Paylaş
NATO’nun hâlâ en önemli tehdit kabul ettiği Rusya’nın bir NATO müttefiki ile savunma alanında girdiği bu yakın işbirliği büyük bir sarsıntıyı tetikledi. Bu sarsıntının artçı dalgalarının önümüzdeki dönemde değişen şiddet dereceleriyle devam edeceğini söyleyebiliriz.
Rusya lideri Vladimir Putin’in S-400’leri Türkiye’ye satarak kendisi açısından hayati önemde bir stratejik hamle gerçekleştirdiği konusunda herkes hemfikir. Bir kere, ileri bir hava savunma sisteminin satışıyla NATO pazarına nüfuz ederek, ülkesinin bu alandaki kapasitesini bütün dünyaya etkili bir şekilde gösterebilmiştir.
Ama daha önemlisi, attığı adımla Batılı bütün strateji otoritelerinin mutabık olduğu üzere, NATO içinde ciddi bir kırılmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. NATO’nun başat aktörü ABD ile ittifakın ikinci büyük ordusuna sahip güney kanadındaki Türkiye arasındaki ilişkilerde meydana gelen çatırtının sesleri her bir taraftan duyulmaktadır. Sonuçta, Putin’in ülkesinin uluslararası alandaki profilini, çevresine yaydığı güç algısını yükselttiğini söylemek hata olmaz.
S-400’lerin satışı uzun dönemde Rusya’nın Türkiye’ye bakışını nasıl etkileyecektir? Kremlin, bu anlaşmada cesaret alarak gelecekte Türkiye’yi tümüyle yanına çekebileceğine ilişkin bir hesabın, arayışın içine girebilir mi?
*
Bu soruya yanıt ararken Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilere tarihi bir perspektiften bakabilmek için eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin eski Politbüro üyesi Haydar Aliyev’in görüşlerinden hareket edebiliriz.
Politbüro üyeliği öncesi istihbaratçı olarak kariyer yapmış, Sovyetler Birliği’nin gizli servisi KGB’de üst düzey görevlere gelmiş olan Aliyev, örgütün Azerbaycan bölge başkanlığına kadar yükselmişti. Bir başka deyişle, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından önceki dönemde sistemin önemli bir aktörüydü.
Meslektaşımız Murat Yetkin, 2017 yılında yayımlanan ‘Meraklısı için Entrikalar’ başlıklı kitabında casusluk dünyasının sırlarla dolu dünyasına bakarken, KGB’nin eski yöneticilerinden Haydar Aliyev ile yıllar önce yaptığı ilginç bir sohbetten aktarımlara da yer veriyor.
*
Aliyev, 1998 yılında Bakü’de geçen bu sohbette önce “Biz Türkiye’yi büsbütün kaybettiğimizi ne zaman anladık” diye kendisine bir soru yöneltiyor. Tabii “Biz” derken eski Sovyet sisteminde KGB içinden tanıklığını anlatıyor.
Moskova’nın Türkiye’ye bakışını derinden etkileyen iki olayı aktarıyor ardından Aliyev. Bunlardan birincisi, 1950 yılında Türkiye’de iş başına gelen Demokrat Parti’nin Kore’ye ABD’nin yanında asker gönderme kararıdır. Aliyev, “Böylece NATO’ya girebileceğinizi anladık. Sonra da NATO’ya girdiniz (1952). O zaman Türkiye’nin kapitalist ülkeler safına geçtiği, Moskova’nın etkisinde olamayacağı ortaya çıktı” diye konuşuyor.
Moskova’yı mutsuz eden ikinci gelişme ise Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki azınlık hükümetinin 1980 yılı başında açıkladığı, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan 24 Ocak ekonomik kararlarıdır. Türkiye, bu kararlarla artık geri dönülmeyecek bir şekilde pazar ekonomisi yönünde bir tercih kullanarak Batı ekonomisine iyice entegre olma yoluna girecektir.
Aliyev, Yetkin’e “Türkiye 24 Ocak kararları sonrasında artık kazanılamaz biçimde kaybedilmiş bir hedef olarak görülmeye başlanmıştı” diye anlatıyor.
Buradaki kilit ifade, eski istihbaratçı Aliyev’in Sovyet sistemi, daha doğrusu Moskova’nın gözünden Türkiye hakkında“kaybedilmiş bir hedef” diye söz etmesidir.
*
Aliyev’in ömrü Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini aldığı günleri görmeye yetmedi. Acaba eski KGB yöneticisi bu günleri görseydi, bir zamanlar Moskova’da “kaybedilmiş” gözüyle bakılan Türkiye hakkında bu kez ne düşünürdü? Eski değerlendirmesini gözden geçirme ihtiyacını duyar mıydı?
Rusya lideri Putin, kuşkusuz ülkesinin Türkiye ile ilişkisindeki çıkarlarını azami düzeyde genişletmek, bu çıkarları olabilecek en ileri noktaya götürmek arayışı içinde olacaktır. Tabiidir ki, her ülke öncelikle kendi çıkarlarını gözetir. Rusya’nın bu muhtemel hesapları karşısında sınırı çizecek, ilişkinin dengesinde Kremlin’i nerede tutacağını tayin edecek taraf Ankara’daki karar vericiler olacaktır.
Bu sınırın nereden çekileceği şimdiden Türkiye’nin dış politikasındaki en kritik sorulardan biri haline gelmiştir.
Paylaş