Paylaş
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önünü açan Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının yüzüncü yıldönümüdür önümüzdeki pazartesi günü.
Yaygın kabulüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu belgesine imza atıldığı gündür. Milli Mücadele’nin sahada zaferle taçlanmasından sonra ortaya çıkan yeni durumun, bir bakıma savaşı kazanan tarafın kuracağı ulus devletin uluslararası alanda hukuki bir zeminde tescil edildiği tarihi metindir.
Bu yönüyle bakıldığında, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun nihai olarak tasfiye edilmesi ve yerine bir Cumhuriyet’in kurulmasının temellerinin atılması süreci Lozan’da sonuçlanmıştır, başlıca itilaf devletleri ile Ankara Hükümeti arasında.
*
Ankara Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı sıfatıyla İsmet İnönü tarafından temsil edildiği müzakereler 20 Kasım 1922 tarihinde Lozan’da başladığında, masada çözüme kavuşturulmayı bekleyen sayısız çetrefil mesele vardır.
Kapitülasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçları, sınırların çizilmesi, bu çerçevede Musul meselesi, Yunanistan’la sorunlar, azınlıkların akıbeti ilk sıradaki başlıklar arasındadır.
Bu dosyalar, kuşkusuz kısa zamanda üzerinde anlaşma sağlanabilecek içerikte konular değildi. Uzun, meşakkatli, tarafların birbirlerinin dirençlerini zorladıkları, masadan en çok kazanımla kalkabilmek için muhtelif taktiklere başvurdukları, birbirlerinin müzakere pozisyonlarını okumaya çalıştıkları zorlu bir süreçtir Lozan Konferansı.
Antlaşmanın altına imzalar 24 Temmuz 1923 günü atıldığına göre, sekiz ay devam eden bir müzakere sürecinden söz ediyoruz. Kopma noktalarına gelen, belli aralıklarla kesilen yorucu bir müzakere tecrübesi yaşanmıştır. Örneğin, müzakereler anlaşmazlık içinde kilitlenince konferansa 4 Şubat 1923 tarihinde ara verilmiş, iki buçuk ay sonra 23 Nisan 1923’te yeniden başlanmıştır.
*
Türk tarafının müzakerecisi gösterişli diplomasi salonlarından değil, meydan muharebelerinden muzaffer bir şekilde çıkıp gelmiş olan, kısa bir süre öncesine kadar Garp Cephesi Komutanı olarak görev yapmış general İsmet İnönü’ydü.
Savaşı sahada kazandıktan sonra tozlu çizmelerini bir tarafa koyup iskarpinleri giyip silindir şapkasıyla bir diplomat olarak adım atacaktır Lozan’da müzakerelerin yapıldığı Ouchy Oteli’nin salonundan içeri İnönü. Henüz 38 yaşındadır. Karşısında itilaf devletlerinin kıdemli, tecrübeli diplomatları, politikacıları vardır.
İnönü’ye Lozan yolunun açılmasının gerisinde milli mücadelede kazandığı başarılar ve Gazi Mustafa Kemal’ın kendisine olan mutlak güveni vardır. Öncesinde, İnönü’nün 11 Ekim 1922 tarihinde sonuçlanarak milli mücadeleyi fiilen bitiren Mudanya Barış Mütarekesi’nin müzakeresinde gösterdiği başarıyı da bu noktada hatırlamalıyız. Müzakereci olarak asker üniformasıyla katıldığı Mudanya müzakereleri, Lozan’ın kapısını da aralamıştır İnönü’ye.
Zaten Lozan Konferansı açıldığında Birleşik Britanya Krallığı Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un kendisi karşısında üstenci bir tavırla Mondros Mütarekesi’nin kapitülasyonlarla ilgili hükümlerini hatırlattığında, İsmet İnönü’nün “Ben buraya Mudanya’dan geldim” diye tepkili bir yanıt vermesiyle konferans bir süreliğine kesilir.
Ve İnönü’nün Lozan’da daha ilk günden itibaren en hassas olduğu konu, muhatapları karşısında eşit statüsünün kayda geçirilmesi olmuştur. Müzakereler açılmadan önceden konferans salonuna gidip oturma düzenini inceleyip itiraz etmesi kendisinin Lozan’daki ilk adımı olarak görülebilir.
İnönü ile Lord Curzon arasındaki çekişmeler, İnönü’nün İngiliz siyasetçi karşısındaki direnci ve kararlılığı Lozan’ın en çarpıcı sayfaları arasındadır.
*
Lozan’daki müzakereler akademisyenler, tarihçiler, diplomatlar, yazarlar, tarih meraklıları için bugün de zengin bir laboratuvar sunuyor. Ortaya çıkan belgeler, kitaplar, akademik çalışmalar üzerinden zengin bir külliyat var karşımızda.
