini talep ediyor, ancak bu girişimler sahadaki davranışları değiştirmiyordu. İstediği takdirde rejimi kolaylıkla etkileyebilecek bir nüfuza sahip olan Moskova’nın bunu yapmak yerine Şam’ın elini serbest bıraktığı anlaşılıyordu. Bu durum Ankara’da -S-400’lerin yarattığı sıcak iklimin gölgesi altında- açıkça dışa vurulmayan bir güven sorununa kaynaklık ediyordu.
Bu sorunun bir benzeri dün sahada çok tehlikeli bir eşikte tekrarlanmış bulunuyor.
Türk askeri konvoyunun Rusya’ya önceden bilgi verildiği halde vurulmuş olması durumu her bakımdan ciddi kılıyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın dünkü açıklamasının olayın sorumluluğunu Rusya’ya atfeden bir dille yazılmış olması dikkat çekicidir.
*
Aslında buradaki güven bunalımını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında 17 Eylül 2018 tarihinde imzalanan Soçi Mutabakatı’nın fiilen devre dışı kalmasının bir sonucu olarak görmemiz doğru olur.
Bu mutabakatın birinci maddesine göre, “Türkiye’nin gözlem noktaları tahkim edilerek faaliyetlerine devam edecektir”. Gözlem noktaları bugün saldırı altındadır.
Mutabakatın ikinci maddesine göre, Rusya, “İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılmasını sağlamak üzere gerekli bütün önlemleri alacaktır”. Bu maddede “İdlib’de mevcut statükonun korunacağı” da belirtiliyor.
Aynı mutabakatın üçüncü maddesine göre “İdlib’de 15-20 kilometrelik bir silahsızlandırılmış bölge” de oluşturulacaktı. Beşinci ve altıncı maddeler, “Bütün radikal grupların ve aynı zamanda tank ve topların (2018 Ekim ayı içinde) bu bölgeden çıkartılmasını” öngörüyordu.
*
Uygulamada Rusya’nın Suriye ordusunun mayıs ayında başlayan askeri harekâtına destek vermesi, Rus hava kuvvetlerinin fiilen savaşa katılması mutabakatın ikinci maddesinin uygulanmadığını açık bir şekilde gösteriyor. Buna karşılık, Rus tarafı da radikal grupların silahsızlandırma bölgesinden çıkmadığını, örneğin Hmeymim’deki Rus üssüne saldırıların sürdürdüğünü belirterek, mutabakatın uygulamasıyla ilgili kendi açısından şikâyette bulunuyordu.
Bu şekilde süren karşılıklı eleştiriler içinde Rusya ağırlığını İdlib’in rejimin eline geçmesi yönünde, yani statükonun değişmesi yönünde koydu. Bunun ardından Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı gruplar da mayıs ayından sonra İdlib’de daha fark edilir bir şekilde sahneye çıktı. Bu değişiklik Ankara’nın da İdlib’de statükonun değişmesini kabullenmeyeceği mesajını taşıyordu.
*
İşte bir süredir birikmekte olan bu gerilim rejimin geçen hafta İdlib’in güneyindeki Han Şeyhun’u ele geçirme menziline girmesi ile kritik bir aşamaya evrildi. Kritik, çünkü Han Şeyhun’un yaklaşık 10 kilometre güneyindeki Morik’te TSK’nın (9) numaralı askeri gözlem noktası bulunuyor. Han Şeyhun’un rejimin eline geçmesi bu gözlem noktasının dört bir taraftan rejim güçlerince çevrelenmesi ve Türkiye ile karayolu bağlantısının kesilmesi durumunu yaratacaktır.
Bu gözlem noktaları Rusya ile Astana sürecinde varılan bir mutabakat çerçevesinde kurulduğu için bunların varlığını sürdürmesi Rusya’nın taahhüdü altındadır. Nitekim sınırın karşı tarafında Rusya’nın da gözlem noktaları var.
Dünkü hadiseyle birlikte Türkiye ile Rusya arasında hassas, kritik bir diplomasi sürecinin yaşanacağını söyleyebiliriz. Konunun önümüzdeki günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Putin arasında yakın bir şekilde işlemekte olan diyaloğun gündemine gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
Burada yaşanan krizin kontrol altına alınması önümüzdeki ayın ortasında Erdoğan, Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katılımıyla Türkiye’de yapılacak üçlü Suriye zirvesinin akıbeti açısından da önemlidir.
Kontrol altına alınamadığı ve İdlib’de dünkü gibi rahatsız edici sonuçlar yaşandığı takdirde, gelişmelerin seyrinin Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşma sürecini gölgelemesi kaçınılmaz olur.
İdlib’de çok dikkatli bir şekilde idare edilmesi gereken, yüksek risklerle dolu bir güzergâhta yol alındığı ortada.
Paylaş