Paylaş
"Altan Öymen Bey”, henüz 18 yaşında bir gençti. Mekteb-i Mülkiye’ye yeni kaydolmuştu. Ancak aklına gazeteci olmayı koymuştu. Defalarca Münir Bey’in odasından içeri girip bu talebini açtığında her seferinde kendisinden “Şu an müsait değil” şeklinde yanıtlar alıyor, bu yanıtları “Daha sonra olabilir” diye yorumlayıp, bir süre sonra yeniden kapısında beliriyordu.
Münir Bey, 12 Aralık günü genç gazeteci adayının inadı karşısında bu kez pes etti. Sonradan çevresindekilere kararının gerekçesini “Onda fikr-i takip vardı” diye izah edecekti Münir Berk.
“Fikr-i takip” o yıllarda gazeteciliğe başlayanlara öğretilen en temel ilkelerden biriydi. Bıkmamak, bir konuyu ısrarla izlemek... Altan Öymen, geçenlerde Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e verdiği mülakatta bu olayı aktardıktan sonra fikri takibin önemini şöyle anlatacaktı:
“Bir işe başladıktan sonra onun arkasını getirmek için istikrarlı bir uğraş vermek... Muhabirseniz izlediğiniz olayla ilgili yeterli bilgiyi edinmek için tüm imkânları sonuna kadar kullanacaksınız. Bırakmayacaksınız. Kapıları tamamen kapatılıncaya kadar açık veya aralık tutmaya çalışacaksınız...”
HEM ÇALIŞTI, HEM OKUDU
Altan Öymen’in yaşamını bir sinema filmi üzerinden anlatmak istesek, bu filmin başlangıcı Ulus gazetesinin yazıişleri müdürü Münir Berk’in odasında geçen bu sahne olmalıdır. Münir Bey, kendisini istihbarat şefinin yanına yollarken Altan Öymen’in hayat çizgisinde nasıl bir büyük değişikliğe yol açacağını, bu değişikliğin ileride Türk basını için ne gibi sonuçları olacağını tahmin edemezdi.
Filmin sonraki akışında gazetecilik ile siyaset arasında bir ‘döner kapı’ gibi gidip gelen, ancak her seferinde gazetecilikte karar kılan zengin, renkli bir yaşam öyküsü çıkacaktır. Ve bu filmin sahnelerini birbiri ardına izlemek, bir bakıma onun şahsi öyküsü üzerinden Türkiye’nin siyasi tarihi ve basın tarihinde bir yolculuğa çıkmakla eşanlamlı gidecektir.
Tek parti rejiminden çok partili demokrasiye geçişin sancıları, Demokrat Parti dönemi, DP’nin sivil otoriterliğe kayışı, 1960 darbesi, idamlar, demokrasiye dönüş, 12 Mart muhtırasıyla girilen ara rejim, demokrasiye dönüş, 12 Eylül darbesi, yeniden demokrasiye geçiş gibi birbirini tekrarlayan döngüler içinde geçen ve belli aralıklarla birlikte toplamda 70 yıla yayılan bir gazetecilik öyküsü bu...
Bu öykü muhalefetteki bir gazetecinin serüveni olarak başlar. Ulus, CHP’nin resmi yayın organıdır. Altan Öymen, CHP’nin ileri gelenleri arasında yer alan, eğitimci, iki dönem milletvekilliği yapmış Trabzonlu Hıfzırrahman Raşit Öymen’in üç çocuğundan en büyüğüdür.
Tek parti rejimi o yıl 14 Mayıs tarihinde yapılan genel seçimde Demokrat Parti’nin ezici seçim zaferiyle iktidara gelmesiyle birlikte sona ermiştir. Altan Öymen’in baba evinde o günlerde bir yenilgi duygusunun hâkim olduğunu tahmin etmek güç değildir.
