Paylaş
Kazakistan, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonunda dağılmasından sonraki otuz yılı aşkın süre içinde Orta Asya bölgesindeki en önemli istikrar merkezi olarak görülmüştü.
Petrol ve doğalgazın yanı sıra altın ve uranyum dahil pek çok doğal zenginliğe sahip, yüzölçümü olarak Türkiye’nin üç buçuk kat büyüklüğünde, Hazar Denizi kıyılarından Çin Halk Cumhuriyeti sınırlarına kadar devasa bir coğrafyaya yayılan, buna karşılık 19 milyona yaklaşan görece küçük bir nüfusu barındıran bir ülkeden söz ediyoruz.
Tabii Kazakistan’daki istikrar kavramı, ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bu yana ipleri elinde tutan eski Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ile özdeşleşmişti. Nazarbayev, 2019 yılında görünüşte geriye çekilip yerine halefi olarak eski başbakanlardan Senato Başkanı Kasım Cömert Tokayev’in önünü açmıştı. Ancak Nazarbayev‘in “Güvenlik Konseyi Başkanı” olarak perde gerisinden ipleri elinde tutmaya devam ettiği, dolayısıyla yine onun ismiyle özdeşleştirilen bir istikrarı temsil ediyordu ülkedeki yönetim modeli.
Toplam 164 insanın öldüğü, 2 bin dolayında insanın yaralandığı, 8 bine yakın insanın gözaltına alındığı bu hadiseler sırasında Nazarbayev heykellerinin kaldırımlara düştüğü, Başkanlık Sarayı’nın, devlet dairelerinin ciddi hasara uğradığı görüntülere bakınca, dışarıdan atfedilen istikrar tablosunun ne kadar yanıltıcı olabileceği şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır.
SPONTANE PROTESTOLAR NASIL ŞİDDET EYLEMİNE DÖNÜŞTÜ?
Aslında Kazakistan’da meydana gelen olayların perde arkasının tam olarak açıklık kazandığını söyleyebilmek bu aşamada güç. Yılbaşından hemen sonra ülkenin batısında sıvılaştırılmış petrol gazına (LPG) yapılan zamları ve ekonomik koşulları protesto amacıyla başlayan gösteriler, kısa zamanda ülkenin başka kentlerine ve bu arada eski başkent Almati’ye sıçradı.
Burada dikkat çekici olan bir nokta, ülkenin batısında barışçıl bir çizgide yola çıkan protestoların sonradan diğer şehirlerde özellikle de Almati’de farklı bir nitelik kazanmış olmasıdır. New York Times’ın görgü tanıklarına dayanarak bildirdiğine bakılırsa, protestoları başlatan kesimlerle daha sonra sokağa yayılan şiddete meyilli sivil gruplar arasında bariz bir fark var. Bu arada sosyal medya hesaplarından da teyit edilen bir husus, geçen çarşamba günü gösteriler patlak verdiğinde polisin geri çekilmiş olmasıdır.
Sahadan gelen bu gibi bilgiler, görüntüler, başlangıç aşamasında hedefi zamları protestoyla sınırlı olan gösterilerin bir noktada Kazakistan’ı yöneten kadrolar arasında bir iç hesaplaşmada kullanıldığı yolundaki spekülasyonları da tetikliyor.
Kuşkusuz, kaotik bir durum sahaya yayılırken başka aktörlerin, grupların da bu olaydan yararlanmak istemiş olmaları bir ihtimal olarak göz ardı edilmemelidir. Tokayev de “spontane olarak gerçekleştirilen gösterilerin kitlesel karışıklıklara dönüştüğünü, bir yerden komuta ediliyormuşcasına dinci radikaller, haydutlar ve holiganların ortaya çıktığını” belirterek, olayı bir “darbe girişimi” olarak nitelendiriyor.
Her halükârda Kazakistan’da tam olarak ne olduğunu anlamak için daha zamana ihtiyacımız var.
İSTİKRARIN KIRILGANLIĞI ORTAYA ÇIKTI
Tabii Devlet Başkanı Tokayev’in görevden aldığı Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Kerim Massimov’un “vatana ihanet” suçlamasıyla tutuklanmasından sonra Massimov’un iki yardımcısını da görevden uzaklaştırması, tepedeki bir iktidar kavgasının yaşandığı yolundaki tezleri teyit ediyor gibi görünüyor.
