Paylaş
İlginçtir ki, bu konudaki eleştirilerin şiddetlendiği bir dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sürpriz bir destek, CHP’den iki dönem milletvekilliği yapmış olan eski Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’dan geliyor.
Elekdağ, geçenlerde hükümete muhalif Sözcü gazetesinde Uğur Dündar’ın köşesinde yayımlanan açıklamalarında, AK Parti liderliğine “ABD ve NATO’dan gelecek baskılara sonuna kadar dayanması, Çin’le işbirliğinden asla vazgeçmemesi” çağrısında bulunuyor.
ÇİN TEKLİFİNİN CAZİBESİ
Elekdağ’ın bu tutumu almış olması birçok bakımdan önemli. Kendisi hükümetin dış politikasına, ayrıca içteki bir dizi icraatına muhalefet eden bir isim.
Tecrübe faktörünün altını çizmeliyiz. Özellikle 1970’li yılların ortalarındaki ABD silah ambargosu döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı yapmış bir diplomat olarak, o yıllarda ulusal savunma sanayii kurma arayışlarına yakından tanıklık etmişti Elekdağ.
Tabii, 10 yıl süren (1979-89) Washington Büyükelçiliği döneminde Türkiye ile ABD arasında silah teknolojileri alanındaki gizlilik dereceli pek çok hassas dosyaya vâkıf olması da yaptığı değerlendirmeye ayrı bir ağırlık katıyor.
Elekdağ, öncelikle Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın bu konudaki açıklamasından yola çıkarak, neden CPMIEC adlı Çin firmasının tercih edildiğine ilişkin üç noktayı vurguluyor: 1) Görevi yerine getirme yeteneği, 2) Sanayie sağlayacağı katılım oranı ve teknoloji transferi, 3) Maliyet açısından diğer iki rakipten (İtalyan-Fransız ortaklığı Eurosam ve ABD’li Raytheon) daha avantajlı olması.
Ancak Çin teklifinin “esas cazibesi”, büyükelçiye göre, “Sistemin ortaklaşa üretilmesi ve teknoloji transferinin yüksek oranda olmasından kaynaklanıyor”.
‘ABD TEKNOLOJİ TRANSFERİNDE BİZE HASİS DAVRANDI’
Teknoloji transferi, emekli diplomatın değerlendirmesindeki en temel mülahazayı oluşturuyor. Önce “Başta ABD olmak üzere Batılı devletler bugüne kadar Türkiye’ye silah teknolojisi transferi konusunda son derece hasis davranmışlardır” saptamasını yapıyor Büyükelçi. Ona göre, bu hasisliğin gerisinde şu üç neden var:
“1. Türkiye’yi tek başına (1974 Kıbrıs harekâtı gibi), yani kendilerine muhtaç olmadan harekât yapabilme kabiliyetinden yoksun bırakmak.
2. Türkiye’nin kontrollerinden çıkması ihtimalini önlemek.
3. Hava kuvvetleri ve uzay teknolojileri açısından Ortadoğu’da hiçbir devletin İsrail’den daha güçlü olmaması gereği”.
Elekdağ, “Bu bakımdan Eurosam ve Rayteon’un Türkiye’ye ortak üretim önermeleri beklenemez” diye ekliyor.
İKİ ÖNEMLİ STRATEJİK KAZANIM
Buna karşılık, Çin ile ortak üretimin Türkiye’ye sağlayacağı stratejik kazanımları da şöyle sıralıyor Elekdağ:
“1. Türkiye kazanacağı teknolojik yetenekle bin ve 3 bin kilometre menzilli balistik füzeler üretebilecek. Türkiye’nin çevresinde birçok ülke konvansiyonel başlıklarla kullanabilecekleri bu tip füzelere sahip olup, bunlar ülkemiz açısından potansiyel tehdit oluşturuyor. Türkiye’nin de bu tip füzeler üretebilmesi, kendisine söz konusu tehditlere karşı caydırıcılık sağlayacak ve dünyada bu tip silahlara sahip sayıları çok sınırlı ülkeler arasında yer almasına imkân vererek diplomasisine güç kazandıracak.
2. Türkiye, kendi yayın ve gözetleme uydularını uzayda yörüngeye oturtmak için füzeler üretme ve uzun menzilli radarlar geliştirme kapasitelerini kazanacak. Bu da Türkiye’yi dünya güç hiyerarşisinde bugünküne nazaran çok daha önemli bir yere taşıyacak”.
‘NATO’DAN ÇIKARMA ENDİŞESİ YERSİZ’
Büyükelçi, ayrıca Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gibi endişelerin “tamamen yersiz” olduğu görüşünde. “Endişe duyulacak esas nokta” diyor Elekdağ: “Hükümetin, ABD’ye Suriye politikasından dolayı duyulan öfke veya Batılı firmalara fiyat kırdırma nedenleriyle Çin’e ihalenin verilip, bir süre sonra baskıların da etkisiyle tutum değiştirip ihalenin ikinci sıradaki İtalyan-Fransız ortaklığına verilmesidir”.
Şükrü Elekdağ’ın değerlendirmeleri, bu konuda sürmekte olan tartışmalar açısından kuşkusuz ilginç bir perspektif sunuyor.
Paylaş