Altan Öymen bir yandan gazetecilik yaparken, bir yandan da öğrenciliğini sürdürür. Çalışıp okuması sonucu üniversiteyi biraz gecikmeli bir şekilde, altı yılda bitirir. Mülkiye’nin mali şubesinden mezun olduğunda 1956 yılıdır. Aynı yıl sınıf arkadaşı olan, daha sonra da Hazine Genel Müdürlüğü’ne kadar yükselecek Aysel Öymen ile evlenir. Aysel Öymen, Türkiye’de bu makama gelen ilk kadın bürokrattır.
27 MAYIS VE KURUCU MECLİS ÜYELİĞİ
Gazeteciliğe başladığı ilk dönemde parlamento muhabiri olarak zamanının önemli bir bölümünü Ulus’taki eski Meclis binasında geçirir. Her gün siyasetin içindedir. 1955 yılında Ulus’tan Tercüman gazetesine transfer olup Ankara temsilciliğini üstlenir. 1957-58 yıllarında Yeni Gün’ün genel yayın yönetmenliğini yapar. Sonra yeniden Ulus’a döner.
Demokrat Parti’nin basına önce bir özgürlük ortamı açması, ancak özellikle ikinci dönemiyle birlikte baskıcı bir çizgiye kaymasına sahada yakından tanıklık eden, hatta bu baskılardan payına düşeni de alan gazetecilerden biridir Altan Öymen. Bir haber için ifade vermek üzere polis nezaretinde karakola götürülmek bunlar arasındadır. Ayrıca, Yeni Gün’deyken yayımladıkları bir haberden dolayı 10 ay mahkûmiyet alır, temyiz aşamasındayken gelen 27 Mayıs ihtilali ile dosya düşer.
27 Mayıs’ı Ankara’daki Ordu Donatım Okulu’nda yedek subay olarak karşılar. Askerliği bittiğinde gazeteciliğe dönüp Öncü gazetesinin kuruluşunda görev alır. Bu arada cemiyetçilik damarı da güçlüdür. Ankara’daki Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığına seçilir. Yeni Anayasa’yı hazırlamak üzere Kurucu Meclis oluşturulurken, basına ayrılan üç kişilik kontenjan için Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından yapılan seçimi de kazanır ve Kurucu Meclis’in en genç üyelerinden biri olur. Henüz 28 yaşındadır. Ardından eşi Aysel Hanım Bonn’a hazine müşaviri atanınca, Altan Öymen de Bonn Büyükelçiliği’nde basın ataşesi olarak görevlendirilir ve 1966 yılına kadar burada kalır.
Türkiye’ye döndüğünde önce tam 16 yıl önce iş aramak üzere kapısını çaldığı Ulus’ta bu kez genel yayın yönetmeni koltuğuna oturur, ardından o yıllarda sol çevrelerde bir hayli etkili olan, Çetin Altan’ın da ‘Taş’ köşesini yazdığı Akşam gazetesinde yazarlığa başlar. Ancak 1972 yılında sıkıyönetimin baskısı sonucu Akşam’dan ayrılmak zorunda kalınca, bu kez girişimci yanı ortaya çıkar ve Anka Ajansı’nı kurar. Artık çalıştığı kurumun patronu konumundadır.
12 MART’TA UÇAK KAÇIRMA İDDİASIYLA HAPSEDİLDİ
12 Mart 1971 muhtırası sonrasında girilen ara rejimde solcu aydınlara, kanaat önderlerine karşı başlayan tutuklama dalgası Altan Öymen’i de içine alır. İki kez tutuklanır. İlkinde 1971 Haziran ayında aralarında Yaşar Kemal, Prof. Mümtaz Soysal gibi pek çok aydının, yazarın hapse atıldığı büyük dalgada tutuklanıp Mamak Muhabere Okulu Komutanlığı’ndaki cezaevinde 15 gün geçirir.
