Gazetecileri hedef alan saldırılarda cezasızlık kültürü son bulmalı

Geçen pazartesi akşamı İstanbul’da Bakırköy ilçesinin kalbi sayılan Tarık Akan Özgürlük Meydanı’na uzanan, semtin en işlek merkezlerinden Fahri Korutürk Caddesi’nde bir meslektaşımız herkesin gözü önünde ciddi bir saldırıya uğradı.

Haberin Devamı

Saat 19.30 sularıydı ve birazdan bu cadde üzerindeki “Halk TV” merkezinde başlayacak programına katılmak üzere yürümekte olan gazeteci Levent Gültekin, kalabalık bir grup tarafından kıstırılarak acımasızca dövüldü.

YouTube’da Gültekin’in yere indirildikten sonra etrafını kuşatan kalabalık grup tarafından nasıl tekmelendiğine ilişkin ürkütücü görüntüleri izleyebilirsiniz.

Yere düşünce, tekmeler karşısında Gültekin’in eliyle yüzünü korumak dışında bir çaresi kalmamıştır. Bu nedenle yüzüne yönelen tekmeler parmaklarının kırılmasına, ezilmesine yol açmıştır.

Bu meslektaşımızı hedef alan tekmeler yalnızca Levent Gültekin’e değil, onun şahsında Türkiye’de ifade özgürlüğüne, onun ayrılmaz bir parçası olan basın özgürlüğüne de atılmıştır.

ADALET BAKANI OLAY İÇİN NE DEDİ?

Haberin Devamı

 Aynı akşam bu olayın duyulmasından bir süre sonra Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün Habertürk TV kanalında katıldığı program başlamıştır. Bu programın konusu tahmin edilebileceği gibi, Gül’ün hazırlanış sürecini bizzat yönettiği, geçen hafta açıklanan yeni İnsan Hakları Eylem Planı”ydı.

Ancak program bu hadisenin hemen sonrasına rastlayınca, Gül, gazetecilerin Levent Gültekin’e yapılan saldırıya ilişkin sorularını da yanıtlamak durumunda kalmıştır, son dönemde basın özgürlüğü alanında yaşanan sıkıntılarla ilgili daha bir dizi soruyla birlikte.

Video kaydından da izlenebileceği gibi, bu soru gelince Adalet Bakanı Gül,Geçmiş olsun. Şiddet asla tasvip edilemez, kime karşı olursa olsun...” diyor, ardından sözü kadınlara yönelik şiddete getirip bu konuda konuşmaya başlıyor.

Bu konudaki ilk soruyu yöneltmiş olan gazeteci Nagehan Alçı, gazetecilere yönelik şiddetle ilgili ne yapılabileceğini sorarak meseleyi yeniden gündeme getiriyor. Gül, bu kez şu yanıtı veriyor:

Gazetecilere yönelik basın özgürlüğü Anayasa’da da güvence altına alınmış bir özgürlük. Gazeteciler sansürlenemez, faaliyetleri bir kamu hizmeti yapan bir meslektir. Elbette bu konuda gazeteci güvenliğini yine insan hakları eylem planında önemli bir başlık olarak aldık. Gazeteci güvenliği hususunda kurumların ortak çalışmasıyla, çünkü gazetecilik doğası gereği eleştirmeye müsaittir... Doğası gereği farklı bir şey dile getirebilir. Dolayısıyla, bu konuda gazeteci güvenliği de -tırnak içerisinde- önem verilmesi gereken bir konudur ve bu hususta önemli adımların atılacağı farkındalık ve diğer eğitim çalışmalarının, mevzuat çalışmalarının yapılacağı bir hedef olarak karşımıza aldık. Bunun içeriğini de somut bir şekilde hep beraber tamamlayacağız.”

Haberin Devamı

SON İKİ YILDA PEK ÇOK SALDIRI OLDU

 Gül’ün “Gazeteciliğin doğası gereği eleştirmeye müsait olduğu, doğası gereği farklı bir şey dile getirebileceği” yolundaki sözleri kuşkusuz doğru bir saptamadır. Ancak mesleğin doğası gereği farklı şeylerin dile getirilmesinin, eleştirinin gazetecilere zaman zaman saldırı şeklinde geri dönmekte olduğu tanık olunan hadiselerin teyit ettiği bir olgudur.

Geçen pazartesi günü yaşanan olay, son yıllarda gazetecilere karşı şiddet kullanılması şeklinde sıkça tekrarlanan ve bu yönüyle yaygınlaşmakta olan bir kalıbın en sonuncu halkasıdır.

