Paylaş
Aynen şöyle dedi Başbakan Erdoğan: “Biz, başı dik, özgüveni yüksek bir Türkiye hayal ettik. 200 yıldır özgüveni hırpalanan, hem içeriden hem dışarıdan iteklenen, tartaklanan ve yağmalanan bir Türkiye’den, kendi ayakları üzerinde duran, bölgesinde ve dünyada ‘Ben de varım’ diyerek iddia sahibi olan bir Türkiye hayal ettik. 200 yıldır sistemli şekilde bizim özgüvenimizi kırmak istediler. Bizi tarihimizden, ecdadımızdan koparmak istediler, boynumuzu bükmemizi, iddialarımızdan vazgeçmemizi, herkesin karşısında el pençe divan durmamızı istediler. Bir kalıba girmemizi istediler...”
Konuşmasının daha sonraki bölümünde, konuyu yeniden 200 yıl meselesine getirdi ve şöyle devam etti Başbakan:
“Biz, ilmiyle, sanatıyla, devlet yönetimiyle, medeniyet inşa etmiş, medeniyetlere istikamet çizmiş bir milletin mensuplarıyız. Siyasi tarihimiz boyunca bu şuuru yüceltmenin ve yükseltmenin mücadelesini verdik. Unutturulmak istenen bir medeniyeti yeniden diriltmenin, yeniden inşa etmenin, dizlerinin üzerinde yeniden yükseltmenin mücadelesini verdik. 200 yıl boyunca yüzüstü sürünen bir medeniyetin yüzünü ağartmanın mücadelesini verdik. Allah’a hamd olsun, bunu da başardık.”
***
Bu “200 yıl” meselesi, Erdoğan’ın son dönemindeki söyleminde sıkça karşımıza çıkan bir temayı gösteriyor.
Bir iki örnek verelim. Başbakan, 11 Mayıs 2014 tarihli grup konuşmasında “Son 200 yıl boyunca bu toprakların asli unsurlarının, yani milletin, yoksulların, okuyamamış olanların, milli manevi değerlerine sımsıkı bağlı olanların sistematik bir tahkire, aşağılanmaya, ötelenmeye maruz kaldığını” belirtiyor.
Biraz daha geriye gidelim. Erdoğan, 12 Kasım 2013’te yine parti grubuna hitap ederken “200 yıldır bu millete istikamet dayatılıyor. Milletin önüne seçenek konulmuyor. Milletin değerleri dikkate alınmıyor. 200 yıldır doğru olan budur deniliyor ve bu doğru millete baskıyla, şiddetle, ceberut bir devlet anlayışıyla dayatılıyor” diye konuşuyor.
Aslında 7 Kasım 2009 tarihinde Türkiye Milli Kültür Vakfı’nda yaptığı bir konuşmada Erdoğan’ın bu konudaki görüşlerini daha geniş bir şekilde temellendirdiğini görüyoruz. Erdoğan’a göre, “Son 200 yıl bu milletin benliğinde ve hafızasında derin izler bırakmış”, bu süreçte “aydınlar, ilim ve sanat erbabı büyük savrulmalar yaşamış”, “jakoben ve elitist anlayış yaygınlaşmış, aydınlar ülkenin temel değerlerine, ruh köküne yabancılaşmıştır”. Başbakan’a göre, “Geçmişte ve bugün yaşamakta olduğumuz birçok meselenin temelinde, aydınların ve yönetici kitlenin kendi öz değerlerinden milletin hassasiyetlerinden kopuşu etkili olmuştur.”
***
Görüleceği gibi, Erdoğan artık sıkça konuşmalarında “200 yıl” tezine başvuruyor, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’den geriye doğru giden iki yüzyılı tümden bir olumsuzluk dönemi olarak nitelendiriyor. Türkiye’nin başına gelen neredeyse bütün kötülükleri bu tez üzerinden açıklıyor.
Başbakan, bu temanın devamında, iki yüzyıl boyunca “yüzüstü süründükten” sonra bu medeniyetin kendi iktidarları döneminde yeniden “yüzünün ağardığını” müjdeliyor. Bu anlamda kendi iktidarını iki yüzyıllık savrulmanın bir antitezi olarak tanımlıyor, liderliğine, yani şahsına da tarihin akışını yeniden olumlu bir doğrultuya yöneltmenin başarısı ve mirasını atfediyor.
Bu savrulmanın yaklaşık bir yüzyıla yaklaşan bir süresinin Cumhuriyet idaresi altında, ondan önceki yüzyılın da Osmanlı’nın son döneminde geçtiğini söyleyebiliriz. Erdoğan, böylelikle başta tek parti yılları olmak üzere Cumhuriyet dönemine dönük bilinen çekincelerinin yanı sıra, Osmanlı’nın son dönemiyle ilgili kuvvetli bir itirazı da dile getirmiş oluyor.
***
Peki Erdoğan iki yüzyıllık savrulma dönemi hangi spesifik olayla başlatıyor? Kopuşu tetikleyen hangi tarihi hadisedir? Bu soruya yanıt ararken kendimizi birden 19’uncu yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki modernleşme arayışlarının başladığı bir zaman aralığında buluyoruz.
Erdoğan herhangi bir hadisenin adını geçirmese de mesajının bu dönemdeki Batılılaşma çabalarını konu aldığını tahmin etmek çok güç değil. İçinden geldiği Milli Görüş çizgisindeki muhafazakâr düşünce dünyasının koordinatları bu tahminde bize yol gösterici oluyor. Bu açıdan baktığımızda, Başbakan’ın, 1839’da Sultan Abdülmecid zamanında ilan edilen ve Osmanlı’nın hukuk, eğitim, sanayileşme ve ordu da dahil olmak üzere pek çok alanda ilk kez Batılı kurumsal düzenlemelere geçiş yaptığı Tanzimat reformlarını –özellikle- kastettiğini ileri sürebiliriz.
Bir başka deyişle, Erdoğan Çankaya Köşkü’ne doğru adım atarken, yalnızca bugünkü muhaliflerine değil, Tanzimat’a da tavır almaktadır.
Tabii aynı konuşmada kendisinin bir taraftan da -Cumhurbaşkanı seçilirse- “Avrupa Birliği’ne tam üye olmak için çok daha fazla çalışacağı” taahhüdünde bulunması, Sultan Abdülmecid’in ruhunun hiç olmazsa bir nebze teselli bulmasını sağlamış olmalıdır.
Paylaş