Paylaş
Sert bir gündem değişikliğinin sonucu olarak son iki haftadır bu kez Suriye ile ilişkilerde normalleşmeyi tartışıyoruz.
Buradaki kayda değer bir gelişme, Suriye’de içsavaş 2011ilkbaharında patlak verdiğinde ikna çabası sonuçsuz kalınca bütün oyun planını Esad rejimini devirmek üzerine kurgulamış olan AK Parti iktidarının, bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından artık Suriye’de bir rejim değişikliği hedefinin bulunmadığını açıkça söyleme noktasına gelmiş olmasıdır.
‘DİKTATÖR VE ÇETESİNDEN KURTULANA DEK...’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen perşembe günü Ukrayna dönüşü gazetecilere “Bizim Esad’ı yenip yenmemek gibi bir derdimiz yok ki...” şeklindeki açıklaması, kendisinin geçmişte yaptığı ve doğrudan Esad’ı hedef aldığı sayısız beyanının arşivlerden çıkartılmasını beraberinde getirmiştir.
Bunlar içinde en vurucu metinlerden biri, herhalde Erdoğan’ın 26 Haziran 2012 tarihindeki AK Parti grubunda o dönemde başbakan sıfatıyla “Suriye halkına diktatör ve çetesinden kurtuluncaya kadar gereken her türlü desteğin verileceğini” taahhüt ettiği açıklamadır.
Türk kamuoyu, geçen süre zarfında Türkiye’nin Esad rejimine karşı silahlı Suriye muhalefetini desteklemek üzere ne kadar geniş imkânların seferber edildiğine yakından tanıklık etmiştir.
Buna karşılık, sonraki dönemde birçok önemli faktörün yan yana gelmesi, Esad rejiminin ayakta kalmasını mümkün kılmıştır. Bunların başında, radikal İslamcı grupların kısa zamanda muhalefet hareketinde baskın hale gelmelerinin tetiklediği sonuçlar geliyor.
BATI’NIN TUTUMU DEĞİŞİP RUSYA YARDIMA GELİNCE
Bu durum, başlangıçta Esad’ın gitmesi hedefine odaklanan Batılı hükümetlerin de Şam’daki rejime karşı tutumlarını gözden geçirmelerine ve isteksiz bir şekilde de olsa Esad’la birlikte yaşama seçeneğine yönelmelerine yol açmıştır.
Tabii DEAŞ’ın da içsavaşın kaos ortamından yararlanarak 2014’e doğru Suriye topraklarının azımsanmayacak bir kesiminde egemenliğini ilan etmesi, uluslararası camiada Esad rejiminin lehine işleyen bir etki yaratmıştır.
Ancak sahadaki askeri güç dengesini etkilemek anlamında en belirleyici faktör İran’ın, ardından özellikle Rusya’nın, askeri gücüyle Esad rejiminin yardımına gelmesidir. Rusya’nın 2015 yılında hava gücüyle devreye girmesi Suriye’de içsavaşın seyrini dramatik bir şekilde değiştirmiştir.
TÜRKİYE ASTANA SÜRECİNE KATILINCA
Sahadaki gelişmelerin bu şekildeki seyri, Türkiye’nin Esad rejiminden “kurtulma” arayışını zaten sahada akamete uğratmıştı. Burada muhalefetin 2016 sonunda Halep’ten çıkmak zorunda kalması önemli kırılmalardan biridir.
Bir sonraki 2017 yılı, “Astana Süreci” içinde Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye üzerinde siyasi çözüme dönük olarak üçlü bir çerçevede işbirliğini kurumsallaştırdıkları bir döneme denk geliyor.
Astana Süreci, bir yönüyle ilan edilen “çatışmasızlık bölgeleri” üzerinden içsavaşın kontrol altına alınarak sona erdirilmesini, diğer yönüyle de siyasi çözüm sürecinin başlatılmasını hedef alıyordu. Bu süreçte Türkiye muhalefete yakın dururken, Rusya ve İran da rejim açısından benzer bir işlevi üstlenmişlerdi.
Çatışmasızlık bölgelerinin hayata geçirilmesi, muhalefetin kontrol ettiği bölgelerde rejimle uzlaşmaya giren grupların burada kalması, bu seçeneği tercih etmeyen grupların ise kuzeye İdlib ve Fırat Kalkanı bölgesi gibi Türkiye sınırına bitişik alanlara gitmeleriyle sonuçlandı. DEAŞ faktörüyle de birleştiğinde Türkiye sınırına ve bitişik bölgelere dönük göç baskısı artmış oldu.