Bir yıl sonraki ikinci tutuklanmasında yine Mamak’ta bu kez 28’inci Zırhlı Tümen Komutanlığı içindeki askeri cezaevinde tek kişilik bir hücrede bulur kendisini 22 Haziran 1972 tarihinde. Bir ay kadar sonra Erdal Öz’ün de bulunduğu Dış-B koğuşuna aktarılır. Uçak kaçırmakla suçlanmaktadır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerini engellemek amacıyla 3 Mayıs 1972 tarihinde Ankara-İstanbul seferini yapan bir THY uçağının Sofya’ya kaçırılması eyleminin arkasında olduğu ileri sürülür. Öymen’in, idam cezalarının infazına karşı Erdal Öz, Emil Galip Sandalcı gibi yazarlarla birlikte bir imza kampanyasına öncülük eden isimlerden biri olması, uçak korsanlığıyla suçlanması için yeterli olmuştur rejimin gözünde.
Toplam iki buçuk ay geçirir Mamak’taki askeri cezaevinde. Cezaevinde karşı hücrede Uğur Mumcu ile birlikte kalan Nuri Çolakoğlu’nun aktarımına göre, Mumcu “Evet Altan Öymen uçak kaçırabilir, ancak geç kaldığı takdirde” diye kendisine takılacaktır. Mumcu, kâğıttan yaptığı uçakları da üstüne ‘Sofya’ yazarak Altan Öymen’in hücresine yollayacaktır aradaki koridorda nöbetçi erin ortada görünmediği anlarda.
Hapishaneden çıkmasından sonraki yıllar Anka Ajansı’nın bir ekol olarak Türk basınında sesini etkili bir şekilde duyurduğu bir dönemdir. Türk basınında çoğu daha sonra önemli görevlere gelecek kuvvetli bir kadro ses getiren bir gazetecilik mesaisi ortaya koyar. O dönemde yolu ANKA’dan geçenler arasında Uğur Mumcu, Örsan Öymen, Teoman Erel, Nuri Çolakoğlu, İsmet Solak, Füsun Özbilgen, Raşit Gürdilek, Zafer Mutlu, Hasan Cemal, Ahmet Tan ve Derya Sazak akla ilk gelen isimlerdir. Öymen, bu arada Cumhuriyet gazetesine de yazılar yazar, özel haber projeleri yapar.
YAHYA DEMİREL’İN SUNTA SKANDALINI ORTAYA ÇIKARDI
Öymen’in bu dönemde Türkiye’nin gündemini sarsan en önemli habercilik başarılarından biri 1975 yılında Uğur Mumcu ile birlikte ortaya çıkardıkları ‘Mobilya Dosyası’ yolsuzluğudur. Dosyanın konusu, dönemin MC hükümetinin başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in düzenlediği sahte belgelerle İsviçre’deki bir şirket üzerinden üç ülkeye mobilya ihracatı yapar gibi gösterip, aslında sunta ihraç edip, devletten 25 milyon liraya yakın vergi iadesi almış olmasıdır.
Gerçekleştiği beyan edilen bu ihracata aracılık yapan İsviçre’deki şirket bir muammadır. Öymen, Lozan’a gider ve gösterilen adreste bir şirket değil resmi kayıtlarda öğrenci olarak görünen Arden Şellefyan isimli bir şahsın evinin bulunduğunu ortaya çıkarır. Şellefyan, adı bazı yolsuzluk olaylarına karıştığı için Türkiye’yi terk eden eski DP milletvekili Mıgırdıç Şellefyan’ın da kardeşidir. Yahya Demirel’in sunta skandalı, o zamanların en önemli araştırmacı gazetecilik olaylarından biridir. Bu skandal, o günlerde Başbakan Süleyman Demirel’in bir hayli başını ağrıtacaktır.
