STRASBOURG- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesi’ne hitap etmek üzere önceki gün Strasbourg’a giderken uçakta gazetecilerle yaptığı sohbetin ana konusu seçimden sonra gündeme gelecek olan yeni Anayasa ve belki daha da önemlisi yeni Anayasa’nın hazırlanma yöntemiydi.
Gül’ün bu konuya bakışını anlatabilmek için önce söze “Bugünkü Meclis yeni bir anayasa için çok iyi bir Meclis’ti. Çünkü ülkenin bütün siyasi aktörlerini, siyasi akımlarını bünyesinde tutuyor. Ama olmadı” diye girdiğini hatırlatalım. Bu sözleri şimdi altyazısıyla okuyalım. Cumhurbaşkanı, bu cümleleriyle aslında MHP ve BDP’nin TBMM’de temsil edilmesini “iyi” bir durum olarak gördüğünü söylemiş oluyor. Bu sözleri aslında yeni bir çizgiyi yansıtmıyor. Gül, 1 Ekim 2010 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada da TBMM’de siyasi temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasını isteyerek, “Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil edilmediği bir Meclis, eksik bir Meclis olacaktır” demişti. NE KADAR KATILIM O KADAR KABUL Gül, daha sonra “Burada önemli bir şey söylemek istiyorum” diye bir giriş yaptıktan sonra içinde uzun bir susma payı da bulunan şu sözlerle devam etti: “Anayasa’da yapılması gereken bazı önemli değişiklikler var. Bu değişiklikleri tek başına yapmayı ben... yapma yerine Anayasa’nın bütünü içinde anayasayı yeniden yazarak değiştirmek doğru, yani değişiklikler yapmak, problemli maddeleri tek tek değiştirmek yerine yepyeni bir Anayasa yapmak... Bu kutuplaşmaları, olacak şeyi olmaz eden davranışları önler.” Soru yanıtlar büyük ölçüde Anayasa değişikliğinin yöntemi üzerinde seyretti. Cumhurbaşkanı, yanıtlarında yeni Anayasa’nın mümkün olduğu kadar geniş katılımlı bir şekilde hazırlanmasını arzu ettiğini açık ifadelerle kayda geçirdi, yeni Anayasa’yı hazırlama metodunun bu bakımdan önem taşıdığını şöyle ifade etti: “Metotta hata yaparsak esasta kaybediyoruz. Metot konusunda epey de ders aldık. Anayasalar ne kadar çok katılım, ne kadar çok herkese hitap eden bir metotla yazılırsa, o kadar çok kabulü kolay oluyor. Hem de tartışması kolay olur. Bu yapılabilir. Ben böyle bir Anayasanın temel konularında farklı partilerin, farklı grupların farklı düşündüğü kanısında değilim. Burada metodoloji önemli. Türkiye’nin bu yapacak entelektüel siyasi yeterliliği, bilim adamı da bürokratı da var. Türkiye demokratik laik sosyal hukuk devleti ilkeleriyle herkes birleşiyor. Onun için Türkiye’de partiler arasında temel fark görmüyorum. Usul metot bazen esasın önüne geçmemeli. Herkesin dürüst bir şekilde bunu nasıl yaparız demesi yetiyor. Temel ilkelerde herkes birleşiyor. Partiler arasında temel konularda ben büyük bir ayrılık görmüyorum. Onun için bunu yapılabilir görüyorum. Onun için bazen usul, metodoloji bazen esasın önüne geçer.” Gül, ayrıca Türkiye’nin “tertemiz bir Anayasa” yapabilecek entelektüel siyasi yeterliliğe ve bu donanımda siyasetçi, bilim adamı ve bürokrata sahip olduğunu da söyledi, ayrıca temel ilkeler üzerinde partiler arasında büyük bir ayrılık görmediğini vurgulayarak, “onun için bunu yapılabilir görüyorum” dedi. Ancak “geniş katılım” faslında bir uyarıda da bulundu. Gül, geniş katılımlı bir hazırlık sürecine önem vermekle birlikte, bunun “ayarına” dikkat çekti: “Bu bazen öyle bir hale getiriliyor ki, yapılacak işi imkansıza götürüyor. Böyle bir şey olmaz. Bunun bir ayarı vardır. Yani herkesin en azından katkısını sağlayacağı, sürecin içinde olacağı bir durum... Yoksa geçen dönemlerde gördük, yapılacak işi yapamaz hale getirip kendimizi kilitleyecek hale de getirmemeliyiz.” ERDOĞAN’IN ‘TEK BAŞINA DEĞİŞTİRİRİZ’ ARAYIŞI İLE ÇELİŞMİYOR MU? Tam bu noktada Cumhurbaşkanı Gül’e şu soruyu yönelttim: “Anlaşıldığı kadarıyla Sayın Başbakan’ın oyun planı, seçimde yüzde 50 eşiğinin üzerine çıkıp 367’nin üzerinde milletvekili çıkartarak Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek güce ulaşmak. AKP’nin Meclis çoğunluğuna dayanarak yeni Anayasa’yı tek başına yapmasını yöntem olarak nasıl bulursunuz?” Kısa bir suskunluktan sonra Gül, önce “Buna bir şey söylesem muhalefet partisi bunu eleştirir” şeklinde bir ifadeyle yanıtını geçiştirmeye çalışırken, bir