Ancak Astana sürecinin önemli bir sonucu, Esad rejiminin bir kez daha meşru bir aktör olarak tescil edilmesiydi. Türkiye, Esad rejimi ile doğrudan siyasi diyaloğu olmasa da, Astana formatında Rusya üzerinden dolaylı diyalog içindeydi.
Astana Süreci’nin siyasi alandaki bir diğer vurgulanması gereken sonucu, siyasi çözüm çalışmalarında uluslararası alanda kazandığı yüksek profildir. Birleşmiş Milletler çerçevesindeki müzakerelerin yürütüleceği Anayasa Komitesi’nin 2018 başında Astana formatındaki diplomasi faaliyetlerinde şekillenmesi her şeye rağmen önemli bir adım olmuştur.
FIRAT’IN DOĞUSUNDA ÖZERK YÖNETİM ORTAYA ÇIKINCA...
Astana ile birlikte, Türkiye ile Rusya’nın Suriye üzerinde hem işbirliği yaptıkları hem de sahada birbirlerinin güç alanlarını sınırlamaya çalıştıkları, hatta zaman zaman çatıştıkları son derece karmaşık dinamikleri olan bir süreç işlemiştir.
Bu tespitten sonra şimdi meselenin bir diğer boyutuna geçelim. ABD’nin de 2015 yılında DEAŞ ile mücadele edeceği gerekçesiyle PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurarak sahaya sürmesi, uygulamada Fırat’ın doğusunda bir özerk Kürt idaresi yönelişini güçlendirmiştir. Sınır boyunca PKK-YPG’den kaynaklanan terör saldırıları sorunun bir başka veçhesidir.
Soyağacı PKK’ya uzanan özerk yönetimin ABD’nin himayesinde bu coğrafyada yerleşmesi, bu kez Türkiye, Rusya ve İran’ı, Esad rejimi ile birlikte Suriye’nin parçalanacağı endişesine itmiştir. Astana formatı bu çerçevede Türkiye, Rusya ve İran’ın, ABD’nin Suriye üzerindeki nüfuzuna karşı işbirliği sergiledikleri bir işlev kazanmıştır. Geçen ay yapılan Tahran’daki Üçlü Zirve’nin de gösterdiği gibi, verilen ana mesaj, ABD’nin Suriye’de Fırat’ın doğusundan çekilmesi çağrısına dönüşmüştür.
Kuşkusuz, bu gibi çağrıları Esad rejiminin büyük bir memnuniyetle izlediğini belirtmeye gerek yoktur.
GEÇEN 11 YILIN MUHASEBESİNİ YAPINCA
Çok özet olarak aktardığımız Suriye’deki on bir yılın bu ana yönelişleri, Türkiye’ye dönük muhasebesi bakımından bize neyi anlatıyor?
En başa dönersek, “diktatör ve çetesinden kurtulmak” hedefiyle üzere yola koyulan ve bu yönde ciddi bir çabaya giren, kaynaklar seferber eden Türkiye, olayların akışında bu hedefinden vazgeçtiği gibi, bugün Esad rejimi ile normalleşme arayışı içinde görünüyor.
Türkiye, ayrıca yüklendiği 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacının yol açtığı devasa sorunlarla baş etmeye çalışırken göçmenlerin en azından anlamlı bir bölümünü ülkelerine geri gönderebilmenin çarelerini aramaktadır.
Bütün bu sürecin yarattığı şöyle bir çarpıcı paradoks da var. Bir dönem hedef alınan Esad rejimi, bugün gelinen noktada Suriye’nin Fırat’ın doğusu üzerinden bölünme ihtimali karşısında, Ankara’nın zımnen aynı ortak tehdit değerlendirmesinde buluştuğu bir aktördür. Ankara’daki hükümet yetkilileri, ayrıca Şam’daki rejim PKK/YPG terör tehdidinin üzerine giderse, bu çalışmalara siyasi destek taahhüdünde de bulunmaktadır.
Bundan tam on bir yıl önce Esad rejimine karşı Suriye muhalefetine kuvvetli bir destek verilir, rejimin devrilmesi hedefi aleni bir şekilde telaffuz edilirken, işlerin günün birinde bu noktalara gelebileceği ihtimali, anlaşılan Ankara’daki karar vericilerin üzerinde durdukları bir mesele değildi.
Paylaş