ABDULLAH Gül'ün yaklaşık 100 gün süren başbakanlığını değerlendirmek isteyeceğiniz bir analizin bazı zorlukları var.Birincisi, sürenin kısalığından kaynaklanıyor. Bu süre, Başbakanlık makamına ilk kez ayak basan bir siyasetçi için olsa olsa görevi tanıma, ayağını nereye basacağını öğrenmekle geçecek bir ısınma dönemi olabilir.Üstelik Gül, bu koltuğa oturur oturmaz, Bush yönetiminin Türkiye için hazmedilmesi çok zor olan Irak'la ilgili askeri taleplerini önünde buldu. Bu yetmediği gibi, Türkiye konusunda zaten kendi içinde bölünmüş olan Avrupa Birliği'nin Kopenhag zirvesinden müzakere tarihi almak gibi neredeyse imkansız bir hedefe kendini bağladı. Ayrıca, Kıbrıs'a ilişkin çok ağır ödünler içeren bir BM planını kabul etmesi için yoğun bir uluslararası dayatmanın muhatabı oldu. Denilebilir ki, Gül başbakan olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en zor dış politika gündemini üslendi Bu ağır dış gündem, kaçınılmaz olarak Gül'ün iç gündeme dönük mesaisinde, örneğin ekonomi alanında dikkatinin ciddi bir şekilde dağılmasına yol açtı.GÖREVİMİZ TEHLİKE Gül'ün bir başka önemli güçlüğü daha vardı. Başbakanlığa geçici olarak geldiğini biliyor; ancak oturduğu makamın hakkını vermek ve böylelikle bu görevden siyasetteki konumunu güçlendirerek ayrılmak istiyordu.Bir başka anlatımla, iktidarı AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'la paylaşacak; ancak, aynı zamanda kendi bağımsızlık alanını tesis ederek, Başbakanlığa tuğrasını da vuracaktı. Bunun son derece ince bir denge ayarı ve siyasi ustalık gerektirdiği aşikárdır. Gül'ün 100 günlük başbakanlık mesaisindeki en önemli başarısı, herhalde bu sınavın üstesinden gelebilmiş olmasıdır. Unutmayalım ki, bütün bu cepheleri göğüslerken Gül'ün çok hassas bir faktörü daha hesaba katması gerekiyordu: Yerleşik sistem, kendisine ve partisine dönük ciddi tereddütler taşıyordu. Gül, bu çekincelere rağmen, devlet kurumlarıyla uyumlu bir çalışma ilişkisi tesis etmek, çatışmadan uzak durmak için çaba harcadı. YAŞ kararlarındaki çekinceli imza krizi bir istisna olarak alınabilirse, Gül'ün genellikle gemiyi dalgalı suların dışında tuttuğu söylenebilir ORTAK AKLI OLUŞTURMAKBunun dışında, Gül'ün başbakan olarak Türk siyasetine farklı bir üslup getirdiği, yeni bir çizgi yerleştirdiği söylenebilir.Gül'ün başbakanlığı döneminde kamuoyunda topladığı sempatide kişilik özelliklerinin rolü büyüktür. Türk toplumu, karşısına sahiciliği ve samimiyeti ile çıkan bir başbakan buldu. Gül'ün toplumun AKP'ye soğuk duran kesimlerinde de belli ölçülerde güven yaratabilmiş olmasının ardında, herhalde sahiciliğinden yansıyan mutedil, saygılı, uzlaşıya açık kişilik özelliklerinin büyük etkisi var. Bu çerçevede, yönetim anlayışı olarak bütün bürokratik birimleri dinleyerek ortak aklı oluşturmaya çalışan çizgisi de dikkate alınmalıdır.KALICI AKTÖRÜN TESCİLİGül'ün başbakanlık serüveninin algılanması ve değerlendirilmesinde belirleyici olacak olaylardan biri, görevinin son günlerine rastlayan tezkere krizidir ABD'nin Irak'a dönük niyetlerine iç dünyasında başından beri karşı olan Gül'ün bu gönülsüzlüğünü hissettirmiş olması, TBMM'nin hükümeti zora sokan kararında önemli bir rol oynamıştır. Amerikan teleplerinin ardında sürüklenmek yerine, daha işin başındayken Washington'a askeri işbirliğinin sınırlarını çekmesi kuşkusuz Gül açısından daha düzgün bir davranış olacaktı. Bu davranışı ‘‘zor kararların adamı olmadığı’’ yolunda bir kanaat yaratmış olsa da, tarihin kendisi hakkında Irak'a savaşı geciktirmiş bir siyasetçi olarak not düşeceği de tahmin edilebilir. Gül'ün başbakanlığının en önemli sonucu aslında bütün bu değerlendirmeleri aşıyor. O sonuç şudur: Gül, kendisini önümüzdeki dönemde Türk siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olarak tescil ettirmiş bulunuyor.