SİYASETE GİRİŞ, DARBE VE MUHABİRLİĞE DÖNÜŞ
Ve siyaset... 5 Haziran 1977 seçiminde Öymen’i CHP’den Ankara milletvekili adayı olarak görüyoruz. CHP lideri Bülent Ecevit’in davetini kabul ederek siyasete girer. Ecevit’in 1977 Haziran ayı sonunda kurulan ancak güvenoyu alamadığı için ömrü yalnızca iki hafta süren kabinesinde turizm bakanlığını üstlenir. Daha sonra CHP’nin genel sekreter yardımcılığına gelir. Ardından 12 Eylül darbesiyle TBMM feshedilip, siyaset yasağı getirilince, Öymen’in tek seçeneği vardır: Asli işi olan gazeteciliğe dönmek...
Bu kez Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığına başlar. Ancak Milli Güvenlik Konseyi 2 Haziran 1981 tarihinde çıkardığı 52 sayılı tebliği ile eski siyasi parti yöneticilerinin “sözlü ve yazılı beyanda bulunmaları ve makale yazmalarını” yasaklar. Öymen’in köşe yazarlığı bu tebliğ ile son bulur. Dönemin Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’in bulduğu formül, Öymen’i yurtdışında prestijli olaylara muhabir olarak görevlendirmek, ayrıca ülke içinde röportajlar yaptırmak olur. 52 numaralı MGK tebliği muhabirliği ve röportaj yazılarını yasaklamamıştır. Öymen, bu çerçevede Strasbourg’da Türkiye’deki durumu da gündemine alan Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi gibi toplantıları izlemeye başlar. Bir dönem milletvekili olarak Türkiye’yi temsil ettiği Assamble’yi artık elinde not defteriyle gazeteci kimliğiyle izlemektedir.
Bu arada ses getiren yazı dizileri hazırlar. Örneğin, Adana’da kebabın soğan konarak mı, yoksa konmadan mı yenmesi gerektiğine ilişkin tartışmayı da renkli bir üslupla işlediği “Kebap Üzerine Doktrin Tartışması” başlıklı dizisi büyük yankı yaratır. Ancak 1981 yılı ekim ayında Yunanistan’daki seçimleri izlemek üzere Atina’ya gidip “Yunanistan’da Seçim Var” başlıklı yazı dizisine başladığında “Kebap Doktrini” dizisinden farklı bir muameleyle karşılaşır. İçinde “seçim” sözcüğünün geçtiği dizi başlığından rahatsız olan Birinci Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Haydar Saltık diziyi yasaklar.
‘BANKER KASTELLİ’ HABERİYLE HERKESİ ATLATTI
Ardından 1982 yılında Milliyet’in patronu Aydın Doğan’dan aldığı teklifi değerlendirip Cumhuriyet’i bırakır ve Milliyet’e geçer. Aynı yıl imza attığı dönemin en çok ses getiren gazetecilik işlerinden biri yurtdışına kaçan “Banker Kastelli” lakaplı Cevher Özden’in Tunus’ta yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi hadisesidir. Altan Öymen de Özden’in eli kelepçelenerek getirildiği uçaktadır. Uçakta Cevher Özden’le konuşur. Milliyet, bu atlatma haberi 1 Ekim 1982 tarihinde “Kastelli ile aynı uçakta geldim” başlığıyla dokuz sütundan verir. Haberin spotunda “Dönüş yolculuğunda Kastelli ile konuşan tek gazeteci Altan Öymen yazıyor” ifadesi yer alır. Öymen’in yazdığına göre, uçakta kendisini karşısında gören Banker Kastelli’nin ilk tepkisi “Yine mi siz?” olur.
Bir kez daha gazetecilik tabiriyle herkesi atlatmıştır. Geldiği bütün mevkilere karşılık yeniden sahaya çıkıp muhabirlik yapmaktan hiçbir zaman gocunmaz. Aslında kalbinin en çok heyecanla attığı anlar sahaya muhabir olarak çıktığı zamanlardır. Sahaya çıkmak ve haber atlatmak onun için mesleğin olmazsa olmazıdır.
