Paylaş
Çatışmalar nedeniyle Lazkiye’den Türkiye’ye göç eden yaklaşık 1500 Suriyeli Türkmen’in bu çadırkente yerleştirilmesi, kamptaki Arap mültecilerin tepkisine yol açtı, gazetelere de yansıyan olaylar patlak verdi.
Geçen hafta Şam’daki büyük patlamada ölen Suriye’deki rejimin 4 kilit isminden biri olan Devlet Başkanı Beşar Esad’ın danışmanı, eski Genelkurmay Başkanı Hasan Türkmani de adından anlaşılacağı üzere Türkmen kökenli bir Suriye vatandaşıydı.
Ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen çarşamba akşamı Kanal 24’teki açıklamasıyla ilk kez en üst düzeyde bir Türk devlet yetkilisinin ağzından Suriye’deki Türklerin varlığından söz edildiğine tanık olduk.
ERDOĞAN’DA DIŞ TÜRKLER İLGİSİ
Başbakan, bu açıklamasında Türkmenleri Halep bağlamında telaffuz etti. Erdoğan, Kuzey Suriye’deki PKK-PYD yapılanmasının “Türkiye’yi rahatsız edeceğini” belirtirken. “Orada Halep ciddi manada Türklerin, Arapların da olduğu, Sünnilerin olduğu bir bölge” diye konuştu.
İlginçtir ki, Erdoğan ertesi gün Londra’ya giderken de “Kuzey Suriye’nin yalnızca Kürtlerden oluşmadığını” belirterek “Türk’ü de var, Arap’ı da var...” diye konuştu.
Bu iki açıklama, “Suriye’deki Türkler” dosyasının Başbakan’ın Suriye’ye dönük zihinsel egzersizlerinde giderek geniş bir yer tutmaya başladığını gösteriyor.
Ankara, Türkmenlerin Suriye denkleminde sınırlı bir ölçekte de olsa bir faktör haline gelmesini, bu ülkeye dönük pozisyonlarını güçlendirecek bir gelişme olarak görüyor olabilir.
Ayrıca, son dönemde Erdoğan’ın dış politika söyleminde kendisini göstermeye başlayan milliyetçi tonların da bu çabayı destekleyeceği söylenebilir. Başbakan’ın partisinin 14 Temmuz’daki Kocaeli kongresinde Türkiye’nin geçmişte “Kuzey Irak’ta Kerkük başta olmak üzere kendi soydaşlarına uygulanan soykırımlara gereken tepkiyi göstermediğinden” eleştirel bir şekilde söz etmesi, dış politikadaki “Dış Türkler” vurgusunun güçlendiğini gösteren çok çarpıcı bir örnekti.
SAYILARI KONUSUNDA TAHMİNLER ÇELİŞİYOR
Peki Ankara’nın projektörlerini üzerine tutmaya başladığı Suriye’deki Türkmen varlığının boyutları ne? Irak’ta olduğu gibi sayıca elle tutulabilir bir Türkmen azınlığından söz edilebilir mi Suriye’de?
Aslında tarihe bakıldığında, Suriye, Türkmen boylarının 11’inci yüzyılda bu bölgeye ayak basmalarından 20’nci yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar geçen süre içinde Türklerin çok kuvvetli varlık gösterdiği bir ülke. Osmanlı (1516) öncesinde Selçuklular, Memlukler ve Dulkadirbeyoğulları Türkmen dokusunu Suriye’nin yönetiminde baskın kılmışlar.
Osmanlı’nın çekildiği noktada Suriye’deki Türkmen sayısının 3 milyon dolayında gösteren çalışmalar var. Ancak bu sayı daha sonra ciddi bir şekilde gerilemiş. Bir bölümü Türkiye’ye göç ederken, kalanların önemli bir bölümünün “Araplaştığını” söylemek hata olmaz.
Önemli bir bölümünün Halep civarında yaşadığı, ancak başka kentlerde de sınırlı sayıda bulundukları anlaşılıyor. Suriye’deki Türkmen varlığı bir olgu olmakla birlikte, sayıları konusunda sağlıklı veriler yok. Nüfus içindeki oranlarını yüzde 10’un üzerine çıkaran tahminler de var, yüzde 1’e kadar aşağı çeken de... Resmi çevrelerde yüzde 3-4 aralığı içinde tahminlere de rastlamak mümkün. Ülkenin nüfusunun 22 milyon dolayında olduğu düşünülürse, bu 660 bin ile 900 bin arasında bir aralığa denk geliyor.
ÖRGÜTLÜ BİR YAPI YOK
Ancak buradaki mesele, Türkmenlerin sayısından çok kendi aralarında ciddi bir örgütlenme içinde olmamaları. Suriye’de örgütlü bir Türkmen siyasi hareketi olmadı. Baas rejimi altında olabilmesi de zaten imkânsızdı. Bu haliyle kısmen örgütlü bir görüntü veren Irak’taki Türkmenlerden çok farklı bir tablo var.
Ayrıca, bugün Esad rejiminin yıkılması için mücadele veren Suriye muhalefeti içinde bir Türkmen organizasyonunun varlığından da söz edilemez.
Suriyeli Türkmenlerin, yeni dönemde örgütlenerek seslerini kendi başlarına duyurabilme yeteneğini kazanıp kazanamayacaklarını bekleyip görmek gerekiyor.
Ancak Erdoğan’ın çıkışları, Esad rejiminin çökmesi halinde yeni Suriye’nin şekillenmesi sürecinde Ankara’nın bu ülkedeki Türkmenlerin haklarını yüksek bir sesle gündeme getirmeye hazırlandığının bir işareti olarak görülebilir.
DÜZELTME: 17 Temmuz tarihinde yayımlanan “Gül’ün Rektör Tercihleri” başlıklı yazımda Gazi Üniversitesi’ndeki rektör adaylarından Prof. Derviş Yılmaz’ı “MHP çizgisinde” bir akademisyen olarak nitelendirmiştim. Prof. Yılmaz, telefonla arayarak bu çizgide nitelendirilemeyeceğini, ancak kendisine “milliyetçi-muhafazakâr” denmesine bir itirazı olmayacağını söyledi. S.E.
Paylaş