Paylaş
Geride bıraktığımız günler Batı dünyasının önde gelen kurumlarının zirve toplantılarına ve ayrıca liderler düzeyinde önemli ikili temaslara sahne oldu. Birbirini izleyen bu toplantılarda ilginç olan bir nokta, zirve toplantılarından sonra yayımlanan ortak açıklamalarda işlenen temalarda büyük ölçüde örtüşmelerin olmasıydı. Sıkça, farklı örgütsel çatılar altından aynı mesajların verildiğini gözledik.
Bugün özellikle dört önemli toplantının sonunda yapılan açıklamalardaki mesajları bu açıdan çok özet bir çerçeve içinde değerlendirmek istiyorum.
80 YIL SONRA GELEN İKİNCİ ATLANTİK ŞARTI
Bunlardan birincisi, geçen hafta perşembe günü Birleşik Krallık’ın güneybatısındaki Cornwall’da ABD Başkanı Biden ile ev sahibi Başbakan Boris Johnson’un imzaladıkları “Yeni Atlantik Şartı”. Bu metnin önemi şurada: İlk Atlantik Şartı, İkinci Dünya Savaşı sırasında 14 Ağustos 1941 tarihinde dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile dönemin Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill arasında Atlantik Okyanusu’nda Kanada açıklarında bir savaş gemisinde imzalanmıştı. Belge, bu iki ülkenin savaşa ve sonrasına ilişkin temel taahhütlerini duyuruyordu. Bu yönüyle, savaş sona erdikten sonra Avrupa kıtasında ortaya çıkan yeni düzeni şekillendiren fikirlerin ana çerçevesini de çizmişti.
Biden ve Johnson da geçen hafta “Yeni Atlantik Şartı”nı imzaladılar. Bu şart, Roosevelt-Churchill mutabakatından tam seksen yıl sonra ilk metinde ifade edilen kalıcı değerlerin sürdürülmesi, yeni ve eski meydan okumalara karşı korunması taahhüdünü içeriyor. Bir başka deyişle, yeni bildiri, eski mutabakatın, barış döneminde 21. yüzyıl koşullarına göre güncellenmiş bir versiyonu olarak takdim ediliyor.
Bu, aslında son derece yalın bir dille kaleme alınmış iki sayfa tutan bir metin. Demokrasi, kurallara dayalı bir uluslararası düzen, uluslararası sorunlara barışçıl çözüm ilkesi, bilim-teknoloji, güvenlik, kurallara dayalı bir küresel ekonomi, iklim değişikliği ve sağlık olmak üzere sekiz başlık altında bir dizi taahhüt içeriyor.
Bildirinin birinci maddesinde, iki ülkenin demokrasi ve açık toplum ilkelerini, değerlerini ve kurumlarını savunma kararlılıkları ifade ediliyor. Demokrasilerin bugünün kritik meydan okumalarına çözüm bulabildiklerini göstermeleri gerektiği belirtiliyor. Bu paragraftaki en can alıcı bölümlerden biri, “Şeffaflığı savunacağız, hukukun üstünlüğünü yaşatacağız, sivil toplumu ve bağımsız medyayı destekleyeceğiz” ifadesinde karşımıza çıkıyor.
G-7 BİLDİRİsİNDE DEMOKRASİ TAAHHÜDÜ
İkili zirveyi hafta sonunda yine Cornwall’da yapılan ve dünyanın önde gelen 7 gelişmiş ülkesinin liderlerinin bir araya geldiği G-7 Zirvesi izledi. Bu zirveden sonra yayımlanan ve toplam 37 sayfa tutan bildiri metninde küresel gündemi ilgilendiren hemen hemen her konuda bu ülkelerin ortak mutabakat noktaları sıralandı.
Bildiri, önceki G-7 bildirilerinde de karşılaşıldığı üzere demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı gibi ortak değerlere yapılan kuvvetli taahhütlerle başlıyor. Burada vurgulanan değerlerin daha sonra muhtelif başlıkların altında referans ilkeler olarak sıkça tekrarlandığını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, yeni teknolojilerin kullanım ilkelerinden söz edilirken, bunun demokratik değerleri, insan haklarını ve temel özgürlükleri gözetmesi gerektiği belirtiliyor.
NATO BİLDİRİSİ AB BELGELERİNE BENZİYOR
Geçen pazartesi günü yayımlanan NATO Zirvesi bildirisinde ise her zaman olduğu gibi, yine insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dönük taahhütler kayda geçiriliyor. Ancak demokrasi boyutu, yalnızca temel ilkelerin vurgulanmasıyla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda birçok ülke ya da bölgeyle ilgili değerlendirmelerde yol gösterici kriter olarak sıkça tekrarlanıyor. Örneğin, Moldova bölümünde bu ülkede demokratik reformların desteklendiği kaydediliyor. Keza, “Demokratik bir Beyaz Rusya” hedefinden söz ediliyor. Batı Balkanlar’a gelindiğinde, yine demokratik kurumların önemi ön plana çıkartılıyor.
