Paylaş
Erdoğan’ın siyasi serüveninde muhtemelen köşeye en çok sıkıştığını hissettiği krizlerden biri bu. Burada vereceği sınav, başında bulunduğu partinin geleceği ve Cumhurbaşkanlığı’na çıkma planları da dahil olmak üzere kendisinin siyasi bekası açısından belirleyici olacaktır.
Başbakan Erdoğan, geçmişte büyük badireler atlatmış ve her seferinde bunlardan iktidar alanını genişleterek çıkmış olan bir lider. Örneğin, hapse girmiş, cezaevinden güçlenerek çıkmıştır. 27 Nisan e-muhtırasına muhatap olmuş, askerin bu müdahalesini oyunu yüzde 47’ye çıkaracak bir siyasi koza tahvil edebilmiştir. Partisine kapatma davası açılmış, bu tehlikeyi de atlatıp oyunu bu kez yüzde 50’ye yükseltmiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Girdiği kavgalardan hep galip ayrılmıştır.
***
Kendini neredeyse her seferinde tekrarlayan bu kalıp ilk kez Gezi direnişinde bozulmuştur. Sivil nitelikli bu başkaldırı Erdoğan’ın bütün ezberini bozmuş, gücünün sınırlarını kendisine göstermiş, dış dünyadaki “reformcu lider” algısı yerini “otoriter lider”e bırakmıştır.
Ama dışta uğradığı zemin kaybı ne kadar büyük olursa olsun, Başbakan, partisinin kitlesel desteğini, gücünü korumak anlamında Gezi direnişini az çok hasarsız bir şekilde atlatmıştır. Direnişe karşı kullandığı tezlerin gerçeğe ne kadar tekabül ettiği çok tartışmalı da olsa, Erdoğan Türkiye’nin yüzde 50’sini oluşturan kendi tabanını ikna etmeyi, yanında tutmayı başarmıştır.
Bu kez durum çok farklı. Birçok nedenle...
***
Birinci fark, kendisine meydan okuyan yeni hasmının özelliklerinden kaynaklanıyor. İktidar paylaşımı içinde bünyesi içine aldığı dünkü müttefik/bugünkü hasım, çok şey biliyor. Erdoğan, şu an hasmın bundan sonra hangi adımları atacağını, elinde başka kozlar olup olmadığını, işin nereye uzanacağını bilmiyor. Bu yönüyle önünü göremiyor, bir belirsizlik yaşıyor. Bir güçlüğü daha var. Erdoğan kavgadan çekinen bir siyasetçi değil, aksine kavgayı siyaset tarzı olarak benimseyen bir siyasetçi. Ama bu kez daha önce pek karşılaşmadığı türde bir kavgayı vermek durumunda. Hasmının farklı mücadele yöntemleri var. Bunlar Erdoğan’ın bildiği geleneksel kavga yöntemlerini yetersiz kılabilir.
İkinci fark, yolsuzluk dosyalarının gündeme düşmesiyle birlikte ortaya çıkan hasarın derecesi ve boyutlarıyla ilgili. Kabul edelim ki ekranda beliren, yolsuzluklara karışmış bir parti algısıdır. Erdoğan güçlü belagati ile kürsüden ne kadar kuvvetli bir kampanya yürütürse yürütsün, partisinin tabanında zihinlerin karışmasını önleyebilmesi kolay değil. Dürüstlüğü, iyi ahlaklı olmayı her şeyin üstünde tutan mütedeyyin insanların
ortaya dökülen görüntülerden rahatsızlık duymaması mümkün müdür? Geçmişte yolsuzluklar anlamında Deniz Feneri gibi birçok olumsuzluğun patlak vermesine rağmen, bir dizi nedenden dolayı bu hadiseler AK Parti’nin imajına yapışmıyordu. Gelgelelim Erdoğan’ın siyasi söyleminin en stratejik unsurlarından biri olan “yolsuzluklarla ilişkisiz parti” kabulü, son skandalla birlikte tedavülden kalkmıştır. Buradaki hasarın tümünü onarabilmesi çok güçtür.
***
Üçüncü faktör, krizin yapısının, hükümetin yaşadığı zemin kaybını daha da büyüten ve hızlandıran bir nitelik taşımasıdır. Soruşturmayı yürüten savcıyı kontrol altına alma çabası, poliste girişilen muazzam tasfiye operasyonu gibi gelişmeler, soruşturmanın hükümet tarafından engellendiği görüntüsünü pekiştiriyor. Aslında Başbakan Gezi’de yaptığı gibi “topyekûn taarruz” stratejisine yöneliyor. Ancak bunu yaparken oyunu karşı tarafın dikte ettiği bir sahada kabul etmiş oluyor ve belki de kendisine karşı hamleyi yapan iradenin ondan beklediği hataları birbiri ardına yapıyor. Karşı tarafı ve kamuoyunu şaşırtacak, hamle üstünlüğünü kendisine çevirecek bir adımı henüz atabilmiş değil. Durumun gerçekçi bir analizini yapıp, iddiaların hedefindeki bakanları büyük bir süratle görevden alacağı bir operasyon bu yönde bir adım olabilirdi.
***
Dördüncü bir fark daha var. Erdoğan, işin bu boyutunu şu an umursuyor gibi görünmese de, kendisinin ve hükümetinin dış dünyadaki algısı süratli bir düşüş eğrisi çiziyor. Gezinin dış dünyadaki önemli sonucu “otoriter Erdoğan” algısının doğmasıydı. Yeni dönemde bu algıya “yolsuzlukların üstünü kapatma, şeffaflıktan uzaklaşma” unsuru da eklenecektir. Bu yeni algının ekonomiden dış politikaya, Türkiye’nin uluslararası alandaki ağırlığına kadar pek çok yansıması olabilir.
Her halükârda Başbakan’ın işinin bu kez hiç kolay olmadığı aşikâr.
Paylaş