Paylaş
İran’daki hadise, geçen 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan ve bu ülkenin de bütün Gazze’ye katliam ölçeğinde bir karşılık vermesiyle tırmanan savaşın kontrolden çıkıp, topyekun bir şekilde bütün bölgeye yayılabileceği yolundaki kaygıları tetiklemiş bulunuyor.
Gazze’deki savaşın artçıları, aslında bir süredir bölgenin başka noktalarında da kendisini göstermekteydi. Örneğin, Yemen’de İran destekli Husi gruplarının denizden ve ayrıca havadan dronlarla düzenledikleri saldırılarla Kızıldeniz’deki gemi trafiğini, bu çerçevede uluslararası ticareti tehdit etmesi bu gelişmelerden yalnızca biridir.
Bu arada İran’a yakın milis gruplar bir süredir Suriye ve Irak’taki ABD birliklerine küçük ölçekli saldırılar düzenliyorlar. Dün Bağdat’ta yaşandığı üzere, ABD ordusu da belli aralıklarla bu gruplara drone operasyonlarıyla karşılık veriyor.
Geçen salı günü de Lübnan’da bulunan Hamas’ın üst düzey yöneticilerinden Salih el-Aruri, İsrail’in nokta atışı şeklinde düzenlediği bir hava saldırısında hayatını kaybetmiştir. Bunu önceki gün İran’daki patlamalar izlemiştir.
Peki İran’da mezarlıkta patlayan bombaların pimini kim çekti?
*
Hadise ilk duyulduğunda pek çok insanın aklına ilk gelen fail, olağan şüpheli olarak hemen İsrail oldu.
İsrail’in İran’ı kendisine karşı bölgede varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü, 7 Ekim saldırısından dolayı da yine İran’ı suçladığı hesaba katıldığında, böyle düşünülmesi anlaşılabilir bir durumdur. İsrail, her zaman İran’a zarar vermek istemiştir.
Ayrıca, İsrail’in gizli servisi aracılığıyla geçmişte İran topraklarında gerçekleştirdiği eylemler var. İran’ın bir numaralı nükleer fizik profesörü Muhsin Fahrizade’nin 27 Kasım 2020 tarihinde Tahran’a yakın Abserd kentindeki sayfiye evinden ayrıldıktan sonra düzenlenen bir suikastta öldürülmesi yakın tarihteki en çarpıcı olaydır.
İsrail’in Mossad örgütü, New York Times’ın aktarımına göre, bu suikastta yol kenarında park etmiş gibi görünen bir taşıta yerleştirdiği bir makinalı tüfeği ülke dışındaki bir komuta merkezinden ateşleyerek, o sırada arabasıyla oradan geçmekte olan Fahrizade’yi direksiyon başında vurmuştu.
Önceki gün Kirman’daki patlamaların ardından, İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim saldırısının intikamını almak, bu eylemin arkasında olduğunu düşündüğü İran’ı cezalandırmak amacıyla bu yola gittiği savı ortaya atılıyor.
Nitekim, patlamalar nedeniyle dün başlaması kararlaştırılmış olan Türkiye gezisini erteleyen İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, yaptığı ilk açıklamada “Amerika ve Siyonist rejimin ağır bir bedel ödeyeceklerini” belirterek, saldırıdan doğrudan İsrail ve ABD’yi sorumlu tutmuştur.
*
ABD İran’ın bu suçlamalarını reddederken, İsrail de saldırıyı üstlenmiş değildir. Bu arada, ABD tarafındaki ilk değerlendirmelerde olayın sorumlusu olarak daha çok DEAŞ’ın üzerinde durulduğu gözleniyor.
DEAŞ’ın geçmişte doğrudan İran’ı hedef aldığı birçok saldırı yaşanmıştı. Örneğin, bu örgütün 2017 yılında Tahran’daki parlamento binasına ve Ayetullah Humeyni’nin türbesine düzenlediği terör saldırılarında 12 kişi ölmüştü.
İran’a bağlı silahlı gruplar da geride bıraktığımız yıllarda gerek Irak gerek Suriye’de DEAŞ’la açık çatışmaya girmişti. İran, Irak’tan sonra Suriye’de bir dönem sahada geniş bir alan hakimiyeti sağlayan DEAŞ’a karşı Esad rejimine kuvvetli bir askeri destek vermişti.
Hâlâ uyuyan hücreleri üzerinden belli aralıklarla sahada kendini gösterebilen DEAŞ’ın, İran’ın gücüne sekte vurmak amacıyla ya da bölgeye genel bir istikrarsızlık dalgasının yayılacağı hesabıyla böyle bir saldırıya yönelmiş olması ihtimallerden biridir.
Tabii DEAŞ dışında bu gibi kaotik ortamlardan yarar sağlayabileceklerini düşünen başka aktörlerin de böyle bir işe girişmiş olabilecekleri öne sürülebilir.
*
Belki de saldırının faili hep belirsizlik içinde kalacaktır. Ama herkes bir şekilde bu saldırıyı kendi algısı üzerinden okuyacak ve zihnine bu algıyla yerleştirecektir.
Fail kim olursa olsun, önceki günkü hadisenin sonrasında yapılması zorunlu bir muhasebe var.
Öncelikle üzerinde durulması gereken bir tespit, İran’daki patlamaların bölgede tansiyonu ve çatışma eşiğini çok daha yukarı çekmiş olmasıdır. Bir anlamda herkese alarm sinyalleri göndermiş olmalıdır bu olay.
İsrail’in Gazze’de tam bir kural tanımazlık içinde acımasızca yürüttüğü katliamın bütün dünyanın gözü önünde canlı yayın halinde sürmekte oluşu, bütün bölgeyi diken üstünde tutuyor. Ve aynı zamanda her türlü provokasyona, istismara açık bir belirsizlik atmosferi yaratıyor.
Herkesin sinir uçları açıkta, en ufak bir esintiden dahi etkilenebilecek durumdadır. Bu tür asabiyet ortamlarında, küçük ölçekteki olaylar bile olmadık tehlikeleri, orantısız reaksiyonları tetiklemeye adaydır.
Geniş bir coğrafyada birçok aktörün çatıştığı bir belirsizlik ortamında marjinal bir grubun, hatta tek bir kişinin gerçekleştirebileceği sarsıcı bir eylem bile çok büyük çalkantıları davet edebilir.
*
Gazze’deki savaşın sürmesi ve Filistin sorununun çözümsüz kalmasının bölgede radikal arayışlara ivme kazandıracağı konusunda geniş bir mutabakat şimdiden şekillenmektedir.
Gelişmeler bu yönde seyrederse, bölgede uzun dönemde barış ve huzur hedefleri açısından bugünleri de arayacağımız tablolarla karşılaşabiliriz. Gazze’deki savaşın sürmesi bulunduğumuz bölgeyi büyük bir ateşin içine atabilecektir.
Gerilimi aşağı çekmenin, çatışmaların bütün bölgeye yayılmasını önlemenin yolu ivedilikle Gazze’de ateşkese gidilerek savaşa son verilmesinden geçiyor. Bunun için öncelikle İsrail üzerinde nüfuz kullanabilecek durumda olan ABD’nin tutumunda kuvvetli bir değişikliğe gitmesi gerekiyor.
ABD yönetimi, İsrail’in elini serbest bırakmaya devam ettiği takdirde, er ya da geç kendisinin de girilen kaos sarmalının içinde kalacağını görmelidir.
Paylaş