Paylaş
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında herhalde çok az lider dönemin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Gorbaçov ölçüsünde tarihin akışına tuğrasını vurmuştur.
Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine yakından tanıklık eden diplomatlardan biri, o yıllarda Türkiye’nin Moskova’daki Büyükelçisi olarak görev yapan Volkan Vural’dı. Moskova’ya 1988 yılı eylül ayında ayak basan Vural, bu süreci gözlerken Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra birliğin içinden çıkan 15 yeni devleti Türkiye’nin tanıması ve ilişki kurması sürecini bizzat sahada yönetti. Türkiye’nin tanıdığı ama ilişki kurmadığı tek ülke Ermenistan oldu. Vural, 1988 yılında Sovyetler Birliği’ne atandı ama 1993 yılı haziran ayında Rusya’dan Türkiye’ye döndü.
Dün Büyükelçi Vural ile yaptığımız sohbette Gorbaçov’un liderliğini, attığı reform adımlarını, kendisinin tarihteki yerini değerlendirdik ve “Sovyetler’in dağılması önlenebilir miydi?” sorusuna da yanıt aradık.
BAŞTA SOVYETLER’İN DAĞILACAĞINA İHTİMAL VERİLMİYORDU
Vural, önce göreve başladığı ilk dönemde karşısında bulduğu Sovyetler Birliği realitesini anlatıyor. Moskova’ya adım attığı günlerde Sovyetler Birliği’nin dağılacağı gibi bir ihtimalin düşünülmediğini, Kremlin uzmanlarının da buna kesinlikle ihtimal vermediklerini hatırlatıyor.
Ancak büyükelçi olarak kendisini ayak bastığında en çok etkileyen, sistemin ne kadar “çökmüş”, keza ekonomik durumun ne kadar kötüleşmiş olduğunu gözlemlemek olmuştur:
“Ekonomik sistemde ciddi zorluklar vardı. Halkın alım gücü çok düşmüştü. Devletin verdiği sübvansiyonlar artık verilemiyordu. Evlerin kiraları artmış, konutların elektrik, su, doğalgaz fiyatlarına zam yapılmıştı. Rublenin değeri eriyordu. Ortada gerçekçi olmayan bir kur ve karaborsa kuru vardı. Arada 1’e 7 gibi dağlar kadar bir fark vardı. Karaborsa sisteminin devletin bazı kesimlerinin bilgisi dışında işlemesi mümkün değildi, çünkü çok yaygındı. Bence Sovyetler Birliği ekonomiden dolayı çöktü. Ekonomik yapı bu süper devleti taşıyamaz hale geldi.”
Bu noktada Sovyetler Birliği’nin 1979 sonunda Afganistan’ı işgalinin de birliğin çöküşü üzerinde önemli bir etki icra ettiğine dikkat çekiyor:
“Afganistan müdahalesi Sovyetler Birliği’ni her bakımdan hırpaladı, insan kaybının yanı sıra maddi kaynak olarak da... Gorbaçov da Sovyetler’in Afganistan’dan çıkmasını sağladı. Önemli bir nokta da şu: Dönemin ABD Başkanı Reagan’ın ‘Yıldız Savaşları’ projesini başlatması karşısında, Sovyetler Birliği askeri harcamalarda ABD ile yarışamaz hale geldi. Bu da Sovyet ekonomisinin çöküşünü hızlandırdı.”
‘İDEALİSTTİ AMA AYAKLARI YERE BASMIYORDU’
Büyükelçi Vural’ın bir diğer gözlemi, ekonomik krize ek olarak genelde sistemin de ciddi bir “çöküntü” içinde olmasıdır:
“Etkin olmayan, üretken olmayan, yozlaşmış bir sistem buldum karşımda. Örneğin devlet dairesinde iş yaptırmak için rüşvet vermek gerekiyordu. Yolsuzluklar dillendirilmeye başlanmıştı. Karaborsa dolayısıyla kaotik bir ortam vardı. Vardıktan üç ay sonra sürdürülebilir bir sistem olmadığını görmemek mümkün değildi. Sovyetler Birliği dışarıdan çözülebilecek bir devlet değildi ama kendi içinden pekâlâ çözülebileceğini düşünüyordum. Bu, benim 1988 sonundan itibaren değerlendirme olarak merkeze ilettiğim bir görüştü.”
Bu noktada Vural’a göre, reform kaçınılmazdı. Bu da Gorbaçov’u “perestroika” (yeniden yapılanma) ve “glasnost” (açıklık) politikalarına yöneltti.
KOMÜNİST PARTİSİ İÇİNDEKİ DİRENCİ HESAPLAYAMADI
Vural, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1991 yılında Moskova’da Gorbaçov ile yaptıkları görüşmede hazır bulundu. Gorbaçov’un o dönemdeki reform arayışlarını şöyle anlatıyor Vural:
“Bana göre idealist bir şahıstı ama ayakları yere tam basmıyordu. Yeni bir Sovyetler Birliği vizyonu vardı ancak bunu gerçekleştirecek gücü ve pratik tecrübesi yetersizdi. Reform yoluna çıkması doğru bir tercihti ancak bunu yapabilmesi için de belli bir özgürlük, tartışma ortamına ihtiyaç vardı. Özellikle komünist partisinin mutlak otoritesinin sarsılması, daha dinamik yapıya kavuşturulması gerekiyordu. Burada komünist partisi içindeki direncin gücünü de hesaplayamadı.”
Peki nerede hata yaptı? Vural’a göre, Gorbaçov’un teşhisleri doğruydu ancak attığı adımlar senkronize olmadı, birbirini destekleyen programlar haline gelmedi. Vural, “Bu durum tam tersine kaotik bir ortam yarattı. Ekonomik adımlar başarılı olmayınca halk daha da yoksullaştı. Halk yoksullaşınca Gorbaçov’un reformlarına olan inanç da azalmaya başladı.”