Bu arada, Tokayev’in Nazarbayev’e duyulan tepkiye karşı halkı yanına çekebilmek amacıyla aslında kendisi de aynı sistemin içinden gelmiş olmakla birlikte, eski lideri ve onun kadrolarıyla arasına belli bir mesafe koymak istediği anlaşılıyor.
Bütün bu hadiselerin önemli bir sonucu, Kazakistan’daki istikrarın kırılganlığını ortaya koyup, aynı zamanda ülkedeki yaygın yolsuzlukların üzerindeki perdeyi kaldırması oldu.
Gelir dağılımındaki adaletsizlikler ülkedeki ana sorunlardan biri olarak beliriyor. Kayda değer büyüklükte doğal zenginliklere sahip bir ülkede halk ciddi ekonomik sıkıntılar yaşarken, tepedeki yöneticilerin ve ailelerinin servetlerinin başını alıp gitmesi, kitlelerin sisteme karşı duyduğu hoşnutsuzlukta ciddi bir rol oynuyor.
Nazarbayev Ailesi’nin fertlerinin serveti özellikle projektör altındadır. Örneğin Nazarbayev’in işinsanı olan ortanca kızı Dinara Kulibaeva’nın servetinin boyutlarını görmek için ünlü Forbes dergisine bakmak yeterlidir. Bu dergi, kendisinin eşi Timur Kulibaev ile birlikte yüzde 50/50 ortak oldukları servetlerinin toplamını 3 milyar dolar olarak veriyor.
Bu tablo, demokratik meşruiyeti olmayan, halka hesap verme sorumluluğu duymayan otoriter bir rejimin aslında ne ölçülerde keyfiliğe kayabileceğini göstermesi bakımından yeteri kadar göz açıcı olmalıdır.
RUSYA ORTA ASYA’YA İYİCE YERLEŞİRKEN
Tabii Kazakistan’daki hadiselere sonuçta başka hangi aktörlerin kazançlı çıkmakta olduğu sorusu üzerinden de bir teşhis konmaya çalışılacaktır. Göründüğü kadarıyla bu aşamada en kârlı çıkan tarafın Rusya Lideri Vladimir Putin olduğu aşikâr.
Tokayev’in protestolar karşısında Rusya ve Kazakistan’ın birlikte üye oldukları “Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü”den (KGAÖ) yardım istemesi ve bu örgütün de Rusya Lideri Putin’in inisiyatifi ile Rus birlikleri ağırlıklı olmak üzere ülkeye hemen asker sevk etmesi, sürecin en önemli dönemeç noktalarından biridir. Bu hamlesiyle Tokayev’in içteki iktidar savaşında Rusya’nın desteğini de yanına aldığı söylenebilir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1992 yılında kurulan bu örgütün Rusya ve Kazakistan dışındaki diğer üyeleri Tacikistan, Kırgızistan, Ermenistan ve Belarus’tur. KGAÖ Antlaşması, bir üyenin saldırıya uğraması halinde diğer üyelerin yardıma gelmelerini öngörüyor, NATO Antlaşması’nda olduğu gibi.
Bu yönüyle Rusya Lideri Putin, Kazakistan’a asker sevk ederken önemli bir doktrini de hayata geçiriyor. Kendi doğal nüfuz bölgesi olarak gördüğü “arka bahçesi” Orta Asya’da patlak verebilecek istikrarsızlıklara, Rusya’nın çıkarlarına ters düşebilecek oluşumlara seyirci kalmayacağını ve kuvvetli bir şekilde müdahil olacağını gösteriyor. Putin’in dün KGAÖ liderlerinin olağanüstü toplantısında “Evimizdeki durumu sarsmalarına izin vermeyeceğiz ve renkli devrimlere müsaade etmeyeceğiz” şeklinde konuşarak verdiği mesaj yeteri kadar açıktır.
Bu açıdan bakıldığında, öncesinde Batı ile Rusya arasında kendisine göre bir denge tutturmaya çalışan Kazakistan’ın gözle görülebilir bir gelecekte Rusya’nın etki alanı içine daha belirgin bir şekilde yerleşeceğini tahmin etmek mümkün. Bu noktada Kazakistan’ın nüfusunun yüzde 20’sinin Rus kökenli olduğu da göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki ilk yıllarda Türkiye’de heyecanlı bir şekilde ortaya atılan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” tezleri hatırlandığında, Kazakistan’da tanık olduğumuz son gelişmeler bu açıdan da ayrı bir anlam taşımaktadır.
Paylaş