başka meslektaşımız “Bir parti Anayasa’yı tek başına değiştirecek çoğunluğa sahip olursa siz bunu metot olarak doğru bulur musunuz?” diye üsteledi. Gül, bunun üzerine aynen şunları söyledi: “Ne kadar çok katılım sağlanırsa, bunlar bağlayıcı yasalar olduğu için... Ama bunu kilitleyici, yapılacak şeyi yapılamaz hale getirici bir anlayışa da karşıyım.” Bir başka gazeteci “Başbakan 367 üstünü aldı geldi. Ben başkanlık sistemini uygun buluyorum ona göre değiştiriyorum, referanduma gidiyorum derse” diye soruya girince, Gül bu tartışmanın içine girmekten dikkatlice kaçındı ve “Ben detaylara girmeyeyim, hoş olmaz... Önemli olan ben yapıcı bir şekilde bir şeyin gerçekleşmesine yardımcı olmak istiyorum. Bunu kaçırmayalım. Niye yapamasın Türkiye bunları?” diye konuştu. BAŞKANLIK SİSTEMİ İÇİN ÇEKİNCEM VAR Bu noktada konu başkanlık sistemine kaydı. Cumhurbaşkanı Gül, bu konudaki sorulara verdiği yanıtlarda başkanlık sistemine çekinceli yaklaştığını gizleme gereği duymadı. Önce “Bunların hepsi tartışılabilir, her şey tartışılabilir. Ama her şey tam bilinerek talep edilirse bu konuda bir şey demem. Ama tam detayları bilinmeden şöyle böyle olsun denilirse o birazcık doğrusu...” diye söze girdi Gül. Ardından “Sanki bir çekinceniz var?” diye sorulduğunda “Şüphesiz ki çekincem var. Ama avantajları da çok, dezavantajları da var başkanlık sisteminin. Ama bilerek biz bunu istiyoruz diye karar verilirse tabii...” diye konuştu. BÜYÜK UZLAŞI NEDEN OLMASIN? Gül, sonuçta, yeni Anayasa için kişisel tercihinin bir büyük uzlaşı olduğunu gizlemedi. Seçim sonrası büyük bir siyasi uzlaşmanın olup olmayacağı sorusuna “Niye olmasın. Olabilir tabii... Böyle bir anlayış Türkiye’nin ihtiyacını karşılamak için niye olmasın?” diye karşılık verdi. Gül’ün ilginç bir saptaması, seçime giderken partiler arasındaki üslup farklarını “yeni Anayasa’yı zora sokabilecek bir tehlike” olarak göstermesi ve şu uyarıyı yapmasıydı: “Üslup, daha büyük şeylere mani olabilir. Bazen dil yarası kılıç yarasından daha çok iz bırakıyor. Siyasetin dili çok önemli. Bizde de seçim sonrasını düşünmek lazım. Seçim sonrası Türkiye’yi hazırlamamız lazım. Bunu sadece siyasetçiye de yüklemiyorum. Herkes, hep beraber seçim sonrası baştan yeni bir anayasa yazacak ortamı şimdiden hazırlamak lazım, herkesin buna katkı vermesi lazım. Siyasetçiler başta olmak üzere basın, üniversiteler herkesin buna hazırlık yapması lazım...” ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILIN ANAYASASI OLMALI Gül, açıklamaları sırasında yeni anayasa konusunda bir dizi noktaya daha vurgu yaptı; örneğin, “yeni Anayasa’da kriterlerin açık olması gerektiğini, en gelişmiş demokratik, kalkınmış ülkelerin hukuk standartlarını esas alması gerektiğini” vurguladı... Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasa’nın “çok detaylı olmaması gerektiğini” belirterek, “Ne kadar detaylı olursa o kadar kısıtlayıcı olur. Detay özgürlük vermenin değil, kısıtlamanın bir aracıdır. Bizim kısıtlayıcı değil özgürlükçü bir Anayasamızın olması lazım” dedi. Ve “Önümüzdeki 100 yılın Anayasası olması lazım. Gelecek yüzyılın Anayasası olması lazım. Nasıl bazı ülkeler var ki, 100 yıl önce yazılan anayasaları hala ayakta ve ufak rötuşlarla gidiyor. Eğer o kadar detay olsaydı onlar da bugün böyle olmazdı. Temel ilkeleri koyan bir Anayasa olmalı. Önümüzdeki çağın anayasası olmalı” diye ekledi Cumhurbaşkanı. Ayrıca seçime giderken bütün seçim kampanyasının yeni Anayasa’yı konu almasının da sonraki süreci zorlaştırabileceğini, seçim kampanyası sırasında genel niyetlerin açıklanmasıyla yetinilmesinin daha doğru olacağını söyledi. Israrla konuşmaktan kaçındığı konu ise kendisinin Cumhurbaşkanlığı’nda 5 yıl mı, 7 yıl mı kalacağı sorusuydu. Tebessüm ederek “İlelebet burada oturacak halimiz yok” demekle yetindi Abdullah Gül bu konudaki sorular karşısında. Benzer şekilde son heykel tartışmalarına da girmedi Cumhurbaşkanı ve “Bunların (yeni Anayasa) yanında o küçük kalıyor...” diye konuştu. Özetlemek gerekirse Cumhurbaşkanı, yeni Anayasa tartışmalarına belli bir özenle yaklaşılmasını istiyor. Bir ara şöyle dedi: “Hepimiz, herkes Türkiye’ye bir çocuğun annesi gibi davranmak zorundayız...”