Daha sonra 1983 seçiminden sonra demokrasiye kademeli geçiş süreci içinde yeniden köşe yazmaya da başlar. Milliyet’te yayın koordinatörlüğü, başyazarlık gibi görevler üstlenir. 1982’den 1995’e kadar sürecek olan bu dönem, Öymen’in kariyerinin süreklilik anlamında en istikrarlı yılları arasındadır. Milliyet markası ile Altan Öymen markası uyumlu bir şekilde örtüşmüştür.
DENİZ BAYKAL’LA HESAPLAŞMA
Gelgelelim, içindeki siyaset kurdu yeniden baskın çıkar. 1995 yılına gelindiğinde yine siyasetin çağrısını duyar Öymen; daha doğrusu CHP Lideri Deniz Baykal’ın ısrarlı davetinin. Bu kez İstanbul milletvekili olarak TBMM sıralarındadır.
Ancak 1999 seçiminde milletvekilliğine adaylığını koymaz. 18 Nisan 1999 seçiminde esen Bülent Ecevit ve DSP rüzgârı CHP’yi yüzde 8.71 gibi bir oy oranıyla barajın altına düşürüp Meclis dışında bırakınca Baykal genel başkanlıktan istifa eder ve CHP 22 Mayıs 1999 tarihinde yeni genel başkanını seçmek üzere olağanüstü kurultaya gider. Öymen adaylığını koyar. Murat Karayalçın, Prof. Hurşit Güneş, Hasan Fehmi Güneş ve Ertuğrul Günay’ın da aday olduğu yarışta sandıktan çıkan CHP’nin yeni genel başkanı Altan Öymen’dir. Hürriyet, bu haberi “CHP, Ağabey Öymen’e Emanet” başlığıyla verir.
Gelgelelim CHP’deki genel başkanlığı ancak 15 ay sürer. Baykal, parti örgütü ve yönetiminde hâlâ etkilidir. Parti içindeki iktidar mücadelesi bir türlü dinmeyince hesaplaşma kaçınılmaz hale gelir ve Öymen, Baykal’a karşı kurultay çağrısında bulunur. 1 Ekim 2000 tarihinde yapılan kurultayda Baykal 543, Öymen 355 oy alır.
VE YAZARLIĞA DÖNÜŞ
Sonuçta Öymen’in ikinci siyaset denemesi de uzun süreli olmamıştır. Ve yine gazeteciliğe döner, Önce Finansal Forum’da yazmaya başlar. Ardından 2005 yılında yazar olarak Radikal’e geçer. Radikal’in 2014 yılında dijitale geçtikten sonra 2016 yılında yayın hayatının son bulmasıyla Öymen’in gazetede yazma dönemi de son bulur.
2000 sonrasındaki yıllar Altan Öymen’in yazarlık hayatında belki de en verimli dönemidir. Bu dönemde gazeteci olarak tanıklığını, yaşadığı yılları anlatan toplam beş kitap kaleme alır. Kitaplar “Bir Dönem Bir Çocuk”, “Değişim Yılları”, “Öfkeli Yıllar”, “Ve İhtilal” ve “Umutlar ve İdamlar” isimleriyle yayımlanır.
Kendi yaşam öyküsüyle, gazetecilik anıları ve siyasi hadiselerin akıcı bir üslupla, zengin görsel malzemeler ve gazete kupürleri ile birlikte aktarıldığı bu kitaplar, konu aldıkları dönemlere ilişkin önemli referans yapıtlar olma özelliği taşıyor. Beş kitaplık serinin son kitabı 1961’de Adnan Menderes’in asılması hadisesiyle kapanıyor. Öymen, halen serinin 1961 ile 12 Mart 1971 muhtırası arasındaki dönemi anlattığı bir sonraki kitabını yazmayı sürdürüyor.