Zirve bildirisinin kayda değer bir yönü, 2030 vizyon belgesine yapılan atıf çerçevesinde ittifakın siyasi boyutunun önümüzdeki dönemde güçlendirileceğinin belirtilmesi. Siyasi boyutun güçlenmesi bir yönüyle müttefikler arasında siyasi danışmaların daha da yoğunlaştırılması anlamına gelecek. Bu süreç, kaçınılmaz olarak demokrasi ve hukuk değerlerinin savunma örgütü içindeki konumunun daha da yukarı çekilmesi sonucunu doğuracak.
Bu arada, 2014’ten bu yana NATO içinde güvenlik sektöründe kurumsal yapıların güçlendirmesi adı altında yürütülen bir program, yolsuzluklarla mücadele hedefini de içeriyor. Geçen pazartesi günü yayımlanan bildiride, bu programa atıfla güvenlik sektöründe yolsuzluklar ve kötü yönetişimin güvenliği de zafiyete uğratacağının belirtilmesi dikkat çekici. Bu bağlamda yolsuzlukla mücadelenin NATO için önem taşıdığı ifade ediliyor.
Yine ilginç bir nokta, Ukrayna’nın NATO üyeliği değerlendirilirken demokratik değerlerin yanı sıra yolsuzlukla mücadele gereğinin de hatırlatılmış olması.
Verdiğim bu örnekler, geçmişte ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği ya da Rusya tehdidine odaklanan NATO bildirilerinin günümüzde artık ne kadar farklı konulara yöneldiği, eskiye kıyasla ne kadar yeni kavramları esas aldığını göstermesi bakımından çarpıcı bir tabloya işaret ediyor. Bildirinin bazı bölümleri NATO’dan çok bir AB belgesini çağrıştırıyor.
ABD-AB ORTAK AÇIKLAMASINDA TÜRKİYE
Bu haftanın bir başka ağırlık taşıyan metni, Biden’ın Avrupa Birliği liderleriyle yaptığı toplantıdan sonra yayımlanan “ABD-AB zirve açıklaması”. Toplam 11 sayfa tutan bu metinde, ABD ile AB’nin küresel gündeme ilişkin ortak görüşleri yer alıyor. Demokrasinin sahiplenilmesi, bu açıklamada daha giriş paragrafından itibaren en stratejik ortak paydalardan biri olarak beliriyor.
Burada özellikle 24 ve 25’inci paragraflar önemli. Bu bölümde otoriterliğin her türlü şeklinin reddedileceği hususunun vurgulanması göze çarpıyor. Yine bu bölümde medya özgürlüklerinin destekleneceği belirtiliyor. İlginçtir ki, ABD-Bileşik Krallık bildirisinde telaffuz edilen “bağımsız medya” vurgusu, ABD-AB metinde de karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede gazetecilerin korunması ve savunulması bir ortak hedef olarak kayda geçiriliyor. Altı çizilen bir başka ortak hedef, finans sistemleri, siyaset ve ekonomide yolsuzlukla mücadele gereği...
Bu açıklamanın Türkiye’yi ilgilendiren önemli bir boyutu, “Demokratik bir Türkiye ile işbirliğine dönük, karşılıklı çıkarlara dayalı bir ilişki hedefliyoruz” denilmesi.
BATI’DAKİ YÖNELİŞ GÜÇLENEREK SÜRECEK
Özetlemek gerekirse, Batı kurumlarının bu tutum belgelerinde altı çizilen ilke ve hedeflerin belli ölçülerde iç içe geçmekte olduğunu, bu metinlerin özellikle kuvvetlenen bir demokrasi vurgusu başta olmak üzere artan oranda birbirine benzemeye başladığını temel bir saptama olarak belirtmeliyiz. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu eğilim önümüzdeki dönemde güçlenerek devam edecektir.
Son dönemde Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkilerini normalleştirme arayışlarının ön plana çıkmaya başladığı gözleniyor. Bu arayışlar çerçevesinde Batı dünyasında değindiğimiz yönelişlerin göz önünde bulundurulması yerinde olacaktır. Bunun gereği, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk alanlarında Batı’dan aldığı yoğun eleştirilerin giderilmesini sağlayacak inandırıcı adımlar atmasından geçiyor.
Paylaş