Ve buna paralel bir şekilde aynı zamanda sıkça siyasetin karasuları içine girebilen bir dizi tartışmanın da konusu olagelmiştir Lozan. Bugün Türkiye’nin karşısındaki bazı zor meselelerin, konuların tarih içindeki seyrinin Lozan Konferansı’ndan geçmesi, çözüm çerçevelerinin bu antlaşmada çizilmiş olması tartışmaların da önemli bir kaynağıdır.
Bu tartışmalarda gözden uzak tutulmaması gereken bir husus, Lozan’ın o dönemin koşulları, güç dengeleri ve gerçekleştiği tarih kesitinin kavramları bağlamında değerlendirilmesi gereğidir.
*
Musul Meselesi bu tartışmalara örnek verilebilir. Evet, İsmet İnönü’ye Atatürk ve Ankara Hükümeti tarafından sınırların tayin edilmesi başlığında verilen müzakere talimatı Musul’u da içeren “Misak’ı Milli” idi. Ancak Lozan Konferansı’nda çok çetin müzakerelerden sonra Musul İngilizlere bırakılmıştır.
Musul dosyasına bakıldığında, müzakerelerin seyri içinde yaşanan anlaşmazlık karşısında Türk tarafının önünde iki seçenek vardı: Bir noktada esneklik göstermek ya da Britanya ile yeni bir çatışmayı göze almak...
Peki savaştan henüz çıkmış olan Ankara Hükümeti’nin Britanya ile yeni bir savaşa girecek imkânları, buna takati var mıydı? Irak’taki İngiliz Hava Kuvvetleri’ne karşı elinde hava gücü bulunmayan Ankara Hükümeti bunu göze alabilir miydi? Girdiği takdirde kazanma şansı neydi? Bu takdirde yeni bağımsız Cumhuriyet’in kurulacak olmasının getireceği çok büyük kazanım tehlikeye atılmaz mıydı?
İlk Meclis ve Avam kamarası tutanakları ile Lozan tutanaklarını inceleyerek “Bilinmeyen Lozan” kitabını yazmış olan gazeteci-yazar Taha Akyol’un, değindiğimiz bu koşulları inceledikten sonra vardığı sonuç, Ankara Hükümeti’nin Musul’da gerçekçi bir karar verdiğidir.
Barış içinde yeni bir başlangıç yapma tercihi yeniden savaş seçeneğine baskın gelmiştir.
Buna karşılık müzakere talimatında Ankara’nın kırmızı çizgilerini oluşturan bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmaması ve kapitülasyonların kaldırılması hedeflerinde hiçbir esnekliğe yanaşmamıştır İsmet İnönü.
*
Uluslararası ilişkilerde müzakereler, nihai aşamada masaya oturan aktörlerin belli bir anda sahip oldukları gücün, pazarlık kartlarının dengesi üzerinden karşılıklı uzlaşılarla son bulmak durumundadır.
Kaldı ki, Lozan’da müzakereler yapılırken İstanbul’da hâlâ İngiliz işgal kuvvetlerinin bulunduğu, Türk Ordusu’nun Trakya’da Podima-Büyük Çekmece hattının batısına geçemediği çoğunluk unutulmaktadır. Ayrıca, Lozan’da bazı meseleler açıkta kalmıştır. Boğazlar’ın egemenliğini yeniden Ankara’ya veren Montrö Sözleşmesi’nin 13 yıl sonra 1936 yılında imzalandığını unutmayalım. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil olması 1939 yılını bulmuştur.
Tabii Lozan’dan söz ederken, buradaki kıyasıya müzakereler sırasında Ankara’daki Milli Mücadele Meclisi’nin İsmet İnönü ve Türk heyetini çok sıkı bir şekilde denetlediğini, Meclis’te çok sesli bir ortamda oldukça çekişmeli, sert tartışmaların cereyan ettiği bu sürecin altı çizilmesi gereken bir başka kayda değer boyutudur.
*
Sonuçta Lozan Antlaşması, geride bıraktığımız yüz yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve uluslararası alanda uzun soluklu, kalıcı bir barış dönemini sürdürebilmesinin en temel güvencelerinden biri olmuştur.
Önümüzdeki pazartesi günü, Lozan’ın 100’üncü yıldönümünü vesilesiyle Lozan’ın arkasındaki iradeyi sergileyen Atatürk’e, Lozan Konferansı’nın müzakerecisi İsmet İnönü’ye ve Cumhuriyet’in bütün kurucularına gönül borcumuzu ifade etmenin etkili bir vesilesi olmalıdır, olabilecek en kuvvetli şekilde.
Paylaş