CEVDET BEY’İN OYNADIĞI HAYATİ ROL
Bu kitapların her birinin hacminin genellikle 700-750 sayfa arasında değişmesi Öymen’in belgeciliğinin ve aynı zamanda titizliğinin bir yansımasıdır. Hiçbir şey açıkta kalmamalıdır. Zaten titizlik denince, bu yönü Türk basınında başlı başına bir olaydır. Kendisiyle yakından çalışmış herkesin Öymen’in titizliği ve detaylara olan merakı üzerinden anlatacağı muhakkak pek çok renkli hikâyesi vardır. Bu hikâyeler, çoğunluk yazılarının yazıişlerine genellikle gecikmeli bir şekilde gelmesi ve sonrasında da defalarca düzeltilmesini konu alır.
Ancak bu titizliği mükemmeliyetçiliği ve hata yapmama çabasının bir sonucudur. Galiba teknolojiye geçişi bir türlü yapmamış olmasının da rolü vardır bunda. Altan Öymen bilgisayar bir tarafa, daktilo kullanmaktan bile genellikle uzak durmuş, daha çok elle yazmayı tercih etmiştir. O nedenle elyazısıyla kaleme aldığı metinleri Radikal’de bilgisayarda yazan Cevdet Bey, bugün de kitap yazma sürecinde kendisinin yanında mesaiye devam etmektedir. Altan Öymen, tabii ki Cevdet Bey’in printer’dan çıktısını aldığı metni de ikinci, üçüncü, dördüncü kez düzeltecektir.
Gazeteci olarak ayrıntılara olan merakı en önemli hasletlerinden biridir. Haberin bütün unsurlarının yerli yerinde olması ve objektiflik gibi başlıklarda klasik gazetecilik ekolünün kuvvetli bir temsilcisidir. Ayrıca, çok mahir olduğu bir yönü, anlattığı olaylarda insanlar ve yaşanan durumlara ait çok küçük detaylar üzerinden her zaman bir renk unsurunu yakalaması ve yazıya bu renk üzerinden bir derinlik kazandırmasıdır.
‘ALTAN AĞABEY FAKTÖRÜ’
İlginçtir ki, bu kadar siyasetin içinde olmasına karşılık, siyasi kimliği gazeteci ve yazar kimliğine baskın gelmemiştir. Galiba bu durum yarattığı güven duygusundan ve siyaset ile gazeteciliğin kuralları arasındaki ayrımı yapabilmiş olmasından geliyor. Olguları siyasete feda etmemiştir. Bu dengeyi yakalayabilmesini mümkün kılan, sağduyusu ve hep makulün sınırları içinde kalmış olmasıdır. Onun çizgisinde oradan oraya büyük savrulmalar, fevri çıkışlar yoktur. İlkelerinden, duruşundan sapmadan, hep kendi doğrultu tutarlılığı içinde yol almıştır.
Ayrıca, gerçek bir centilmen olması ve zarafeti ile bulunduğu ortamlarda huzur ve güven hissi yaratır. Tabii, hiçbir zaman çıkartmadığı kravatı da onu anlatan bir yazıda muhakkak özel bir vurgu almalıdır.
Ankara’da gazetecilik yaptığım yıllarda ‘Milletvekili Öymen’i izlerken dikkatime takılan bir nokta, TBMM’de diğer partilerden siyasetçilerle kurduğu ilişkilerinde de aynı güven duygusunu yaratabilmiş olmasıydı. Galiba onların çoğu için de “Altan Ağabey”di.
Bu yazıyı hazırlamak üzere Altan Öymen’in gazetecilikteki aralıklı 70 yıllık serüveninin izini sürerken onunla ilgili çok önemli bir şeyi anladım. Onun öyküsünde galiba bütün yollar haber atlatma tutkusuna çıkıyor. Altan Öymen’in içindeki gazeteci, kimliğinin diğer parçası olan siyasetçi Altan Öymen’i de atlatmış. Genç meslektaşlarımı da buradan uyarıyorum, ağabey diye görüp gevşemeyin, sizi de hâlâ her an atlatabilir...
Paylaş