‘ZAYIF LİDER’ İMAJI HALKTA TUTUNCA
Vural’ın dikkat çektiği bir nokta, glasnost politikalarının getirdiği açıklığın ve tartışma ortamının özellikle Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinde milliyetçilik hareketlerinin önünü açması ve bu süreçte bağımsızlık taleplerinin su yüzüne çıkmaya başlamasıdır.
Burada selefleri geçmişte benzer nitelikte hareketleri şiddet yoluyla, disipliner önlemlerle bastırma yoluna giderken Gorbaçov farklı yöntem izlemiştir:
“Gorbaçov bu yönteme inanmıyordu. Bunun yanlış olduğunu düşünüyordu. Bağımsızlık taleplerine karşı oldukça sakin ve anlayışlı bir tavır sergiledi. Bu da Komünist Partisi içinde büyük rahatsızlıklara yol açtı. Parti içindeki radikal unsurlar kendisine karşı darbe girişimine kalkıştılar. Ayrıca onun Sovyetler Birliği’ne yakışmayan zayıf bir lider olduğunu söylemeye başladılar. Bu imaj halk nezdinde de yerleşti. Ancak başka bir seçeneği de yoktu. Ok yaydan çıkmıştı. Çünkü merkez sallanıyordu ve bunu gören herkes başının çaresine bakmaya başladı.”
İçeride aldığı eleştirilerin bir nedeni de Berlin Duvarı’nın 1989 kasım ayında yıkılmasından sonra Batı Almanya ile Doğu Almanya’nın birleşmesini kolaylaştıran bir yol izlemesiydi. “Gorbaçov iki Almanya’nın birleşmesine zımnen onay verdi. O dönemde en çok eleştiri aldığı noktalardan biri de bu tutumuydu” diye konuşuyor Vural. Buna karşılık burada sergilediği tavır, Batı’da göklere çıkartılmasına yol açmış ve kendisine Nobel Barış Ödülü’nü de getirmiştir.
Vural, “Gorbaçov Demir Perde’yi kaldıran, Soğuk Savaş’ın sonunu getiren, Doğu Avrupa’da demokrasinin yolunu açan bir lider olarak tarihteki yerini aldı. Ancak bu tarihi açılımlar kendisinin siyasi sonunu getirdiği gibi, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sorumlu tutulmasına da yol açtı” diye anlatıyor.
DÖNÜM NOKTASI ÇERNOBİL
Vural, Gorbaçov’la görevinden ayrılmasından sonra kurduğu vakfın merkezinde 1992 yılı sonunda yaptığı baş başa görüşmeyi hatırlarken, kendisinin siyasi gelişmelerden üzgün olduğunu, “Tarih karşısında benim yaptığımın doğruluğu anlaşılacak” dediğini aktarıyor. O görüşmeden ilginç bir gözlemi de şudur:
“Gorbaçov’u reform açılımlarına kararlılıkla yönelten faktörlerden biri Çernobil felaketidir. Burada sistemin ne kadar yozlaşmış olduğunu, etkin olmaktan ne kadar uzaklaştığını bütün çarpıcılığıyla görmüştür. Gerçeklerin saklanmasından da büyük rahatsızlık duymuştur. Çernobil felaketi onu reform konusunda daha da kararlı hale getirmişti. Bunu bana şahsen söylemişti.”
O görüşmede halefi Yeltsin’e çok öfkeli olduğunu ve oligarklarla ilişkilerinden kuşku duyduğunu da anlatıyor Vural: “Gorbaçov zamanında özelleştirmeler başlamıştı ama bu ölçüde değildi. Daha kontrollü gidiyorlardı. Yeltsin ise daha gözü kara bir şekilde hareket etti. Ülkeyi, ülkenin ekonomik kaynaklarını oligarklara teslim etti. Bugünkü oligark sisteminin ortaya çıkışı büyük ölçüde Yetsin’in politikalarının bir sonucudur.”
YERİNDE YA BAŞKASI OLSAYDI?
Peki Gorbaçov’un yerinde başka bir lider olsaydı tarihin akışı farklı bir seyre girer miydi? Vural, “Daha farklı olabilirdi belki. Soğuk Savaş uzayabilirdi. Ancak eninde sonunda birliğin dağılması kaçınılmazdı, sadece biraz geciktirebilirdi. Sovyetler Birliği yorgun bir devlet haline gelmişti. Uzaktan bakılınca devasa yırtıcı bir kuşa benziyordu ama yakınına gelindiğinde kanatları kırılmış, tüyleri dökülmüş görünüyordu” diye yanıtlıyor.
Vural, bundan otuz yıl önce büyükelçi olarak tanıdığı Gorbaçov’un ardından şöyle konuşuyor:
“Gerçekten çok üzüldüm. Vizyonerliği beni çok etkilemişti. Amacına ulaşamaması ve bugün onun politikalarının tam tersi bir yol izlenmesi çok saygı duyduğum Rus halkı adına beni daha da üzüyor. Gorbaçov iyi niyetli bir insandı, dürüst bir siyasetçiydi. Rusya’yı ve Sovyetler Birliği’ni Batı uygarlığı içinde gören, onun değerlerini paylaşan modern bir ülke yapmak hayaliyle yola çıkmıştı. Bu saygıdeğer bir çabadır.”
Son olarak, şu eklemeyi yapıyor Vural: “Onu yıkan, bence 1999 yılında karısı Raisa’nın vefatı oldu. Çok büyük bir yalnızlık içine düştüğünü anlıyorum. Çünkü Raisa onun her şeyiydi.”
Paylaş