BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Konya’da yaptığı açıklamada “İşte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor” şeklindeki sözlerini, “kuvvetler ayrılığı” kavramına bakışıyla ilgili bugüne dek kayda geçmiş en eleştirel çıkışlardan biri olarak görmemiz gerekiyor.
Bu konudaki sözleri, kendisinin demokrasi ve hukuk devletinden ne anladığı, yeni anayasa hazırlıkları çerçevesinde Türkiye’ye nasıl bir siyasal düzen getirmek istediği gibi soruların yanıtlarına ilişkin önemli unsurlar taşıyor. Bu nedenle ciddi bir şekilde tartışılmayı hak ediyor. Bu irdelemeyi bugünden yapmak önümüzdeki günleri anlamaya da ışık tutacaktır.
* * *
Önce Erdoğan’ın bu konudaki görüşlerinin izlediği mantığa bakalım. Başbakan, “Türkiye’deki sistemin düzgün kurulmadığını, içinde hatalar barındırdığını” belirttikten sonra “Bu nedenle umulmadık şekilde bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, yargı ile karşı karşıya kalıyorsunuz” diye konuşuyor.
Başbakan’ın burada altı çizilmesi gereken kilit ifadesi şudur: “Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini düşünmesi lazım ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım. Güçlü hale geleceksek böyle güçlü hale gelebiliriz.”
Görüleceği gibi, Erdoğan bu ifadesiyle yargıya kararlarını verirken “öncelikle milletin menfaatini düşünmek” gibi bir kriter getiriyor.
Kuşkusuz, toplumun çıkarının öncelik olarak görülmesi ilk bakışta kimsenin itiraz etmeyeceği bir önermedir. Gelgelelim neyin milletin çıkarı olduğu neyin olmadığı sorusu siyasidir ve tümüyle sübjektif bir tartışmanın konusudur. İktidar partisinin milletin çıkarına gördüğü bir düzenlemeyi bir başka parti pekâlâ millet açısından sakıncalı görebilir.
İktidarlar çoğunluk mutlak haklı olduklarına inanırlar. Ancak uygulamada sayısız hata yaparlar. Basit mantıkla yaklaştığımızda, yargı, iktidarın anladığı şekilde “millet çıkarı” tanımıyla uyumlu bir içtihada yöneldiğinde, bütün bu hataları da koşulsuz onaylamak durumunda kalacaktır.
* * *
Milletin menfaati nedir? Başbakan’ın zaviyesinden bakarsak, tabii ki, bundan
AK Parti hükümetinin TBMM’den geçirdiği yasaları, ayrıca idari tasarruflar olarak yayımladığı kararnameleri, genelgeleri, tüzük ve yönetmelikleri anlamamız gerekiyor.
Erdoğan’ın öngördüğü modelde, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi ile hükümetin idari tasarruflarını denetleyen Danıştay ve idari mahkemeler, bu görevlerini yaparken önlerine gelen dosyalara öncelikle iktidarın “milletin menfaati” kriterinden bakmak durumunda olacaktır.
Oysa yargı sübjektif değil, objektif ölçülere göre hareket etmekle yükümlüdür. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi yürürlükteki anayasa metnini, Danıştay da mevcut yasaları esas almak zorundadır. Erdoğan’ın doktrinini uyarladığınızda, hükümetin öngördüğü “milletin menfaati” kriterinin yürürlükteki cari hukukun önüne geçmesi gerekir. Adını koyalım, bu da bir tür “yerindelik denetimi”dir.
Geçmişte yüksek yargının yerindelik denetimine her vesileyle karşı çıkan AK Parti hükümetinin şimdi kendisinin benzer bir arayışa girmesi ciddi bir çelişkidir.
* * *
Başbakan’ın dün telaffuz ettiği görüşler, kuvvetler ayrılığı kavramının içini boşaltan ve yürütmeyi, yargı karşısında üstünlük noktasında konumlandıran bir yönetim modeli arayışını gösteriyor.
Demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının tarih içindeki evrimine baktığımızda “kuvvetler ayrılığı” kavramının vatandaş özgürlüklerinin güvencesi olarak ortaya çıktığını ve geliştiğini görüyoruz.
Yürütme ile yargı arasındaki ilişkinin nasıl tanımlandığı o ülkedeki siyasi sistemin niteliğini de belirliyor. Bu ilişkide yürütmenin yargı üzerinde kontrol sahibi olduğu, yargının hükümetin beklentilerine uygun hareket ettiği rejimler için siyaset literatüründe ne gibi tanımlar kullanıldığı, bulmacaların en kolay yanıt bulan sorularından biridir.