SON haftalarda Yunan kamuoyunda beliren havaya kendinizi kaptırırsanız, Ankara ile Atina'nın Ege'de savaşın eşiğine geldiklerini zannedebilirsiniz.
Başta Türkiye ile yakınlaşma politikasının mimarı Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu olmak üzere hükümet yetkilileri, her gün yeni bir açıklamayla Türkiye'yi Ege'de Yunan hava sahasını ihlal etmekle suçluyorlar.
Atina, Türk savaş uçaklarının Ege'deki uçuşlarını her seferinde AB'ye şikáyet ederek, Türkiye'yi AB karşısında suçlanan bir ülke konumuna sokuyor.
Ege'de on yıllardan beri süren uçuş kuralları birden sistematik bir kampanyayla AB'nin gündemine taşınıyor. Ankara'da ise olayı büyütmeme eğilimi hákim.
ALTTAN ALMA POLİTİKASI
Genelkurmay'ın suçlamaların Türkiye'nin üzerinde kalmaması için bir açıklama yapılması yolundaki talebinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından karşılıksız bırakılması, hükümetin ‘‘alttan alma’’ politikasının belirgin bir ifadesi olarak görülebilir.
Dışişleri Bakanı'nın isteksiz davranması üzerine Genelkurmay'ın açıklamayı kendi başına yapmak zorunda kalması, başka bir sorunu beraberinde getiriyor.
Açıklama Genelkurmay tarafından yapıldığında, bu kez Yunanistan'da Türkiye'yi sivil hükümetin değil, askerlerin yönettiği yolundaki eleştiriler baş gösteriyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Atina'nın suçlamaları karşısında ‘‘Biz AB sürecindeyiz. Bu konularda gerek bizim, gerek Yunanistan'ın hassasiyet göstermesi gerekiyor’’ demesi, hükümetin esnek yaklaşımını sergiliyor.
Belli ki, dış politikada temel önceliğini AB tam üyeliğine veren AKP hükümeti, AB'yi karşısına almamak için Yunanistan'ın bu tırmandırma stratejisini şimdilik sineye çekmeyi kabulleniyor.
ATİNA'NIN İKİ TAKTİK HEDEFİ
Yunanistan'ın Türkiye karşısında bu şekilde bir tırmanma siyasetine geçmesinin gerisinde kuşkusuz uluslararası kamuoyu ve özellikle de AB'yi kendi görüşleri doğrultusunda şekillendirme çabasının yattığı söylenebilir.
Muhtemelen iki taktik amaç söz konusu:
Atina, Türkiye'nin özellikle Irak krizi sonrasında ABD ile ilişkilerinin kötüleşmesi ve bölgesel ağırlığının zayıflamasından yararlanarak bu durumu kendi lehine kullanmak istiyor.
Atina, ayrıca önümüzdeki yıl Ege sorunlarında Türkiye ile Yunanistan arasında kıyasıya yaşanacak olan pazarlık öncesinde AB'yi Ege'de kendi tezlerinin yanına çekmeye çalışıyor.
2004 İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI
Bu noktada, Türkiye'ye tam üyelik statüsünü tanıyan 1999'daki ünlü Helsinki AB zirvesi kararının en önemli unsurlarından birinin Ege sorunları olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Helsinki metni, Türkiye ile Yunanistan'ı ‘‘aralarındaki sınır anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturmak için her türlü çabayı göstermeye’’ davet ediyor, ‘‘bunda başarılı olunamazsa adayların sorunları makul bir süre içinde Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelerini’’ öngörüyor.
Kararda, ‘‘AB, üyelik süreci üzerindeki yansımalarıyla ilgili olarak, en geç 2004 yılı sonuna kadar Divan yoluyla çözümü teşvik etmek amacıyla bu anlaşmazlıklara ilişkin durumu gözden geçirecektir’’ deniliyor.
2004 sonu, bilindiği gibi AB'nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatıp başlatmama kararını alacağı zaman kesitini de gösteriyor.
ZAFİYET GÖRÜNTÜSÜ NEDEN TEHLİKELİ?
Bu tarihe gelindiğinde, Türkiye siyasi alandaki bütün ölçütleri karşılamış olsa bile, müzakere tarihi alabilmek için Ege sorunlarının çözümü konusunda Yunanistan'la en azından bir çerçeve üzerinde anlaşmaya varmak zorunda.
Dolayısıyla, AKP hükümeti önümüzdeki bir yıl içinde Ege sorunlarıyla ilgili bir dizi kritik başlıkta karar alma menziline giriyor.
Hükümetin karşısındaki sınav bu noktada beliriyor.
AB'ye tam üyelik kararlılığı ile Türkiye'nin Ege'deki hak ve çıkarlarını koruma kararlılığı artı ile eksi gibi birbirini götüren seçenekler değildir. İki hedef de pekálá birlikte taşınabilir.
Ege'de yaratılacak zafiyet görüntüsü, AB'yi Yunanistan'ın yanına itebilir.