Yakın tarihten bir dizi örnek vermek mümkündür. Hatırlayalım, 10 Mayıs 2019 tarihinde Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, Ankara’da evinin önünde altı saldırgan tarafından beyzbol sopalarıyla ağır bir şekilde dövülerek hastanelik edilmişti. Tam altı gün hastanede tedavi gören Demirağ, iki hafta çalışamaz raporu almıştı.

Haberin Devamı

2019 yılında meslektaşlarımız Sabahattin Önkibar ve Ahmet Takan’ın, 2020’de Murat İde’nin evlerinin önlerinde uğradıkları saldırılar da hemen akla gelen benzer hadiselerdir. Bu tür saldırılar bazen siyasetçilere de yönelmiştir. Örneğin 2020’de TİP milletvekili Barış Atay İstanbul Kadıköy’de beş kişinin saldırısının hedefi olmuştur.

Çok yakın bir tarihte, 15 Ocak’ta Ankara’da eşzamanlı saldırılarda Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve Yeniçağ gazetesi yazarı Orhan Uğuroğlu da yine evlerinin önünde saldırıya uğramıştır. Başka örnekler de verilebilir.

İKİ YILDIR AÇILMAYAN DAVA

 Saldırıların bu şekilde tekrarlanabilmesinin gerisinde ilk sıralardaki faktörlerden biri, ne yazık ki gazetecileri bazen de siyasetçileri dövmeyi aklına koyan saldırganları harekete geçmekten alıkoyacak etkili bir caydırıcılığın bulunmamasıdır. “Cezasızlık kültürü” sorunu, caydırıcılık alanında yaşanan eksikliğinin önemli bir boyutudur.

Haberin Devamı

Bu yazıyı hazırlarken dün merak saikiyle Orhan Uğuroğlu’nu aradım, uğradığı saldırının yargıdaki akıbetini öğrenmek için. Ankara’daki gazetecilik yıllarımdan arkadaşım olan Uğuroğlu, Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davanın “basit yargılama usulüne göre” görüleceğini belirtti ve “Yani duruşma olmayacak. Biz şikâyetçi taraf olarak iddianameyle ilgili görüşlerimizi yazılı olarak bildireceğiz. Saldırganlar da savunmalarını yazılı olarak iletecekler. Mahkeme de dosya üzerinden bir karar alacak” dedi.

Dün ayrıca Yavuz Selim Demirağ’ı arayarak iki yıl önceki saldırıdan sonra nasıl bir gelişme yaşandığını sorduğumda kendisinden henüz davanın açılmamış olduğu yanıtını aldım. Demirağ, şunları anlattı:

Haberin Devamı

Tam 22 ay geçti, hiçbir şey olmadı. En son ben hastanedeyken gelen polislere ifade vermiştim. Ondan sonra hiçbir savcı çağırıp ifademi almadı. Neredeyse iki yıl geçti ortada henüz bir iddianame yok. Olayın birinci yıldönümünde avukatım Hâkim ve Savcılar Kurulu’na neden davanın açılmadığına ilişkin bir yazıyla başvurdu. Bu başvurunun da bir sonucu olmadı.

Bu arada şu sözleriyle ilginç bir çağrıda da bulundu Demirağ, “Savcılar davayı bana açsınlar, ona da razıyım. Yeter ki açılsın dava...

SALDIRANIN YANINA KÂR KALMAMALI

Verdiğim özellikle son örnek, cezasızlık kültürü meselesinde yargının gazetecileri hedef alan fiili saldırlar karşısındaki hareketsizliğini göstermesi bakımından çok düşündürücü.

Şunu söylemek herhalde bir hata olmaz. Eğer bundan önceki saldırılar karşısında Türkiye’deki yargı sistemi süratli ve etkili bir şekilde işlevini yerine getirip failleri cezalandırmış olsaydı, muhtemelen sonraki saldırılara dönük bir caydırıcılık yaratılabilecekti. En azından saldırganlar yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını bileceklerdi.

Bu gibi örneklere bakınca, insan, Levent Gültekin’e düzenlenen saldırının akıbetinin farklı olabileceği konusunda ne yazık ki çok iyimser olamıyor. İnşallah bu düşüncemde yanılırım.

Tabii, caydırıcılığın yaratılabilmesi bakımından eylem planlarından önce siyaset kurumuna, özellikle ülkenin karar vericilerine düşen önemli bir görev var. Şiddet içeren bu tür hadiseler karşısında kamuoyunun hissedebileceği ölçülerde kuvvetli, tavırlı bir söylemin ortaya konması şarttır. Yalnızca “Geçmiş olsun, şiddet tasvip edilemez” şeklindeki üzüntü ifadelerinin ilerisine geçen en azından bir -kınama- atılabilecek adımların başında geliyor.

Yazarın Tüm Yazıları